Suriye’de Kürtlerin geleceği
Türkiye ile Kürt tarafı arasındaki doğrudan bir diyalog için ABD ve Güney Kürdistan’ın oynayabileceği kolaylaştırıcı rol Türkiye’nin Kürt kazanımlarını kabul etme noktasına gelmesinde etkili olabilir.
Hamas’ın İsrail’e saldırdığı 7 Ekim 2023 tarihinin daha şimdiden bölgesel düzeyde, Suriye ölçekli ve Kürt sorununu kapsayan üç katmanlı sonuçlar üreten bir milat olarak kodlandığını söylemek mümkün.
7 Ekim miladından sonra yaşanan gelişmeler içinde en derinlikli, kapsamlı ve tarihi nitelikte olanı İsrail’in saldırıları karşısında İran’ın mezhepçi bölgesel egemenliğinin çöküşü oldu. İran ve vekil güçlerin yenilgisinin sonuçları Ortadoğu’da jeopolitik yapının köklü değişimine ve bölgede yeni bir nizamın kuruluşuna yol açacak denli şiddetli, sarsıcı ve kalıcı görünüyor. Son bir buçuk yılda yaşananlar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da inşa edilen sistemin, radikal bir altüst oluşun eşiğinde olduğunu göstermektedir. 7 Ekim sonrası sürecin domino etkisini daha şimdiden Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’yi aşan geniş bir coğrafyada izlemek mümkün.
Bu yazıda daha somut olarak 8 Aralık 2024 tarihinde Esad rejiminin çöküşü ile Suriye’de başlayan süreci ve Suriye’deki Kürtlerin geleceğini ele almaya çalışacağım.
ESAD SONRASI SURİYE
7 Ekim miladı sonrası Ortadoğu’da yaşanan en gerçek ve sarsıcı gelişmelerden biri Suriye’de 62 yıllık Baas rejiminin çöküşüdür. Aldığı ağır yenilgi sonrasında İran’ın bölgeden çekilmesi, Hizbullah’ın dağılma noktasına gelmesi ve Rusya açısından Esad yönetimini desteklemenin maliyetinin katlanılmaz seviyeye gelmesiyle boşlukta kalan Baas rejimi 8 Aralık 2024 tarihinde çözülüp tarihin sayfalarına karıştı.
Yıllardır halkına kan kusturan, kimyasal silah kullanmak dâhil başvurduğu vahşi ve barbarca yöntemlerle insanlık dışı suçlara imza atan, baştan aşağı yozlaşıp mafyalaşan Esad rejiminin çökmesi Suriye ve bölge için yeni bir başlangıç anlamına gelir. Esad yönetimi mezhepçi İran rejimiyle yaptığı işbirliği ve köktenci örgütlere sunduğu destekle bölgenin istikrarsızlaşmasında başat rol oynadı.
Otoriter Baas rejiminin yıkılması, Suriye’de barış ve istikrarın inşası ve demokratik bir düzenin kurulması için tarihi bir kapı aralamıştır. Buna karşın yeni Suriye’nin inşasının kolay olmadığını bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Suriye’yi fırsatlar ve risklerle dolu belirsiz bir süreç beklemektedir. Suriye’nin geleceğini belirsiz kılan faktörlerin başında Heyet Tahrir el Şam gibi cihadist bir yapının Şam’da yönetimde yer alıyor olmasıdır. İç dengeler ve ona Şam’ın kapısını açan dış güçlerin desteğinin devamını sağlamak adına başvurduğu imaj gösterileri ve sergilediği pragmatizme karşın söz konusu cihadist yapıya güvenmek için neden yoktur.
Öte yandan ülkenin tümünü kontrol edecek güçten yoksun olması, ekonomik ve siyasi desteğine ihtiyaç duyduğu ABD, Batılı güçler ve Körfez ülkelerine olan bağımlılığın sınırlayıcılığı ve İsrail’in Suriye’nin bütün askeri, teknik ve lojistik alt yapısını yok etmesi, HTŞ’yi Şam ve çevresinde dar bir çember içinde kımıldayamaz hale getirmiştir. HTŞ Şam’da iktidar olsa bile Suriye’de muktedir olmaktan uzaktır. HTŞ’nin söz konusu sınırları ve kuşatılmışlığı, onun ülkenin geleceğindeki potansiyel olumsuz etkisini azaltan ve olası rolünü belirsiz kılan bir etkendir.
