TCMB’nin oyun planı netleşiyor: Kuru tut, ücretleri baskıla
TCMB’ye hakim olan dar-ideolojik bakış, başta asgari ücret olmak üzere, genel olarak ücret artışlarını hedefe koyuyor. Oysa esas yapılması gereken, kritik sektörlerdeki firmaların süper kârlarının takip edilmesi ve gerekirse bu kârların vergilendirileceği mekanizmaların yaratılmasıdır.
Geçen haftaki yazıda, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) para politikası çerçevesinin iki sütun üzerinde yükseldiğine işaret etmiştim. Bunlardan ilki TL’nin reel olarak değerlenmesi, diğeri de reel ücretlerin baskılanması idi. Bu çerçevede eksik olan, enflasyon döneminde kârlarını katlayarak artıran firmaların fiyatlama davranışlarının enflasyona yaptığı katkıydı. TCMB’nin 22 Şubat 2024’teki faizleri sabit tutma kararı ve beraberindeki açıklaması, özetlediğim bu para politikası çerçevesinin sürdüğünü gösteriyor. Bu haftaki yazıda, TCMB’nin faiz kararı ile ilgili açıklamasında öne çıkan üç vurguyu ele alacağım.
KURU TUT ENFLASYONU DURDUR!
TCMB’nin açıklamasında öne çıkan vurgulardan ilki, mevcut para politikası çerçevesinin iki önemli sütunundan biriyle, yani döviz kuru politikasıyla ilgiliydi. Açıklamadaki ifadeyle ‘para politikasındaki kararlı duruş, dezenflasyonun ana unsurlarından olan Türk lirası reel değerlenme sürecine katkı vermeyi sürdürecektir’.
TCMB bu ifadeyle, enflasyonun kökeninde TL’deki değersizleşme olduğunu ve dövizin değerinin belirli bir patikada tutulabilmesi sonucunda enflasyonu kontrol altına almada önemli bir aşamanın geçileceğini ima ediyor. Yani nasıl TL değersizleşirken ithalat fiyatları aracılığıyla enflasyon artıyorsa; TL’nin reel olarak değerlenmesi, ithal fiyatlarının enflasyona katkısını sınırlayarak enflasyonun kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir.
TCMB’nin TL’nin reel olarak değerlenmesini, para politikası çerçevesinin temel unsurlarından biri haline getirebilmesinin nedenlerinden biri, 2018 sonrasında oluşturulan kontrollü döviz kuru rejimidir. İronik bir şekilde, mevcut ekonomi yönetimi, kendisinden önceki yönetimin eleştirdiği politika araçlarını kullanarak enflasyonu düşürmeye çalışmaktadır.
Esasında bu yeni ya da orijinal bir fikir değil. 1990’larda IMF’nin önerdiği istikrar programlarında ve özellikle Türkiye’de 2001 krizinde felaketle sonuçlanan 2000 programında döviz kurunun önceden ilan edilen bir patikada değersizleşeceği öngörülmüştü. Şimdiki uygulamanın 2000’dekinden farkı, ilan edilmiş bir döviz fiyatı olmamasıdır. Dolayısıyla TCMB herhangi bir taahhüt altına girmeden ve sıkıştığında TL’deki değersizleşmeye göz yumarak bu politikayı sürdürebilir.
Ancak bu politikanın karşılaşabileceği olası sorunlar teknik değil siyasi ya da ekonomi-politiktir. TL’nin değeri, Türkiye’deki sanayileşme politikasının da içinde olduğu daha geniş ve kapsamlı bir ekonomik planlamanın bir unsuru olarak değerlendirilmediği sürece, sektörel çıkarların mücadele alanı olarak kalmayı sürdürecektir.
ÜCRET ARTIŞLARI YİNE HEDEFTE!
TCMB’nin açıklamasında ve para politikası çerçevesinde yer alan ikinci unsur, reel ücretlerin baskılanmasının, enflasyonla mücadelenin bir parçası olarak görülmesidir. TCMB’nin bu tutumu, takip ettiği ortodoks ekonomi inancının bir yansımasıdır ve enflasyonun büyük ölçüde talep kaynaklı olduğu görüşüne dayanır. Bu yaklaşım, firmaların süper kârlarının enflasyona yaptığı katkıyı görmezden gelir. Buna karşın, enflasyon döneminden kârlı çıkan ve faiz artışlarından faydalanan toplumun en zengin yüzde 10’luk kesiminin yarattığı talebi, zaten reel ücretleri muazzam oranda erimiş geniş toplum kesimlerinin alım güçlerini daha da aşındırarak kontrol etmeye çalışmak, bu yaklaşımın temel çelişkilerinden biridir.
TCMB’ye hakim olan bu dar-ideolojik bakış, başta asgari ücret olmak üzere, genel olarak ücret artışlarını hedefe koyuyor. Bu tutum, geçtiğimiz haftaki açıklamada da mevcut. Açıklamada TCMB’nin ‘ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkilerini yakından takip edeceği’ belirtilmiş. Oysa esas yapılması gereken, kritik sektörlerdeki firmaların süper kârlarının takip edilmesi ve gerekirse bu kârların vergilendirileceği mekanizmaların yaratılmasıdır.
YILLIĞA DEĞİL AYLIĞA BAK!
Geçen haftaki açıklamada öne çıkan üçüncü unsur, para politikası çerçevesinin nasıl uygulanacağına, yani operasyonel sürece ilişkindi. TCMB, enflasyon gelişmelerini takip etmek için yıllık değil aylık enflasyonun önemli olduğunu vurguluyor. Açıklamada ‘politika faizinin mevcut seviyesinin aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sürdürüleceği’ belirtilmiş. Aylık enflasyon gelişmelerine odaklanmak, yıllık enflasyonun yüzde 70’lerin üzerine çıkacağı önümüzdeki aylarda elbette kritik bir iletişim ve algı yönetimi hamlesi olarak görülebilir.
Ancak daha ilginç olanı, TCMB’nin aylık enflasyon konusunda kendisini bağlayıcı bir taahhüt vermesidir. Açıklamaya göre ‘enflasyon görünümünde belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır’. Ancak ister yıllık, ister aylık olsun, 2024 sonunda TCMB’nin öngördüğü enflasyona ulaşmak, mevcut politika çerçevesi dahilinde ancak Türkiye ekonomisinin yavaşlamasıyla (hatta yılın ikinci yarısında durmasıyla) ve sermaye girişlerinin sürmesiyle mümkün olacaktır.
Kısacası, TCMB’nin ortaya koyduğu para politikası çerçevesi TL’nin reel olarak değerlenmesine ve reel ücretlerin baskılanmasına dayanıyor. Bu politikanın kazananları ve kaybedenleri üzerinde daha detaylı bir şekilde durmak lazım. İleriki yazılarda bu konuları ele alacağım.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.
Almanya’dan sonra Fransa mı? Çoklu krizler döneminde AB 05 Aralık 2024
Trump’ın dolar tehdidi ve ABD hegemonyasının gerilemesi 02 Aralık 2024
Rio’dan Bakü’ye küresel yönetişim krizi ve ekolojik emperyalizm 21 Kasım 2024
İlerici neoliberallerin otoriter popülistlerle imtihanı 14 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI