Taşların anlattığı büyük ruh

Clara Dupont-Monod bize farklılıklar olmadan düzen içinde süren bir yaşamın bir anda nasıl altüst olduğunu anlatıyor ve bunu gerçekleştiren gücü ise hareket dahi edemeyen bir bebeğe atfediyor.

Taşların anlattığı büyük ruh
Fotoğraf: Institut Français de Suède
Google Haberlere Abone ol

DUVAR-Bir yaralı, bir asi, bir uyumsuz ve bir büyücü. Güzel iş. ” Clara Dupont-Monod, Taşların Anlattığı (S’adapter) kitabını bu cümlelerle bitiriyor. Benim de buradan başlamamın sebebi bunun aynı zamanda bir kimlik sıralaması olması.

Bu kısa roman kendini acımasız bir hikâye olarak sunsa da insan ruhunu tanımlama ve keşfetme konusunda metnin sonuna kadar okuyucuyu taşıyan kişilikleri, rolleri ve duyarlılıkları bakımından iyi tanımlanmış dört ana karakterle şekil alıyor. Her birinin üzüntüsüne ortak olup derin bağlar kurulunca, duygular, kelimelerin ifadesinde çok güçlü yer buluyor. Empati, gerçeklik ve samimiyet açısından dikkat çekici hale geliyor. Okuyucuyu akışa bağlayan önemli yerlerden birisi burası.

Ormanın içindeki ev, berrak sular, taşlı yollar, çeşit çeşit taşlar, ağustos böcekleri, kiraz ağaçları, rüzgârın şarkısı ve pencere açıldığında içeri giren sabah. Bazen bir tablonun içindeymiş duygusu, bazen de tabloya yeni başlayan ressamın gözüyle fırçaların âhengini görmek mümkün. Buradaki unsurlar, bir ortamın yani Cévennes bileşenlerinden ziyade hikâyenin başkahramanları.

Taşların Anlattığı, Clara Dupont-Monod,çev: Bahadırhan Bozkurt,120 syf.,İletişim Yayınları,2024
Taşların Anlattığı, Clara Dupont-Monod,çev: Bahadırhan Bozkurt,120 syf.,İletişim Yayınları,2024

Cévennes ve dağlarının sırları, doğasının tasviri, ağaçların dili, bin yıllık taşların kalbine arkadaşlık eder. Çünkü hikâyeyi anlatan bu taşlardır; Ortaçağdan kalma kapısı olan, asırlar önce Cévennes’e yerleşen büyük büyük dedeleri tarafından yapılan evin avlusundaki taşlar. Kapı kadar eski ve kuşaklar boyu varlığını koruyan taşlar aile albümünün fotoğrafçısıdır. Evdeki yaşamın tanıkları onlardır ve onların gözüyle, dağların hemen dibindeki, sessiz ama büyüleyici olan mezrada doğan, büyüyen kardeşlerin hikâyesine gideriz.

Ancak kardeşlerden biri özel. Çünkü taşlar, çocukluğunun onun varlığını sorguladığı zamanlarda bu dünyada tuttuğu değeri anlatıyor. Ayrıca ister öfke ister sevgi olsun güçlü duygular yoluyla neredeyse sihirli olan güçlerini aktaracak olanlar da çocuklardır. Avlunun sesini dinleyen taşlar, son kuşak ailenin duygu dünyalarını, yaptıkları işleri, komşularıyla olan ilişkilerini çocukların bakış açısı üzerinden kayda geçer.

Oysa taşlara oyuncak muamelesi yapanlar sadece çocuklardır, bize isim verirler, rengârenk boyarlar, üzerimizi resimlerle, yazılarla doldururlar, bize ağız, göz, çimenden saç yapıştırırlar, üst üste yığıp ev yaparlar, bizi suda sektirirler, dizip kale yaparlar ya da tren rayı. Yetişkinler bizi kullanır, çocuklar bizi başka bir şeye dönüştürür. Bu yüzden onlara derinden bağlıyızdır.

Hikâyenin tekillik unsurlarından biri de elbette anlatıcının seçimi. Çocuğun ailesinin yaşadığı evin avlusundaki taşlarını konu alması nedeniyle kolektif, aynı zamanda yer birliği önemini koruyor. Evin dışında olup biten her şey ancak uzak ve imalı bir şekilde anlatılıyor. Beyin radyografisi çektirmek için şehre gidildiğinde, “O noktadan itibaren izlerini kaybediyoruz, çünkü şehirde kimsenin taşlara ihtiyacı yoktur” der anlatıcı.

Konunun özgünlüğüne rağmen orada yaşayanların hafızasında yolculuğa çıkma, hikâyenin paradoksu. Satırlar arasında elimizde olmadan onlara yardım etme hissinin doğması bu paradokstan. Nasıl olsa kimse taşların insanları etkileyip daha sert hale getirdiğini bilmiyor.

Doğadan uzaklaşma, olaylardan uzaklaşma, okuyucuyu çok daha fazla etkileyen bir bağ oluşturuyor. Dolayısıyla metnin bu iniş çıkışları okuma hızını dengeliyor.

Yazarın Ortaçağ'a atıfı ve romanın ilk cümlesinde dile getirdiği mucize: “Bir gün, bir ailede uyumsuz bir çocuk dünyaya geldi ” sözü ve sondaki büyücü adeta kutsal kitaplardaki yaratılıştan alınmış bir cümledir. Kuşların, ağaçların, otların, taşların, çiçeklerin arasında bir hüzün topunun yarattığı ailedeki bireylerin değişimini, ruhsal acılarını ve bağlanmayı öğreniriz. Zaman bütünsel bir gerçekten öte, duygusal bir kopuşla genişler. Her kopuş ise ilişkileri sarsmakla kalmaz yer yer aynı avluda birleştirir.

