The Ringo Jets: 'Bana biraz gürültü ver'

The Ringo Jets'in üç üyesi Deniz Ağan, Tarkan Mertoğlu ve Lale Kardeş ile ev, aidiyet, müzik ve Shed My Skin albümlerindeki dört şarkı üzerine konuştuk.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Yıllarca gürültüden uzakta, kendi küçük dünyamda, ritüellerime sıkı sıkıya bağlı olarak yaşadım. Güne 1960’lı ya da 1970’li yıllardan sessiz sakin, hüzünlü, pastoral bir folk şarkısıyla başlamak bir rüyanın devamı gibi hissettirdi, yumuşak bir geçiş yapmamı sağladı geceden sabaha.

İlk gençlik yıllarımda büyük bir aşkla dinlediğim gürültülü müzikleri bir Joni Mitchell albümüyle takas ederken kendimi çok huzurlu hissettim ve hiç pişman olmadım. Kendim için inşa ettiğim bu korunaklı dünyada güvendeydim. Ve bir daha hiç geriye bakmadım.

Ama geçtiğimiz yıl bir anda folk müziğin yumuşacık kollarından alınıp yeniden gürültünün kucağına itildim sanki. Bilmiyorum; o sıcacık yuvadan ayrılmak, uzak ve tehlikeli topraklara uçmak ve kendime yeni bir ev kurmak istedim belki. Bu yüzden de kanatlanıp uçmama yardım edecek müziklere yöneldim.

Şimdilerde, sabah uyanır uyanmaz kendime bir fincan espresso yapıp Mandrill grubunun Warning Blues şarkısını açıyorum, mesela. Gürültü beni kendime getiriyor, güne fişek gibi bir başlangıç yapmamı sağlıyor. Gürültü bana kayıplara rağmen hayatın devam ettiğini söylüyor. Gürültü beni ayağa kaldırıyor. Bana kendimi evimde hissettiriyor.

Yeni yılın yeni günlerinde ise geceden sabaha geçişim yerli rock sahnesinin en sıkı üçlülerinden The Ringo Jets ile gerçekleşiyor. Geçtiğimiz haftalarda Ferment Records etiketiyle yayımlanan yeni EP’leri Shed My Skin’i çalmaya başlar başlamaz, uyku mahmuru gözlerim de kocaman açılıyor.

İstanbul’u düşünüyorum ister istemez, gözlerim kocaman açık. Doğup büyüdüğüm şehirden ne kadar uzakta ama oraya kalben ne kadar yakın olduğumu ve muhtemelen de daima yakın olacağımı…

The Ringo Jets

Sonra grubun davulcusu Lale’ye onlarla bu müthiş EP hakkında biraz konuşmak istediğimi yazıyorum. Derken kendimi Tarkan Mertoğlu, Deniz Ağan ve Lale Kardeş’le sabah ritüelleri, 1970’li yılların gizli hazineleri, İstanbul ve eve dönmek hakkında konuşurken buluyorum.

Sanırım Shed My Skin bir eve dönüş albümü sizin için. Farklı türlerde deneyler yaptıktan sonra köklerinize döndünüz bu albümle. Bu, benim için de geçerli galiba. Şarkıları arka arkaya defalarca dinledim ve bütün o muhteşem gürültünün içinde, kendimi yeniden evimde hissettim. Ve tıpkı Oz Büyücüsü’nün sonunda Dorothy’nin dediği gibi, “Ev gibisi yok!” dedim. Peki, sizin için ev ne demek? Sizde aidiyet duygusu uyandıran şey ne?

Deniz Ağan

Deniz: "Benim için ev ne demek?" konusunu bir süredir düşünüyorum ben de aslında. Belki pandemiden beri; sahneden, kayıtlardan, gruptan bir uzaklaşma yaşamak zorunda kalınca. Zaten üstüne çokça düşündük ama o zamandan bu zamana, yani beş yıl içinde, fark ettiğim, bütün grup üyeleri olarak sıkça söylediğimiz gibi bütün müzik türlerini çok sevip dinlesek de insanın evi gibi hissettiği bir tür oluyor. İçinde "Roll" olan bir "Rock" beni gerçekten evde hissettiriyor. Dinlerken de, yaparken de. Konfor alanı dışına çıkma zorluğunu ve meydan okuma kısmını da çok seviyorum, zaten çok kez denedik bunu ama mesela bu dönemde evde olmayı, rock'n roll'un içinde olmayı gerçekten seviyorum. Umarım daha çok böyle şarkılar kaydederiz.

Tarkan: Deniz’e katılıyorum, rock’n roll bizim başlangıç noktamız ve her zaman dönmekten mutlu olduğumuz bir yer. Fakat benim için sadece rock değil, soul, funk, country, blues, hatta hardcore punk ve caz bile girebilir o kümenin içine.

