YAZARLAR

Taş kalpli 'Otto' olmak isteyen Tom Hanks

Tom Hanks sayesinde belki "A Man Called Otto"nun seviyesi yükseliyor ancak işte yine Tom Hanks yüzünden çizdiği antipatik karakterle aramıza mesafe koyamıyoruz. Başka bir deyişle sürekli Tom Hanks’in kim olduğunu hatırlayıp böyle davranmasının arkasında haklı nedenler olduğuna inanıp ona yakın duruyoruz, uzak değil! Sonuçta belki de asıl hatalı o!

Asıl hata kimde? Yönetmen Marc Forster’ın son filmi "A Man Called Otto"yu (Hayata Röveşata Çeken Adam) izledikten sonra aklımızda bu soru beliriyor. Çünkü filmin işlemek istediği evrensel konuların biraz 'ticari' kokmasının, taşıması gereken kara mizah dozunun asla istenilen seviyeye gelememesinin ve filmin karamsar havasının ara sıra sıradan bir melodram havasına kaymasının kuşkusuz bir sorumlusu var!

Her ne kadar film çekmek doğal olarak bir ekip işi olsa ve aksayan tüm noktaları tek bir kişiye yüklemek biraz abartılı dursa da başarılı olabilecek bütün öğelerin birleştiği bir projenin istenilen ve hedeflenen seviyenin altında kalması film 'çarklarından' birinin eksik olduğuna işaret eder. "A Man Called Otto" filminde de durum bu!

Konuya değinecek olursak: Artık 60’lı yaşlarını devirmiş olan Otto, uzun zamandır oturduğu mahallesinde yalnız, sıradan ve mutsuz bir hayat sürmektedir. Kısa bir süre önce derin bir sevgiyle bağlı olduğu eşini kaybetmiş ve bu acı kaybı asla atlamamıştır. Hatta intihar etmeyi bile dener. Tam bu mutsuz hayat iyice çıkışsız bir hale dönüşmüşken karşına taşınan iki çocuklu genç ve sıcakkanlı çift, Otto’nun hayatındaki bütün iç dinamikleri değiştirecektir.

MİZANTROP KİŞİLİKLER…

Yazının başındaki soruya dönecek olursak: Filmin yönetmeni Marc Forster aksiyon dramlarında ("Quantum of Solace", "World War Z") iyi işlere imza atmış, "A Man Called Otto" tarzında kişisel dramlarda ise daha vasat sonuçlar almış ama sonuçta böyle bir projeyi omuzlayabilecek kapasitede bir isim. Her ne kadar yönetmenlik koltuğuna oturduğu film, 2017 yılında çekilmiş İsveç yapımı "A Man Called Ove"nin bir remake’i olsa da benzer hikâyeyi daha geniş bir kitleye ulaştırma isteğine hiçbir itirazımız olamaz.

Üstelik hikayenin merkez karakteri Otto gibi aksi, mizantrop, inatçı ve dar kafalı yaşlı karakterlerin en çarpıcı benzerlerini Hollywood sinemasında en son 20-25 senelik gibi çok uzun bir süre önce, özellikle Jack Nicholson’un son dönem filmlerinde görmüşken....

Tabii ki yönetmenin takdir edilesi bu hikâyeyi genç jenerasyona sunma isteği beraberinde bazı değişiklikleri de getiriyor. Örneğin "A Man Called Otto" filminde başkarakter başlarda bir süpermarketten aldığı ipin uzunluğuna biçilen fiyat üzerine bir tartışma yaşarken orijinal filmdeki Ove, aynı tartışmayı kendini asmayı denediği ipin kopması üzerine parasını geri almak için yapıyordu! Böylesine üzücü ve dokunaklı sekanslar bu filmde biraz yumuşatılmış. Ama yine de Otto’nun hikâyesini ilgiyle izliyoruz.

Filmin atmosferi de hikâyenin tonuna uygun bir şekilde akıyor: Aslında 'kötüden' ziyade 'gri' olarak adlandırabileceğimiz Otto karakterini kendisi gibi gri bir ortamda (kış mevsimi), gri bir 'banliyöde' (Pittsburgh) dolaşırken görüyoruz. Biraz zorunlu olarak emekliye ayrılmış bu obsesif kompulsif karakter bir şekilde mahallesinin adeta bekçiliğini yapıyor, en ufak bir düzensizlik veya eksiklik onu kızdırmaya yetiyor, dışardan gelen 'yabancılara' kötü gözle bakıp düşmanca tavırlar sergiliyor. Ancak bizce Otto karakteriyle örneğin ona benzeşen Jack Nicholson’un unutulmaz Melvin ("As Good As It Gets"/1997) karakteri arasında şöyle bir fark var: İki karakter de antipatik, aksi ve mizantrop göründüğü halde Melvin aynı zamanda bencil ve narsist bir tavır sergiliyordu. Otto ise çok daha bezgin, kendini ön plana çıkarmayı sevmeyen ve hayatına bu şekilde devam etmek bir yana dursun, aksine bunu sessiz bir şekilde sonlandırmak isteyen biri.

GRİ ORTAMDA IŞILDIYAN MİSAFİRLER!

Bu karamsar ortamda bütün gidişatı bozan tabii ki Otto’nun karşısına taşınan iki çocuklu çift oluyor. Başkarakterin bakışına göre oldukça düzensiz, plansız ve adeta doğaçlama yapar gibi davranan bu genç çift beklenildiği üzere Otto’nun gri iken eşinin kaybıyla siyaha dönüşmüş dünyasına ufak bir ışık oluyorlar.

Senaryonun parlak yönü, bu üç karaktere ve ilişkilerine saplanıp kalmaması oluyor. Bizce her ne kadar filmde daha fazla görünmeleri gerekse de diğer yan karakterler yani hikâyedeki mahalle komşuları konuyu daha evrensel bir boyuta taşımaya çalışıyorlar. Bu bağlamda bu komşu çiftin Latino kökenli, mahallede gazete dağıtan gencin ailesi tarafından dışlanan bir trans birey ve Otto’nun eskiden arkadaşken artık mesafe koyduğu yaşlı çiftin Afro-Amerikan olması kuşkusuz bir tesadüf değil! Üstelik filmde bütün bu temaların üstüne bir de mahalledeki evleri yıkıp yerine gökdelen dikmek isteyen bir zihniyete karşı verilen çevreci sayılabilecek bir mücadele de mevcut. Bunlar filmin günümüzün kimlik ve çevre sorunlarını da kuşatmak istediğini ima ediyor.

Ara sıra flashback sekanslarıyla bize sunulan Otto’nun eşiyle mutlu geçmişi, filmin genel havasının aksine giden, ışıltılı, yumuşak, sıcak ve belki de en önemlisi başkarakterin artık düşmüş olduğu karanlık çukuru en iyi şekilde açıklayan ve duygusal açıdan içimizi okşayan sahneler. Tom Hanks’in gençliğini oyuncunun gerçek hayattaki oğluna oynatması adeta filmin 'bonusu' oluyor.

Peki geriye hatalı isim kim kalıyor? Tom Hanks mi? Oyuncunun yeteneği ve kariyeri göz önüne alındığında bu itham biraz yersiz durabilir. Tom Hanks sayesinde belki filmin seviyesi yükseliyor ancak işte yine Tom Hanks yüzünden çizdiği antipatik karakterle aramıza mesafe koyamıyoruz. Başka bir deyişle sürekli Tom Hanks’in kim olduğunu hatırlayıp böyle davranmasının arkasında haklı nedenler olduğuna inanıp ona yakın duruyoruz, uzak değil! Sonuçta belki de asıl hatalı o!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .