Tartıyı tartmak
Mirası, yani geçmişten teslim alınıp geleceğe vakfedileni, "sermaye" adı altında çitleyen, bizi geçmişsiz, geleceksiz ve umutsuz bırakan kantarı nasıl bozmalı? Kantarı neyle, nasıl tartmalı?
Artık "paha biçilemez" olan şeylerle ilgilenmiyoruz. Özgün ve biricik olanın yerine, aynı olana değer veriyoruz. Bir şeyin makbul sayılabilmesi için o şeyin muadillerinin bulunması gerekiyor. Yani onun ölçülebilir, kıyaslanabilir ve değiştirilebilir olması... Bu da beraberinde aynılaşmayı ve standartlaşmayı getiriyor. Her şeyi ölçen, dünya denen bu koca pazaryerinde varlıklar, salt kendileri olarak kaldığı sürece bir değere sahip olamıyor. Gürül gürül akan sular boşa akmış oluyor, kendi başına nefes alan ormanlar israf sayılıyor. Birimlerine ayrılamayan yeryüzü, hatta bedenlerimiz marjinal ilan edilirken, işlenemeyen, paha biçilemeyen ya da pazarın diline tercüme edilemeyenler gözden çıkarılıyor. Bu yüzden her şey giderek birbirine benziyor, birbirine eklemlenerek ölçekleniyor ve zarif dünyamız koca bir çirkinlik abidesine dönüşüyor. Yani koca bir "kitsch"e.
Roger Scruton kitsch'i (e-skop, 2015), özü itibariyle kendisiyle özdeş olmayan şey olarak tanımlamış. Yani kendisinin ikâmesi. Kitsch ürünler, "paralel aynalara yansıyan nesneler misali sonsuza kadar kendilerini tekrar ederken" başkalarını da kendilerine benzetiyor. Aynıların arasında "kendisi olan", bir yer bulamıyor.
Paradoksal olarak değer atfetmek, ancak değersizleştirmeyle mümkün. İşte bu yüzden ormanlık alanlar yatırıma açılmadan önce vasfını yitiriyor, bereketli tarım arazileri marjinalleştiriliyor. Köylüler, yerliler ucuz işçilere dönüştürülmeden önce topraklarına acı, yıkım ve istikrarsızlık bahşediliyor. Kentsel dönüşüm başlamadan önce mahalleler uyuşturucuya, suça bulanıyor. "Güvenlik" anlatısı, hem toplumun hem de doğanın yeniden üretimini sağlayan yerleri "tekinsiz" ilan ettiğinde, avının önce boyunu ölçen bir yılan gibi, bu müşterek yerleri mideye indirmeye hazırlandığının sinyallerini veriyor. Yeni değerin yaratılması için önce varlıkların değersizleştirilmesi; bunun için de ölçülüp biçilmesi, birimlere indirgenmesi, maliyetinin yani direncinin hesaplanması gerekiyor. Paha biçilemez olanlarsa, paha biçilemedikleri sürece hakim anlatıların dışında kalıyor. Tam da bu yüzden başka bir anlatı, başka bir ölçü ya da tartı, başka bir değer yaratmaksızın, biricik olanların kendileri olarak kalması pek mümkün görünmüyor.
Doğal, kırsal, kültürel miras gibi gözetilmesi gereken müşterek varlıklara "milli servet" diyen anlatıyı nasıl bozguna uğratmalı? Mirası, yani geçmişten teslim alınıp geleceğe vakfedileni, "sermaye" adı altında çitleyen, bizi geçmişsiz, geleceksiz ve umutsuz bırakan kantarı nasıl bozmalı? Kantarı neyle, nasıl tartmalı? Ya da kantarın bir dışı var mı?
BAŞKA ÖLÇÜLER, DEĞERLER VE ANLATILAR
Doğada dönüşümler, korunmuş mikroiklimlerden adım adım açıklıklara yayılarak başlıyor. Kantar yerel ya da endemik olanı tartamıyor. Standardize edilemeyen, ölçeklenemeyen ve dolayısıyla pazarın diline tercüme edilemeyen yerellikler, yaşamın içinde bambaşka sonsuzluklar ve derinlikler yaratıyor. Her ne kadar iktisadi akıl, yerel olanı, ekonomiye kazandırılamamış ya da "yoksun" olarak tanımlasa da, gerek kültürel yaşamın yeniden üretilmesinde gerekse temel gereksinimlerin temin edilmesinde yerellikler paha biçilemez zenginlikler sunuyor. Bu yönüyle de şımarık ve savurgan bir çocuk gibi her şeyi kendi zamanına sığdırmaya çalışan kapitalist işleyişin karşısında "değersiz" olarak tanımlanan alanlar, aslında yaşamın temel destek ünitelerini oluşturuyor. Yani çoraklaşmaya mahkum düz ovalardansa kıvrımlar ve yükseltiler; girintiler, çıkıntılar, engebeler; çatlaklar, derinlikler, farklı nişler; yerel halklar, kültürler, çeşitlilikler; ulaşılamayanlar, çıkmaz sokaklar, off-road'lar ve off-grid'ler; boşa akan sular, kendi başına nefes alan ormanlar; işletilemeyenler, israf sayılanlar... Yaşam bütün bunların biriktirdikleri sayesinde dönüyor.
İş ki bütün bu farklılıklara kapitalizmin diline tercüme edilemeyen bambaşka ve biricik değerler atfedilsin. Ve her ne kadar bu değerler, toplanıp çıkarılamaz olsa da, iş ki bütün bu farklılıklar yepyeni bir anlatının baş karakterleri olsun. Yani "yok sayılanlar", sırasını bekleyen titrek bir av olmaktan çıkıp yeniden tarihin sahnesine sızsın.