YAZARLAR

Tabloya çorba fırlatmak mı, et üzerine gül bırakmak mı?

Gerçekten de insanlığın ortak mirası olan kültürel yapıtlar enva-i çeşit çorba, pasta, patates püresiyle kaplanırken biz kimiz, ne olduk ve nereye gidiyoruz? Gezegeni etik ve ekolojik açıdan hızla bir bataklığa sürükleyen insanoğlunun yıkıcı eylemleri karşısında temiz ve el değmemiş kalan biricik şeyin sanat olduğunu unuttuk mu yoksa?

Ressam Paul Gaugin, ölmeden önce yaptığı ve insanlık durumlarını görselleştirdiği son tablosuna “Biz kimiz? Nereden geldik? Nereye gideceğiz?” ismini verir. Belki de sonsuza dek yanıt bulunamayacak o devasa sorulardan biridir bu.

Son günlerde Avrupa’da pek “revaçta” olan, sanat eserlerine zarar vererek ekolojik duyarlılığı gösterme anlayışı, bunun da ağırlıklı olarak Z kuşağı üyeleri tarafından gerçekleştirilmesi, aktivizmin nerede bitip vandallığın nerede başladığına dair sorgulamaları da tetikledi.

Gerçekten de insanlığın ortak mirası olan kültürel yapıtlar enva-i çeşit çorba, pasta, patates püresiyle kaplanırken biz kimiz, ne olduk ve nereye gidiyoruz?

Gezegeni etik ve ekolojik açıdan hızla bir bataklığa sürükleyen insanoğlunun yıkıcı eylemleri karşısında temiz ve el değmemiş kalan biricik şeyin sanat olduğunu unuttuk mu yoksa?  

Aslında kimine göre “aktivizm”, kimine göre ise “vandallık” olan bu yakıcı sorunun temelde iki tarafı var:

Bir taraf sanat eserlerinin ekolojiden ve dünyanın korunmasından daha önemsiz olduğunu düşünerek, bu eserleri otoriter bir hiyerarşi üzerinden okuyor ve onları savunmasız olarak görüp savunularını sanata hakaretle ortaya koyuyor. Ancak bu eylemlerini, büyük petrol şirketlerinin koridorlarında veya Meclis kürsülerinde yapmayı tercih etmiyorlar.

Diğer taraf ise, elmalarla armutların karşılaştırılmaması gerektiğini düşünüyor. Onlara göre ekolojik duyarlılıklar kendi içerisinde değerlendirilip çözümlenmeli; bu güç mücadelesinin herhangi bir tarafı olmamanın yanı sıra, sanat zaten kendi içinde çevreye duyarlı bir damarı barındırıyor.  

Just Stop aktivistleri eylemi- Van Gogh Ay Çiçekleri Tablosu Londra Ulusal Galeri

Van Gogh’un buram buram ayçiçeği kokan o müthiş tablosuna saldıran ve misyonlarını ‘Birleşik Krallık’ın fosil yakıt kullanımı ve fosil yakıta bağımlılığını sonlandırmak’ olarak tanımlayan Just Stop Oil “aktivistleri” şöyle bir açıklamada bulunuyorlar: “Gerçekleştirdiğimiz zarar, hükümetin hem hayat pahalılığı hem de iklim krizi karşısında kılını kıpırdatmamasına verdiğimiz bir yanıttır.”

Yani bu iki “aktivist”, bir yandan fosil yakıtların giderek daha fazla kullanımıyla iklim değişikliğinin daha da derinleşeceğine, bir yandan da yüksek enerji fiyatları sonucunda milyonlarca hanenin yaşayacağı zorluklara dikkat çekmek istedi.

Kısa süre önce, petrol ve doğal gaz çıkarmak için kullanılan tartışmalı hidrolik kırılma yöntemine dair yasağın kaldırıldığı Birleşik Krallık’ta bir yandan da enerji fiyatlarında ciddi bir artış var ve bunun sonucunda 8 milyona yakın hane “yakıt yoksulluğuna” sürüklenecek.

Just Stop aktivistleri eylemi, Kral 3.Charles balmumu heykeli, Madame Tussauds Müzesi

Pazartesi günü ise Londra'da iklim aktivistleri Madame Tussauds Müzesi’nde bulunan Kral 3. Charles'ın balmumu heykeline pasta fırlattı - o pasta için ne kadar karbon ayak izi bırakıldığını umursamaksızın...

Oysa Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği tablosuna kendinizi yapıştırdığınızda da Birleşik Krallık hükümeti hemen petrol ve doğal gaz çıkarma ruhsatlarını durdurmuş olmuyor. “Sanat mı yoksa insan hayatı mı öncelikli?” tartışması ise kısır bir noktada kalıyor, çünkü karşılığında yapıcı bir argüman, bir yol haritası, bir çözüm önerisi sunulmuyor; karar alım süreçleri üzerinde doğrudan veya dolaylı bir etki doğurulmuyor.

Just Stop aktivistleri eylemi, Leonardo Da Vinci, Son akşam yemeği tablosu,  Royal Academy of Arts

Kuşak araştırmacısı Evrim Kuran’ın “küresel köyün kaygılı çocukları” olarak nitelendirdiği Z kuşağındaki adalet ve eşitlik arayışı en çok istihdam ve ekolojide kendini gösteriyor. Kıt kaynakların olduğu bir dünyaya gözlerini açan bu kuşak umutsuz, endişeli, çünkü geleceklerinin ellerinden alındığını düşünüyor. Bu endişelerini “diğer kuşaklara” göstermek isterlerken ise, kimisi siyaseti, kimisi sivil toplum örgütleri çatısı altında aktivizmi, kimisi edebiyatı, kimisi sanatı, kimisiyse vandallığı tercih ediyor.

Ancak, aktivizm ile vandallık arasında net bir ayrım var. Arzu ettiğimiz toplumsal değişimler, insan dehasının en yüksek düzeyde ifadesi olan sanatı düşmanlaştırarak, Louvre Müzesi’nde sergilenen Leonardo da Vinci’nin başyapıtı Mona Lisa tablosuna pastalı saldırıda bulunarak gerçekleştirilmez.

Just Stop aktivistleri eylemi, Mona Lisa, Louvre Müzesi

Vandalizm veya sanata zarar verilmesi, kendi özünde otoriter bir eylem biçimidir ve insanlığın sanatsal başarılarını hakir görür. Oysa sanat, ona bakanların yaşamlarını değiştirecek kadar güçlü olabilir.

Modernist akımın büyük şair ve yazarlarından Rainer Maria Rilke, “Sanatın başı derin saygıdır, kendine saygı, her yaşantıya, her nesneye, büyük örneklerden her birine ve henüz sınanmayı bekleyen kişisel özgücüne saygıdır” der.

Konu; sadece Van Gogh tablosunun 84,2 milyon dolar değerinde olması, tablolara zarar vermek için ucuz gıdalardan olan çorba veya patates püresinin seçilmesi, Van Gogh’un ay sonunu zor getiren bir sanatçı olarak yaşaması ile günümüzde yaşam pahalılığı sonucunda kronik yoksunluklar çeken insanlarla paralellikler kurulması veya her iki tablonun da cam bir tabakayla korunması da değil.

Konu; bu tür eylemlerle bir şok etkisi yaratmak ve topluma değerleri arasında önceliklendirme yapma çağrısında bulunmak. Konu, sanata, kendine, dünyaya, nesneye saygıdır.

Hayatı boyunca doğaya müthiş bir tutkuyla bağlı olan, doğanın sıradışı güzelliğini eserlerine yansıtmak için adeta çırpınmış olan Van Gogh’un Ayçiçekleri tablosuna çorba veya Monet’nin Saman Yığınları tablosuna patates püresi fırlatmak ve böylelikle iklim değişikliğine veya fosil yakıtlara dair bir farkındalık uyandırdığını sanmak, bir itirazı ifade etse de, aslında temel ahlaki ve yasal sınırları da aşıyor.  

Just Stop aktivistleri eylemi, Claude Monet Sarı samanlar tablosu, Barberini Müzesi

Rusya’nın Ukrayna topraklarını haksız işgalini eleştirmek için Rus kültürüne yönelik açılan apansız ve acımasız saldırı dalgasını nasıl kınadıysak, ekolojiye dair tepkileri, Claude Monet’nin veya Van Gogh’un tablolarını günah keçisi olarak gösterenlerin toplumsal zarar doğuran eylemlerini de aynı şekilde kınamalıyız.

Bir sorunu protesto etmenin en doğru yeri kültür-sanat merkezleri değil, karar alma ve uygulama mecralarıdır; yani karar alan meclislerdir, bir fikir üretip karar alıcıları etkileyen sivil toplumdur, protesto edilen konuyu veya ürünü üreten çok-uluslu şirketlerdir. Ünlü aktivist Noam Chomsky’e göre, aktivizmde kahramanlıklar yerine iyi fikirlerin arayışında olmalıyız.