Roman, her biri ailenin bir çocuğunu anlatan üç bölümden oluşur. Bu üç karakterin anlatımlarında ise “uyumsuz” durmaktadır. Karakterlerin isimleri yok. Birinci şahıs olarak kardeşlerine karşı hislerini, başkalarının onları nasıl gördüğünü, engellilikle nasıl yaşadıklarını anlatıyorlar. Bir çocuğun engelliliğine, duruma “adapte olmak” (kitabın orijinal adı) zorunda kalan kardeşlerin yaklaşma şekilleri üzerinden anlatım yürüyor. Önce en büyüğü, sonra en küçüğü ve en küçüğü, farklı çocuktan sonra en son gelen.

Her şey doğduğunda güzel bir bebek olan ancak üç aylıkken annesinin, yüzünün önünde hareket ettirdiği portakal testiyle görmediğinin anlaşılmasıyla başlıyor. Çocuk adı verilen, ağır engelli (kitapta uyumsuz deniliyor), normal olan her şeyi bozan bir çocuğun doğumundan başlayarak bu ailenin ve özellikle de çocukların neler yaşadığına gidiyoruz. Bu anlatımda kardeşlerin hepsi aynı yolu izlemez. Ne yazık ki ilk ikisi çocukluğun güzel masumiyetini çok erken kaybedecektir. Kavgacı ve güçlü olan en büyük, “uyumsuz”a bağlanırken, kız kardeş ise çocukluğunu yaşayamama ve kendine olan ilgisizliğin nedeni olarak görür. En küçüğü ise ona karşı çıkacak ve bu onların her ikisine uyum sağlama yolu olacaktır. Sonradan gelen, olanı biteni “uyumsuz”un yerine konulma biçimiyle değerlendirir ve ailenin içinde bulunduğu durumun âdeta psikolojik çerçevesini çizer. Bağlanma, koruma, tanıma ve anlama olarak görünen üç farklı ruhsal yörünge etrafında döndürür taşlar.

Çocuğun sorumluluğunu üstlenen, olağanüstü nazik ve özenli bir şekilde onunla ilgilenen en büyük olandır. Küçük kardeşinin duyduğunu, kokuları algıladığını ilk fark eden odur ve ayağa kalkamayan bu çocuğun çevresini genişletmek için elinden geleni yapar. İçsel kırılmalar yaşar, bağlanır. Uyumsuz olanla tüm algısal yaklaşımlarla iletişim kurmasına olanak tanıyan bir dil geliştirir. Dağların eteğindeki anneannenin diktiği çam ağaçlarının gücüne inanır. “Orada refuge, yani sığınağın etimolojisi saklıydı, 'fugere' kaçmak demekti.” O sığınmanın etimolojisine dayandı.

Kız kardeş ise tamamen zıt bir duyguya sahiptir. Kardeşine karşı asi ve reddedici bir tutum içindedir. Kardeşleri arasındaki yerini bulmaya çalışır ama yine de uyum sağlamak zorundadır. Büyükannesiyle olan bağı sayesinde mümkün olacak normalleşmeyi okuruz. Bir de "uyumsuz"un peşinden gelen erkek kardeş var. İradesi güçlü, canlı ve hayat doludur ancak aile içindeki rolü onun için pek açık değildir. Annesi ve babası neden başka bir çocuk istiyordu? Kendini çok sorgular ve herkesi memnun etme ihtiyacı hisseder.

Sonuncu, o daha doğmadan ölen çocuğu tanımamasına rağmen, geçmişteki yaraların büyüklüğünü görür ve bu görünmez yoldaşın içi boş varlığını hisseder. Aile tarihinin sınırlarında zincirin sonuna varmaktan bıkan, bir başkasının yerini almanın suçluluğuna kapılandır. Hem kırık hem de umut doludur ve bu uyum sağlamanın yoludur.

Büyük kardeş için sevgi ve derin bağlılık olan, kız kardeşte isyana dönüşür. Suçlu ve sevgisizliğin nedenini uyumsuz kardeşe yükler. Bir aileyi toparlama görevi edinir. En küçüğü ise tanımadığı engelli kardeşi gibi olmamak için gözlerini kapatmayı hiç düşünmediğine inanır.

Ancak o umuttur, yeniden doğuşu, şifayı, teselliyi içinde taşıyandır. Ölenin gölgesiyle doğmuştur ve onunla yaşamak zorundadır. Hissedeceği öfke bile yapıcıdır artık. Çünkü “uyumsuz”la temas halinde olan her biri, kendi yöntemiyle, uyumsuz olmadıklarını ancak bu nedenle ona uyum sağladıklarını gösterir. Bu durum aslında onların sınırlarını zorlayarak kendini tanımalarına yol açacaktır. Daha sıradan şartlarda bu kadar yoğun bir şekilde gerçekleşmezdi olanlar.

Tüm bunlar bize gösteriyor ki zorluklar insanı yeniden biçimlendirir aslında. Uyumsuz bir kişiye uyum sağlamak zorunda kalındığında aslında gerçek uyumsuz hangisidir? Clara Dupont-Monod bize farklılıklar olmadan düzen içinde süren bir yaşamın bir anda nasıl altüst olduğunu anlatıyor ve bunu gerçekleştiren gücü ise hareket dahi edemeyen bir bebeğe atfediyor, taşlar gibi... Güçsüzün gücünü okuyoruz aslında. Bize bu büyük ruhları gösterdikleri için taşlara teşekkürler.