YAZARLAR

'Teröre destek'

Terör kavramı siyasal literatürümüzde 1980’lerden sonra yaygınlaşır. 80 öncesinde “anarşi” kavramı yaygındır. 80’lerin ilk yarısında “şakî” kavramı Kenan Evren’in diline pelesenktir. Sonrasında “terör” kavramı siyasal sisteme hakim olur. Aslında birer siyaset bilimi kavramı olarak anarşi-eşkiyalık (şakî)-terörizm kavramları birbirleriyle iç içe tanımlanan, çok yakın kavramlar değilse de Türkiye siyasetinde neredeyse eşanlamlı olarak kullanılırlar.

Malum, Merdan Yanardağ, “terör örgütü propagandası” yapmak suçlamasıyla tutuklandı. İktidar yanlılarının dışındakiler -elbette ben de- Yanardağ’ın apar topar tutuklanmasına tepki gösteriyor(uz); bunun hukukun siyasallaşmasının ve AKP’nin muhaliflere gözdağı vermesinin bir nişanesi olduğunun altını çiziyorlar; hiç tartışmasız aynı fikirdeyim. Geçtiğimiz haftadan bu yana bu konuyu ele alan onlarca TV programı yapıldı, yüzlerce haber, yorum yazıldı, yayınlandı.

Yanardağ’ın tutuklanmasını eleştirenlerin çoğunun söyledikleriyle hemfikirim ancak ben konunun farklı bir yönüne değinmek istiyorum.

Bu eleştirilerin önemli bir kısmı tutuklamanın montaj videolar üzerinden yapıldığı, Yanardağ’ın o sözleri AKP’nin açılım sürecinde söylenen sözlere dair bir ironi olarak söylediklerinin altını çizdiler. Yanardağ'ın açıklamalarını sonradan seyrettim, bilişim uzmanı falan olmaya gerek yok, Yanardağ’ın o sözleri kinaye ile söylediği ortada; zaten kendisi de gözaltına alınmadan dakikalar önce TELE1’de bunun altını çiziyordu.

Sosyal medyada dolaştığı söylenen “terör örgütüne destek açıklamaları”nı(!) -ki ben bulamadım- bilişim uzmanlarının kanıtlaması hiç de zor olmasa gerek; bunun için Yanardağ’ın tutuklanmasına ne gerek var onu da anlamadım.

Yanardağ’ın tutuklanmasını eleştirenlerin önemli bir kısmı -yukarıda da belirttiğim gibi- bunun muhalif basını susturma amacı taşıdığının altını çizerek bunun hukukun ne kadar siyasallaştığını da gösterdiğinin altını çizmekteler. Tüm bu yorumcuların görüşlerine de katılıyorum.

Birçok hukukçu yazar, hoca da “teröre destek” kavramını hukuki açıdan yorumladı. Yanardağ’ın açıklamalarının hukuki manada terör örgütü propagandası, teröre destek, terörü övmek gibi hususları kapsayamayacağının altını çizerek bunun hukuki bir yanlışlık olduğunun altını çizdiler. Bu yazılardan ise ben de çok şey öğrendim.

TERÖR, MUHALİF, ÖTEKİ

Ben bu yazıda tüm bu tartışmaların dışında Türkiye’de “terör” kavramına yüklenen anlam üzerinde kısa bir tartışma yürütmek istiyorum.

Terör ile ilgili bir yazıya başlanacaksa bu yazının, terör kavramının kökenlerinin Fransız Devrimi’ne gittiği ile başlaması, kavramın siyasal şiddet ile ilişkisi vb. başlaması adettendir. Ancak konu Türkiye olunca bunlar da anlamsızlaşıyor. İşte yazı aslında tam da bununla alakalı. Türkiye’de terör, iktidarın “muhalifi” hukukun kenarına çekerken kullandığı, muhalifi ötekileştirirken kullandığı bir kavram, bu da onu çok tehlikeli hale getiriyor. Merdan Yanardağ’ın tutuklanması örneğinde gördüğümüz de bundan farklı değil. Bir başka ifade ile aynı şeyleri başkası söylediğinde ya da aynı kişi aynı sözleri farklı zamanlarda söylediğinde o sözler “teröre destek” olabiliyor da olmayabiliyor da. Çünkü neyin terör, neyin teröre destek olduğunun Türkiye’de, dünya literatüründe çalışılan “siyasal şiddet”, “uzlaşmazlıkların barışçıl çözümü”, “terörizm” gibi “akademik alanlardan gelen” ya da hukuk bilimlerinden gelen tanımlarla zinhar alakası yok. Terör, iktidarın muhalifi tanımlayış manivelasıdır Türkiye’de. O da politik konjonktüre göre değişir.

ANARŞİ VE TERÖR: EŞANLAMLILIK VE SÜREKLİLİK

Terör kavramı siyasal literatürümüzde 1980’lerden sonra yaygınlaşır. 80 öncesinde “anarşi” kavramı yaygındır. 80’lerin ilk yarısında “şakî” kavramı Kenan Evren’in diline pelesenktir. Sonrasında “terör” kavramı siyasal sisteme hakim olur. Aslında birer siyaset bilimi kavramı olarak anarşi-eşkiyalık (şakî)-terörizm kavramları birbirleriyle iç içe tanımlanan, çok yakın kavramlar değilse de Türkiye siyasetinde neredeyse eşanlamlı olarak kullanılırlar. Aslında 1980’lerde popülerleşen ve bir o kadar hızla kaybolup giden “şakî” kavramı çok uzun süre kullanılmadığı için onu biraz olsun (kavram olarak) önemsemeyebilir, göz ardı edebiliriz ama anarşi ve terör kavramları Türkiye’de neredeyse eşanlamlı kavramlar olarak kullanılırlar. Biliyorum, hiç tartışmaya gerek yok ki siyaset biliminde böyle bir eşanlamlılık yoktur.

İletişim Yayınları’nın bastığı ve benim derlediğim Türkiye’nin 1970’li yılları kitabında, “Türkiye’ye özel bir siyasal kavramlar panteonu olsaydı, bu kavramlar Père Lachaise’inin en muteber konuklarından biri, kuşkusuz, yetmişlerin dillere pelesenk kavramı anarşi olurdu” diye yazmıştım. İşte tam da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir “Türk siyasi hayatı kavramı” olarak şekillenmeye başlayan bu anarşi 1980 sonrasında “terör” olarak varlığını devam ettirecektir. Bir başka ifade ile aşağıda Türkiye siyasi hayatındaki işlevini ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım “anarşi” kavramı bugün farklı bir kavramla terör kavramıyla ifade edilerek aramızda yaşıyor.

Anarşi kavramını Türkçe ifade etme, kavramın Türkiye siyasetindeki telosunu tartışma, 1970’ler Türkiye’sindeki izini sürme niyetindedir. Bunun için önce anarşi kavramı sınırlandırılmaya, kavramın ağyarı ve efrâdı belirlenmeye çalışılacaktır.

Anarşinin Türkçesi üzerine düşünmeye, ilk önce kavramın sınırlarını net bir şekilde çizerek başlamamız gerekiyor. Bu amaçla işe, Türkçe anarşinin dışında, onun ağyarında kalan alanı çizerek başlayalım. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki bu yazıda anarşi, bir siyaset kuramı ve bir entelektüel tartışma zemini olarak ele alınmayacaktır. Bu anarşiyi, anarchy olarak anmak işimizi kolaylaştırır. Osmanlı’dan günümüze, bu kuramsal tartışmalardan ve entelektüel birikimden beslenen her tür örgütlenme ve yayını da bu anarchy kategorisine eklemeyi ihmal etmeyelim. 