Suriye’nin geleceği bakımından olumlu haneye yazılacak iki faktörden daha söz edilebilir; ilki ülkenin çok etnisiteli ve kültürel yapısı, ikincisi ise dış dinamiklerin etkisidir.
Suriye’nin çok etnisiteli, çok kültürlü ve inançlı çoğul yapısı, kurulacak siyasal sistemin çoğulcu yönde şekillenmesinde itici bir rol oynamaktadır. Suriye’nin güneyinde yaşayan Dürzi toplumu, anayasal güvence sağlanmadan HTŞ güçlerinin, yaşadıkları Suveyde kentine girmesine izin vermediler ve federal bir sistemden yana olduklarını açıkça dile getirdiler. Akdeniz sahillerinde yaşayan Nusayri toplumu kendi kendini yönetme talebini güçlü bir biçimde ifade ediyor. Hıristiyanlar, aydın ve seküler Araplar HTŞ’nin kuracağı yeni bir baskı rejimine karşı teyakkuz halinde bulunuyor, demokratik ve özgürlükçü bir rejim için seslerini yükseltiyorlar.
Yüz yıla yakın bir zamandır baskıcı ve tekçi rejime karşı mücadele eden Suriye toplumunun yeni bir dikta rejimine izin vermesi düşünülemez. Geçmişte yaşadıkları onca mezalim ve katliamların kaynağında gücün tek kişi, parti ya da etnik ve dini grupta toplanmış olmasını acı deneyimlerle biliyorlar. Suriye toplumunun ezici çoğunluğu bütün toplumsal farklılıkları kapsayan, herkesin kendini özgür hissettiği ademi merkeziyetçi bir sistemin kurulması gerektiğinin altını çiziyor.
Yeni Suriye’nin geleceği bakımından pozitif haneye yazılabilecek faktörlerden birisi, uluslararası toplumun yeni Suriye’de kapsayıcı ve çoğulcu bir sistemin kurulmasına verdikleri destektir. ABD, Fransa, Almanya gibi belli başlı ülkeler her keresinde Suriye’de kapsayıcı bir sürecin gereğinin altını çiziyorlar. Ortadoğu’da otoriter ve cihadist odakların geçmişte yol açtığı savaş ve istikrarsızlığa ilişkin deneyimler ilgili bütün aktörleri Suriye’nin geleceğine ilişkin ihtiyatlı davranmaya zorluyor
SURİYE’DE KÜRTLERİN GELECEĞİ
Suriye’de Kürt meselesinin adil ve eşitlikçi çözümü Suriye’de yeni bir geleceğin inşası bakımından belirleyici bir konumdadır. Kürtler kurulacak yeni ve demokratik Suriye’nin temel istikrar ve denge unsurlarından biridir. Kürtler yeni Suriye’de her türlü otoriter, etnik ve mezhepçi zihniyete karşı bir istikrar ve denge supabı niteliğindedir. Kürtler olmadan yeni bir Suriye’den söz edilemez.
Suriye’de Kürt meselesinin çözümü Kürtlerin ulusal hak ve özgürlüklerinin tanındığı, ulusal varlığının anayasal güvenceye alındığı ademi merkeziyetçi/federal bir sistemle mümkündür.
Suriye’de Kürtlerin özgürlüklerini kazanması ve siyasi bir statüye kavuşması için halledilmesi gereken iki temel sorun bulunuyor; ulusal bir program etrafında birleşmek ve Türkiye’nin tehditleriyle baş etmek.