Lale: “Shed My Skin”i duyururken “Eve döneceğiz demiştik,” cümlesini yazan benim ve elbette Deniz ve Tarkan’a katılıyorum rock’n roll konusunda. Fakat ev, geniş anlamıyla benim için, sanırım ki grubum. Oturup beste yapmak, kan ter içinde yüksek sesle gürültü çıkarmak, saçma sapan şeylere gülmek. Hepsi rock’n roll’u da kapsar elbette ama bunu yapan o üç insan, bizleriz. O üç kişinin karışımı bence ev.

Güne sizi dinleyerek başladığımda capcanlı hissettim kendimi. Folk müziğin beslediği kırılganlığın aksine, bu bana muazzam bir güç verdi. Tabii, kırılganlığın da kendine özgü bir güç taşıdığını biliyorum kendi içinde. Yine de bu yenilmezlik duygusunu çok özlemiştim ve sanırım bu duyguyu çok uzun bir süre daha sabah ritüelime dahil edeceğim. Siz güne nasıl başlıyorsunuz? Hangi müziklerle, hangi alışkanlıklarla uyanıyorsunuz?

Tarkan Mertoğlu

Tarkan: Bana ilham veren şeylerle güne başlamayı tercih ediyorum. Bunlar her zaman dinlediğim başucu albümlerim de olabilir, benim zevkime hitap eden yeni çıkan albümler ve skateboard video’ları da olabilir. Çok değişken olduğu için hepsini saymam mümkün değil. Genelde bu grupları ve video’ları izlerken veya dinlerken, elimde gitar oluyor günün büyük kısmında. Bir yandan da son üç aydır da düzenli sporu ihmal etmiyorum.

Lale: Sabahları uyandığımda Motown, soul, funk dinliyorum genelde ama benimki de değişken, Japanese Lo-Fi’dan, Lee Hazlewood’a açılan bir yelpaze. Bilemezsin, ben de bilemem. Genelde sabahları yürüyüşe çıkıyorum mahallede ve -kablolu- kulaklıklar kulağımda oluyor. Bomonti’nin hafif yakık kızı olarak kışın çok renkli kürküm yazın anneanne kıyafetlerimle etrafta bir tur atıp dönüyorum. Günün geri kalanı çok değişken ama sabahlar aşağı yukarı bu şekilde.

Radio Ringo albümünüz daha neşeli bir albümdü galiba. Mesela albümün incilerinden Çilek Mevsimi’ni dinlemek büyük mutluluk vermişti bana. Belki de bana The Beatles’ı hatırlattığı içindir, kim bilir… Shed My Skin’deki dört yeni şarkıyı dinlerken ise bambaşka duygulara kapıldım. Çilek mevsimi çoktan geride kalmış ve kara kış başlamış gibi… Ama ben kışı çok severim. Bu yüzden de şimdi bu dört şarkının üzerinden teker teker geçelim isterim.

1.Bliss

Bu şarkı dans ederek bütün öfkemi içimden atma isteği uyandırdı bende. Beni eskiye, çok eskiye, çocukluğuma ve ilk gençliğime götürdü. Atlas Pasajı’nda oturuyormuşum da walkman’imdeki karışık çekme kasetten Cream’in Sunshine Of Your Love şarkısını ilk kez dinliyormuşum gibi… Müzikal olarak tam bir olgunluk dönemi eseri. Ama merak ettiğim şey şu: Duygusal olarak baktığınızda, sizin hangi yaşınıza, hangi döneminize ait bu şarkı?

Tarkan: Benim tam olarak da bu dönemime ait bir şarkı Bliss. Olgunlaşmakla alakalı, tecrübeyle alakalı bir şarkı; kimsenin seni oradan oraya çekiştiremeyeceği, manipüle edemeyeceği, tam da yazdığımız gibi kabuk değiştirip, yeni derisinin altında rahat eden birini anlatıyor. Yaş alsan da daha net görebildiğin o dönem, tam olarak.

2.Cehennem Köpekleri

Başta bana bir Bukowski şiirinin başlığını hatırlattığı için aşk hakkında olduğunu sandım bu şarkının. Ama sonra onun gündelik hayatın dayattığı angaryalara karşı bir tür kurtuluş önerisi getirdiğini gördüm ve buna çok sevindim. Bu şarkıda angaryaları ‘kuduz cehennem köpeklerinin havlamasına’ benzetiyor ve onlardan kurtulmak için gürültüye ihtiyacımız olduğunu söylüyorsunuz. “Bana biraz gürültü ver!” diye haykırıyorsunuz. “Müzik! Müzik! Müzik!” Buna bayıldım. Yoksa sonunda ruhumuzu kurtaracak olan da bu mu? Yani, gürültü?