3K4F lejantı, anarşi haritasını okurken; onun efrâdı, telosu, muhteviyatı ve/ya farmakolojisi hakkında konuşurken bize yardımcı olacak kavramların, sembollerin toplamıdır. Bu lejanttaki 3K, anarşinin İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lere gelinene kadar geçirdiği üç aşamayı, üç katmanı ifade etmektedir. İç içe geçmiş bu üç katmanın, birbirinden bağımsız ya da birbirinin ardı sıra dizilmiş üç ayrı kompartıman gibi düşünülmemesi gerekir. Aksine bu üç katman, adı üstünde, üst üste sarılmış, birbirilerini etkileyen, birbirlerinden beslenen üç ayrı dinamik tabaka gibi de düşünülebilir. Anarşinin küresel katmanı, en içteki katmanı, Soğuk Savaş’tır; Truman Doktrini ile şekillenmiştir. O, anarşi kavramının magmasıdır: Dışarıdan, gözle görünmese de, anarşi (ve onunla mücadele) düşüncesi enerjisini, devingenliğini, canlılığını bu katmandan alır. Yerel katman, 1961’de kabuklaşır. Bu katmana şeklini veren, magma yani en içteki ilk katmanıdır. Üçüncü katman, magmanın şekillendirdiği bu zemin üzerinde cereyan edecek olay/ilişki ağı olarak anarşinin kendisidir; son katman 1965’den sonra iyiden iyiye belirginleşmeye 1970’lerde de tüm Türkiye’yi sarıp sarmalamaya başlar.

Anarşi lejantındaki 4F, anarşiyi statik bir durum olarak değil de, ikinci (yerel) katmanın üzerinde -üçüncü katmanda- cereyan eden devingen bir (sosyo-politik) ilişki olarak tasavvur edebilmemize yardım edecek sembollerdir. Tabir-i caizse 4F, anarşinin dramaturgisiyle, kurgusuyla ilgilenir. Nitekim 1970’lerin Türkiye’sinde anarşi, bu 4F ile, yani fitne, fesâd, fevzâ ve fetret ile kurgulanır; sahneye koyulur, oynanır. Bir sosyo-politik ilişki ve bu ilişkideki tarafların oynadıkları roller olarak iyi (ma’rûf) ve kötü (münker), 4F’nin içine yerleşirler. İyilerin (ârif) kötülerle (münkir) nasıl mücadele edeceği de yine her bir F’nin, hem katmanlarla hem de birbirleriyle karşılıklı etkileşimi ile belirlenir. Özetle, anarşinin 4F’si, sadece Ökkeş Şendiller’i iyiyi emreden (ârif), Akın Kıraathanesi’ne atılan bombayla katledilen Alevi Dedesi Gıjgın Dede’yi de kendisiyle mücadele edilen kötü, inkârcı (münkir) olarak tanımlamakla kalmaz; anarşinin katmanları (3K) arasındaki rabıtayı da tesis eder. Sonuçta 3K4F, hem Harry Truman ile Gıjgın Dede arasındaki rabıtayı hem de magmadan Maraş Yörükselim Mahallesi'ndeki dramaturgiye çizilen hattı tesis eder.

BEKA’NIN SINIRLARINI ÇİZEN KAVRAM: TERÖR

Devlet’in bekası düşüncesi sadece (boş) gösteren-gösterilen ve onun hegemonya dolayımında yeniden, yeniden, yeniden üretimi açısından değil, bekanın bir anlamda egemenliğin tanımıyla alakalı oluşuyla da ilgilidir. Bir başka açıdan ifade etmek gerekirse, bekanın hegemonya bağlamında ne olduğuna karar vermek yani istisna hâlini belirlemek imtiyaz/hegemonyasına sahip olmak bize hem egemenin/hegemonun kim olduğunu söyleyebilecek hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ikili (norm ve önlem Türkiye cumhuriyetleri) karakterini tartışabilmemize izin verecektir: Çok rahatlıkla Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenliğin kayıtsız şartsız (fenâ ve bekanın ne olduğuna, fenâyı savmak ve bekayı tesis etmek için neler yapılması gerektiğine, istisna hâline yani anarşi/terörün ne olduğuna, anarşist/terörist/ bölücülerin kimler olduklarına ve onlarla nasıl, ne niçin mücadele edilmesi gerektiğine) karar verenlere ait olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Schmitt de egemenliği The Concept of Political’da bizzat bu (müstesna hâle) karar verme süreci üzerinden okumaktadır -ki onun kullandığı şekliyle kavramların içeriğini doldurarak söylemek gerekirse- baki devlet bir sıkıyönetim devletidir.