BİRLİK KONUSUNDAKİ EŞİK
Bugün Kürtler için acil ve yakıcı görev ulusal bir program etrafında birleşmek ve ortak bir heyetle Şam’da siyasal sürece katılmaktır. Kürt kamuoyu uzun bir süredir Rojava’da Kürtlerin, özel olarak ENKS ve PYNK blokunun ulusal bir mutabakata varması yönünde yoğun bir kampanya yürütüyor. ABD ve Fransa ise Kürtlerin ortak bir heyet halinde HTŞ ile masaya oturması amacıyla taraflar arasında mekik dokuyor. Kürt kamuoyunun ısrarlı baskısı ile ABD ve Fransa’nın girişimlerinin sonucunda Kürtlerin birliği yönündeki trafik son dönemde hızlandı. Söz konusu girişimlerin etkisiyle KDP Genel Başkanı Sayın Mesut Barzani bu yılın başında bir inisiyatif alarak temsilcisini ENKS ve SDG ile görüşmek üzere Rojava’ya gönderdi. Rojava’ya yapılan ziyaret ardından 16 Ocak 2025 tarihinde Sayın Mesut Barzani ile SDG Komutanı Mazlum Abdi Hewlêr’de görüştü. Söz konusu görüşme Rojava’da Kürtlerin birlik çabalarına yeni bir ivme kazandırdı, bu konuda kritik bir eşik aşıldı. Öte yandan iki Kürt liderinin yaptığı görüşmenin ABD’nin teşvikiyle ve Türkiye’nin bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini öngörmek zor değil.
Hewlêr’deki buluşmanın ardından ENKS ve PYNK’nin ulusal bir strateji üzerinde çalışmayı hızlandırdıkları ve Şam’a ortak bir heyet olarak gitme konusunda uzlaştıkları gelen haberler arasında. Her iki Kürt tarafın ulusal birlik iklimine zarar veren karşılıklı propagandaya son verme kararı aldığı açıklandı
Kürt siyasi partilerinin Şam’da HTŞ’yle ve ilgili diğer aktörlerle ortak bir heyet olarak muhatap olmaları sadece Kürtlerin temel haklarına kavuşması açısından değil, Suriye’de ulusal diyalog sürecinin başarısı açısından da son derece önemlidir.
TÜRKİYE’NİN TEHDİTLERİYLE BAŞ ETMEK
Bu konuda üç alternatiften söz edilebilir.
Türkiye son dönemde “SDG/PYD ya silah bırakır ya da biz bıraktırırız” söylemlerinin dozunu düşürmüş ve bu işin çözümünü HTŞ’ye havale etmiş görünüyor. Türkiye’nin şu anda tercih ettiği yol budur. Basına yansıdığı kadarıyla HTŞ ve Kürt yetkilileri Suriye’nin geleceğini ve SDG’yi merkezi orduya entegre etme meselesini müzakere etmeye devam ediyorlar. Altı çizilmesi gereken bir nokta şu ki HTŞ Türkiye’nin beklentilerinden farklı olarak SDG ile ilişkilerinde daha gerçekçi bir noktada duruyor. Söz konusu konuların çözümünün dayatmayla değil bir süreç gerektirdiğinin farkında. Türkiye’nin de yapması gereken şey Suriye iç dinamiklerinin bu konudaki iradelerine saygı göstermektir.
Türkiye bakımından ikinci alternatif, sıkça ifade edildiği gibi bu işi çözmek için doğrudan askeri bir operasyon başlatmak. Bu ise Suriye’de barış ve istikrar adına ortaya çıkan her şeyi heba etmektir. Türkiye’nin Rojava’da askeri bir operasyon başlatması her şeye sil baştan başlamak olur ki buna ilgili hiçbir aktör evet demez, HTŞ de dâhil.
Üçüncüsü, Türkiye’nin, Rojava ile ilgili “çekincelerini” Suriye Kürtleriyle doğrudan görüşme ve diyalogla çözme seçeneğidir. Böyle bir süreçte Kürtlerin ortak bir heyetle masaya oturmasının Türkiye’nin tehdit olarak dile getirdiği argümanları zayıflatacağını söylemek mümkündür. Benzer şekilde Türkiye ile Kürt tarafı arasındaki doğrudan bir diyalog sürecinde ABD ve Güney Kürdistan’ın oynayabileceği kolaylaştırıcı rol Türkiye’nin Kürt kazanımlarını kabul etme noktasına gelmesinde etkili olabilir.
Bütün göstergeler Türkiye bakımından Güney Kürdistan deneyiminin Kuzeybatı Kürdistan’da tekerrür edeceğini gösteriyor, muhtemelen bütün diğer seçenekler tüketildikten sonra.
*PSK Genel Başkanı