Deniz: Cehennem Köpekleri'ndeki çığlıkta yukarıda bahsettiğim rock'n roll'la alakalı paralel bir durum var. Yani evet, bazen ‘ruhumu kurtarıyor’ gibi hissediyorum. Hayat, angaryalar, o kadar zorluyor ki gerçekten; insanın ruhu eziliyor. Herkes buna bir şifa arıyor; kimi buluyor bir şekilde, kimi bulamıyor. Bizim için neyse ki yıllardır böyle estetik bir gürültü var diyelim, rock'n roll için. Bir yandan da çift anlamlı elbette, toplum olarak da sesimizin artık çok kısıldığı ve buna alıştığımız bir dönemden geçiyoruz. Bazen gerçekten gürültü çıkarmak iyidir, gerekir. Gürültüye de teşvik etmek gerekiyor bence. Hem müzisyenleri hem de herkesi, kısaca.

3.Urban Jungle Jam

İstanbul’un kaosundan kaçmak için Bodrum’a taşındım ama arada sırada kendimi yine İstanbul’un kaosunu özlerken buluyorum. Bu şarkı da bana tam olarak böyle hissettirdi. Kafamın içinde eski mahallemde, Şişli ve Bomonti sokaklarında dolaştım durdum. Peki, şehirle aranız nasıl? Kaos nasıl besliyor sizi?

Lale Kardeş

Lale: İstanbul’da bir yerden bir yere giderken arada kafamı kaldırıp deniz ve martı görüyorsam ne ala. Bazen yapabiliyorum ama çoğu zaman debelenmek oluyor bu. Kaos, öfke ve adrenalin veriyor, evet. Ama bizim beslenmek için ateş aldığımız yer o kadar da kaos değil artık. Kaostan kaçıp kendi müziğimize sığınıyoruz, iyileştiriyoruz kendimizi diyelim. Herkes gibi biz de doz aşımı yaşıyoruz, sanırım.

Tarkan: İçerik olarak her ne kadar Hendrix’in Crosstown Traffic’ine benzese de, bu jam’e ilham olan müzikler; Band of Gypsies, Santana, Beastie Boys’un enstrümantalleri ve Rage Against the Machine’e kadar gidiyor. Doku ve riff olarak diyorum, elbette.

4.Yolun Sonunda

‘Masalların kök saldığı’ bir yerden yazılmış, hüzünlü bir aşk şarkısı bu. “Senle ben hep aynı yerdeyiz,” diyen Lale’nin vokalleri özellikle insanın içine işliyor bu şarkıda. Daha önce sözünü ettiğim şiirinde Bukowski aşkı cehennemden gelen bir köpeğe benzetiyordu. Burada da sanki benzer bir tür sıkışmışlık ve melankoli söz konusu. ‘Melankolik gürültü’ diye bir şeyden söz edilebilirse, Yolun Sonunda onun çok güzel bir örneği bence. Kök salmak konusundaki düşünceleriniz neler? Aşk insanın tıpkı masallar gibi kök salabileceği bir yer olabilir mi? Yoksa hep aynı yerde olmak, kanatlanıp uçmaya engel mi?

Deniz: Güçlü bir ikilem gerçekten. Bir düşüncenin insanın benliğine kök salması… Bu bir fikir olabilir, hayal olabilir; toplumsal bir amaç veya aşk da olabilir. Bu, insanı hayatta güçlü kılıyor ve sürekli hareket halinde olmasını sağlayan bir ateşleyici güç haline geliyor. Karanlık zamanlarda, yorgun düştüğünde, orada hep tutunabileceğin ve tekrar seni harekete geçirebilecek bir kıvılcım, diyelim.

Ama bir yandan da buna çok kapılırsan beklemediğin bir anda seni çok zorlayan ve bazen seni boğan bir tuzak haline de gelebilir. Bırakıp gitmek istersin ama bu kadar zaman emek harcadığın şey seni olduğun yerde tutmaya başlamıştır.

Dolayısıyla bu güzel sorunun cevabı bizde de yok, şarkı da tam olarak hayatta hepimizin farklı farklı bölümlerinde bu çözümsüz ikilemi hissedip yaşadığımız anlarla alakalı zaten. Biyografik bir şarkı değil, ortak tecrübeler diyelim.

Son olarak, yılın bu ilk günlerini daha enerjik geçirebilmemiz için bizlere 1960’lardan ya da 1970’lerden (bu albüme de ilham vermiş) birkaç hazine tavsiye eder misiniz?

Deniz: Let There Be Rock – AC/DC, Raw Power – The Stooges, E Fluribus Funk – Grand Funk Railroad.

Tarkan: Nuggets’ın toplama albümlerini önerebilirim. New Bomb Turks’ün tüm diskografisini önerebilirim ve The Hives’dan ‘Tyrannosaurus Hives’ albümü iyi bir örnek olabilir.

Lale: Kalanları da ben sayayım madem, gözden kaçmış bazı çok belirgin işaretçiler var EP’yle alakalı. The Sonics, MC5, Knickerbockers. Ve Bliss’teki geri vokaller için içimdeki Tina Turner’a çok şey borçluyum.