Yukarıda sıralanan ayrım bizi Ernst Fraenkel’in İkili Devleti’ndeki norm devleti ve önlem devleti -daha doğrusu önlem-devleti- ayrımına da götürür. Fraenkel’den yararlanarak biri norm diğeri de önlem Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmak üzere, birbirinden farklı ama iç içe iki Türkiye Cumhuriyet Devleti’nden söz edebiliriz. Norm-TC, bir hukuk (anayasa ve yasalar) sistemiyle tanımlı kapitalist ulus-devlet formunda örgütlenmiş bir aygıt-devlet, bir -Sartre’ın Varoluşçuluk’undan yardım alarak söylemek gerekirse- “şey-devlet” (being in-it-self, en soi, kendinde devlet) iken önlem-TC, “kendisi için” (being for-it-self, pour soi) bir amaca (beka) sahip olan ve istisna hâline, olağanüstü hâle -Türkçesi ile anarşinin/bölücülüğün/terörün ne ve kim olduğuna, olduklarına ve onlarla nasıl mücadele edileceğine- karar veren bir kutsal-devlet, bir devlet-i ebed-müddettir. Devlete dair bu ayrım (şey-devlet ve kendinde-devlet) Nicos Poulantzas’ın devletin göreli özerkliğini açıklamaya çalıştığı “Politik Kriz ve Devletin Krizi” başlıklı yazısında kullandığı “bir şey olarak devlet” ile “bir özne olarak devlet” ayrımını da hatırlatır niteliktedir. Bir şey olarak devlet, devletin hiçbir özerkliğinin olmadığı, manipüle edilebilen ve pasif bir araç olarak nitelendirilen eski araçsalcı yaklaşıma vurgu yapar. Bir özne olarak devlette ise, devlet mutlak özerkliğe sahiptir ve kendi iradesiyle işler.

TERÖR: MUHALİFİN BEKA SAF DIŞI EDİLMESİ

Evet yukarıdaki yazı biraz sıkıcı oldu. Beka ile ilgili yazdıklarımı yine İletişim Yayınları’ndan çıkacak olan benim derlediğim Türkiye’nin 1980’li Yılları kitabı için yazmıştım. Ne yazık ki, ne yazık ki, Merdan Yanardağ’ın tutuklanması tam da anarşi, terör ve beka kavramlarının Türkiye siyasetinde muhalifin bir beka sorunu haline getirilerek hukuk kenarına çıkarılması ile alakalı olarak söylemek istediklerimi teyit eder niteliktedir.

Söylemek istediklerimi şöyle toparlayayım ve siz lütfen bu söylediklerimi okurken hep aklınızda Merdan Yanardağ’ın tutuklanması olsun.

İkinci Dünya Savaşı sonrasının Soğuk Savaş koşullarında şekillenen anarşi kavramı Türkiye coğrafyasına geldiğinde anlam değiştirmeye başlar ve siyasette iyi (ma’rûf) ve kötü (münker) rollerini bir başka ifade ile (makbul) vatandaş ile anarşist (kötü) rollerini dağıtır. İslâm’ın Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker düşüncesi ise (ki bu bekayı da tanımlar) kötünün neden tasfiye edilmesi onunla uğraşılması düşüncesinin kuramsal (İslâmî) alt yapısını oluşturur.

70’lerin anarşizm düşüncesinde bir münker olarak kurgulanarak sistem-dışılaştırılan muhalif (muhalif) 80’lerden sonra terör kavramı üzerinden sistem dışılaştırılmaya başlar. Ve tıpkı Merdan Yanardağ örneğinde olduğu gibi, tıpkı Selahattin Demirtaş örneğinde olduğu gibi onların tutuklanmalarının “hukuki” gerekçeleri değil, bu tutuklanmaların “devletin bekası” ile olan ilişkisi açısından meşrulanırlar.

İktisar yanlısı basında Yanardağ ile ilgili yazı/haberlerin satır aralarını okuduğunuzda da bu gerçeği fark edeceksinizdir.

Demokratik sistemlerde “muhalif” sistemin içindedir. Terör (daha önceden de anarşi) Türkiye’de iktidarın muhalifi “meşru” olarak “sistem dışı”na çıkarma aparatıdır. Bu sistemdışılaştırmayı “meşru”(!) yapan şey muhalifin (terörist, teröre destek veren…) devletin bekası.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.