YAZARLAR

Tek sığınak insan hakları hukuku ama…

İsrail’de veya dünyanın başka yerlerinde yaşayan Yahudi hak savunucuları ile Müslüman hak savunucularını yan yana getirecek, ortaklıklar yazık ki hala kurulamadı.

İsrail Hükümeti devlet terörüyle, orantısız güç kullanma ve kolektif cezalandırma yöntemleriyle apartheid rejimi inşa ederken devletlerden güçlü destek alıyor. Kendisini destekleyen 25 ülkenin listesini boşuna yayınlamadı Netanyahu. Dünyadaki 25 ülkenin, Müslümanlar ve Yahudiler arasındaki keskin ayrımcılığın, kalıcı sisteme dönüşmesini desteklediklerinin ilanı, tiwitter mesajıyla teşekkür edilen bayraklı liste. Yazık ki listede yer almayan ülkelerin İsrail devlet terörünü desteklemediği anlamı da çıkarılamaz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi beş ülkenin ulusal ve küresel çıkarları için orman kanunu derekesine indirilmiş durumda devletler hukuku. Savaş suçları dahil tüm hak ihlalleri, güçlünün haklı sayıldığı düzlemde buharlaşıveriyor. Hatta ve hatta yurdu işgal edilen, evi gasp edilen, yaşam hakkı ihlal edilen Filistinlilerin öz savunması kınanıyor, devlet terörü uygulayan İsrail Hükümeti yerine.

Çeşitli anlaşmazlıklarda kendi çıkarları adına karşıt pozisyon alan büyük güçler de ne hikmetse İsrail-Filistin söz konusu olduğu zaman örtük ya da açık biçimde aynı safta yer alıyor. Bütün büyük güçlerin çıkarları gibi bölge ülkelerindeki iktidarların çıkarları da İsrail-Filistin çatışmasının sürmesini gerektiriyor gibi. Dünya, İsrail Hükümetlerinin Filistin işgaliyle başlayıp çeşitli çevre ülkelere yayılıp, farklı biçimlerde tezahür eden Orta Doğu sorunundan beslenen bir kan emici adeta. Sadece devletler değil 1948’den bu yana terör örgütleri de aynı kandan besleniyor. Kimseler doymadı Filistinli kanı içmeye. Tersine akan kanı çeşitlendirdi, yenilerini ekledi örgütler. Soğuk savaş döneminde başka amaç ve isimlerle, sonrasında değişen amaç ve isimlerle yapılan hep aynı şeydi. Kadim medeniyetlerin beşiği Orta Doğu’da farklılıkların birlikte yaşayabildiği kültürü yok etti modern devletlerin çıkar ilişkisi.

Haksızlık olmasın Orta Doğu da dünyanın her yerinde olduğu gibi sürekli kıyıcı savaşlara sahne olmuştu. Ancak muktedirler ve istilacılar arasında yaşanan savaşlar halkların kendi kültürlerini bir arada yaşama potansiyelini yok edememişti. Hatta geçmişte istila edenin oraları yurt edinmesiyle çeşitlenip zenginleşen farklı kültürler, yerleşik dokunun bir parçası olarak devamlılığı sağlayan unsurlara dönüşmüştü. Modern çağda ise Kadim Mezopotamya kardeşlik kültürü yok oldu yerini “Orta Doğu bataklığı” tabiri aldı. 1931 ile 1948 yılları arasında, ki o tarihlerde İngiliz Manda Yönetimi altındaki Filistin topraklarını terör eylemleriyle kasıp kavuran, tren baskınlarıyla ünlü ilk teröristler, İsrail devletinin kuruluşunu sağlayan “İsrail Topraklarındaki Ulusal Askeri Örgüt” IRGUN üyesiydi. İsrail Devleti kurulduktan sonra da bu örgüt mensuplarının soyundan gelenler toplumda, devlet yönetiminde ve siyasi partilerde itibar sahibi kişiler. Dolayısıyla İsrail yöneticilerinin terörist politikalar yürütmesi şaşırtıcı değil. Mandater İngiltere, Filistin topraklarını ve insanlarını kasıp kavuran teröre engel olmadığı gibi terörün, Ortadoğu’da siyasallaşma aracı olarak kullanılması “geleneğine” yol açtı. Manda yönetimi Filistinli Müslüman Araplardan esirgediği self determinasyon hakkını, Yahudilere tanıyıp İsrail Devletinin kuruluşunu teşvik ettiğinden beridir ki Orta Doğu bataklık halinde.

Bunca düz tarih okuması çok itici gelebilir ama yazık ki mevcut karmaşa ancak basit özetleme gerektiriyor. Terör tarihinde tren baskınlarıyla ün yapan IRGUN’dan mülhem ve soğuk savaş yıllarında dünyanın sol kutbundan destek gören FKÖ “Filistin Kurtuluş Örgütü” de terör tarihine uçak kaçırma eylemlerini kazıyarak, Filistinlilerin siyasal haklarını duyurabildi. Askeri güçle, silahlanma ve çatışma yoluyla siyasallaşma yöntemi yerini self determinasyon ilkesiyle devlet kurma hakkına bırakabilmeliydi. Ancak büyük güçlerin çıkar ilişkileri ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Holokosta gözünü yumanların günah çıkarma yöntemi olarak bu hak, Filistin’e tanınmadı. Dünya aynı dünya şimdi de İsrail Filistinlileri holokost yöntemleriyle benzer şekilde yok edeceği devlet politikası uygularken insan hakları kimsenin umurunda değil. FKÖ zamanla siyasal güç olarak tanındı. Ardından Hamas, terör örgütü olarak ortaya çıktı. Sonra Hamas da siyasi örgüt olarak tanınıp girdiği seçimleri kazandı. Hala terör örgütü sayılan bir siyasi parti ve seçim kazanmış meşru yönetim. Ancak Kassam Tugayları ve diğerleri farklı ülkelerin farklı çıkarlarının kimi zaman çatışması, kimi zaman örtüşmesiyle faaliyetteler. İsrail Hükümeti'nden çok birbirleriyle çatışan bu örgütlerin sıradan Filistinlilerin hayattan beklentisine en az işgalci İsrail askerleri kadar zarar verdiği de herkesin malumu.

Bu karanlık tabloyu, cılız bir mum ışığı hükmünde kalsa bile aydınlatan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kararı oldu. Şubat ayında yayınlanan bir kararla “Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), yetki alanının İsrail'in 1967'deki Altı Gün savaşı sırasında işgal ettiği toprakları kapsadığına hükmetti. Bu kararla savcıların İsrail'in askeri operasyonlarına yönelik savaş suçu soruşturması başlatabilmelerinin önü açılmış oldu.” Diğer yandan Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarını Yahudi yerleşimcilere açması da devletler hukukuna aykırı. İsrail resmi kaynaklarından yararlanılarak yapılan çalışmalar, bu suçu ve suç ortaklığını da göz önüne seriyor. Doğu Kudüs ile bitişen Batı Şeria’da Yahudi nüfusu Trump’ın başkanlık döneminde genel İsrail nüfus artış ortalamasından daha yüksek çıkıyor. “Batı Şeria Yahudi Nüfus İstatistikleri grubu tarafından yayınlanan rapora göre, yerleşimci nüfusu 2017 başından bu yana yüzde 13 civarında artarak 475 bin 481'e ulaştı. Resmi verilere göre aynı dönemde İsrail'in toplam nüfusu yüzde 8 civarında artarak 9,3 milyon oldu”. Habere göre Doğu Kudüs’e ait nüfus verileri bu rapora dahil değil. “Devlet tarafından yayınlanan resmi verilerin kullanıldığı grubun raporuna, işgal altındaki Doğu Kudüs dahil edilmedi. Buradaki yerleşim birimlerinde de 200 binden fazla Yahudi yaşıyor.” Amerikan Demokratları'nın Biden’a yönelik protestolarında sadece Şeyh Cerrah mahallesinin adı geçiyor ama Doğu Kudüs’te yakın zamana kadar sekiz Filistin Mahallesi varken günümüzde bu sayının önce beşe düştüğü ve şimdi Şeyh Cerrah mahallesinin Yahudi yerleşimcilerin işgaline açılması nedeniyle tekrar değişeceği biliniyor.

Devletlerin çıkar ilişkilerine karşın halkların ve insan hakları savunucularının dünyanın her yerinde Filistin halkını desteklediği de malum. Farklı kesimler, farklı sloganlar, farklı yaklaşımlar içeren bu desteklerin ortaklaşması, Filistin devletinin bütün ülkeler tarafından tanınmasını sağlayabilir. Doğu Kudüs için daha önceden alınmış uluslararası kararlar doğrultunda Filistin devletinin başkenti olarak tanınması için, Filistin devletinin topraklarının belirlenmesi için hak savunucularının ortak mücadelesinden başka yöntemden fayda gelmeyeceği çok açık. Fakat İsrail’de veya dünyanın başka yerlerinde yaşayan Yahudi hak savunucuları ile Müslüman hak savunucularını yan yana getirecek, ortaklıklar yazık ki hala kurulamadı. İslami grupların İsrail protestolarını Yahudi düşmanlığına dönüştürmesi ciddi bir engel yaratıyor. Diğer yandan Yahudi hak savunucuları da aynı arazdan ari değil. Gazze halkının kendi savunmasını İsrail askerinin işgalinden farklı görme eğilimi yeterli destek görmüyor veya sesi cılız kalıyor. Devletlerden ümit yok. Tek çare insan hakları hukuku ama hak savunucuları ortak ilkelerde buluşabilir, bu yönde var olan çalışmaların sesi yükseltilebilirse. Ki bu da büyük ölçüde İsrail hükümetlerini destekleyen Yahudi sermayesine bağımlı dünya medyasının, özgür yayıncılığına büyük ölçüde bağımlı…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.