Sanata yönelik siyasi amaçlı vandalizm söz konusu olduğunda sıklıkla Britanyalı-Kanadalı kadın hakları savunucusu Mary Richardson örneğine yer verilir. İngiltere’de kadınların oy hakkı kazanmasında etkin rol oynayan Richardson, 1914’te Londra National Gallery’de Aynadaki Venüs isimli tablonun önündeki koruyucu camı kırıp cebinden kıvrak bir hareketle çıkardığı baltayla mitolojinin en güzel kadınına dair resme saldırmış, ardından da tutuklanmıştı. Ardından da “yeni bir resim satın alabilirsiniz ama Sn. Pankhurst’un hayatını geri alamazsınız” diyerek o sırada hapishanede açlık grevindeki bir diğer kadın hakkı savunucusu ve Britanya’daki süfrajet hareketinin öncüsü Emmeline Pankhurst ile duygudaşlığını ifade etmişti.

Ancak bundan sonra müzenin belirli bölümleri ve koleksiyonları kadın ziyaretçilere kapatılmış, ancak erkeklerin eşliğinde görmelerine izin verilmişti –tıpkı şimdi müzelerde sıkı bir püre ve çorba denetimi yapılacağı gibi... Richardson’ın vandalizmi, bir yandan da toplumdaki cinsiyet rollerinin daha da keskinleşmesine, kadınların müzelerde bile erkeklerin eşliğinde gezmelerine yol açmıştı. Bu siyasi eylemler, sonuç itibariyle, bugün hedeflerindense, zarar verdikleri sanat eserleriyle anımsanıyorlar.

Dolayısıyla, dönüştürücü, stratejik ve ilerlemeci bir liderlik sergilenmeli, yıkıcı ve alay konusu edilen, yamalı bohçayı andıran münferit eylemler değil.

Elbette tüm aktivizm türleri stratejik düşünen liderlerin uzun uzadıya tasarladığı şekilde ilerlemez, bazen aktivizm bir öfkenin çığlığı da olabilir. Ama özünde barışçıl ve yapıcı olması gereken bu çığlığın şiddetle, zorbalıkla, sanat düşmanlığıyla ilişkilendirilmemesi, yapılan itirazın da değerini azaltıyor, onu gülünçleştiriyor.

Vegan beslenmeye dikkat çekmek, hayvansal ürünlerin tüketimine karşı çıkmak için marketlerdeki süt dökme eylemleri de aynı şekilde amacına hizmet etmeyen, çok daha fazla kirlilik ve emeğe saygısızlık doğuran, o sütü temizlemek zorunda kalan emekçiden, zararı tazmin etmesi beklenen market sahibine, o ürünün ziyan edilmesinin ekolojik dengelere verdiği etkiye dek uzanan zararlar zincirini tetikleyen davranış kalıplarıdır.

Tüm bu saldırganlığa karşılık, marketlere girerek etlerin üzerine birer gül bırakan aktivistlerin eylemleri de bir o kadar barışçıl olarak algılanıyor ve toplumun saygısını ve desteğini kazanıyor.

Ve bu tür çığlıkların duyurulması için sanat aslında elverişli bir platform sunuyor. Ama anlık bir dürtüsellikle yakarak, yıkarak, bozarak, kirleterek değil sanat yaparak duyurulmalı bu güçlü sesler...

Bir yandan doğadaki dengelerin fosil yakıtlarla, modern teknolojilerle bozulduğunu iddia ederken, bir yandan da aynı teknolojilerin ürünü olan bir hazır çorbayı kullanarak sanata saldırmanın çevre bilinciyle herhangi bir ilgisi de yok. 

“Çokluk senindir” der büyük şair Turgut Uyar.

“kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir,” diye ekler.

Bu dünyada ne var ne yok senindir, benimdir, bizimdir. Elinde bir silah gibi tuttuğun aktivist gücün, adaletsizliğe karşı öfken de senindir. Ama o çokluk içerisinde sanat da bizimdir, kültürel değerlere saygı da, ayçiçekleri de, iklim değişikliği ve doğanın hunharca katledilmesine karşı ortak bilinç de bizimdir.

Yıkımı yücelten vandallık yerine yaratımı, birikimi ve değerleri önceleyen aktivist olacaksan, iklim değişikliğine dair karar alma süreçlerine katkı vereceksen, tutma soluğunu, sen de genişle, “senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi.”


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.