Sürdürülebilirlik, küresel ekonomi ve finans

Bilimi ve sürdürülebilirliği esas almazsak, sadece dolaşımdaki takas aracı olan 'şey' değişecektir. 'Şey' çünkü AI, blokzinciri ve kripto paralar, paraya yönelik fiziksel öğrenimlerimizi değiştiriyor.

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Sürdürülebilirlik konusu sıklıkla enerji, atık, endüstri, iklim değişikliği ve benzeri olgularla anılıyor. Bu durum bir yandan kavramın sürekli gündemde kalmasını sağlarken diğer bir taraftan da çok büyük ve kronik sorunların parçası gibi anılmasına ve "çözümsüz bir konu” algısının üzerine yapışmasına neden oluyor. Bununla birlikte bütün bu problem alanlarının ardında beslenmeyi ve de yavrularını beslemeyi bekleyen küresel finans sistemi, sıklıkla göz ardı ediliyor. Göz ardı edilmesi bir yana hali hazır finans sistemi öğrenilmiş çaresizlik durumu yaratılması istenircesine, bir tabu haline getiriliyor.

Bu olumsuz durum ise iki şekilde işliyor. Birincisi “bir bütün olarak mevcut ekonomik ve finansal sistem öyle düzgün ve işlevsel ki” revizyon dahi kabul etmiyor. İkincisiyse “bu sistemin alternatifi olarak büyülü ve her şeyi bir anda çözeceğini iddia eden tamamen kurgu, alternatif sistemler tedavüle sürme” mefhumu olarak karşımıza çıkıyor. Yani fantastik ya da geçmişte denenmiş başarısız bir örnek ortaya atılıp, konunun ciddiyeti dağıtılıyor, korku faktörünün de etkisiyle dikkatler zihni sinir alternatife kaydırılıyor. Aslında yapılan Ad metum ve/ve de argumentum. Yani yekten safsata! Halbuki sürdürülebilirliği destekleyecek ekonomik ve finansal model için ne mevcudu darmadağın etme ne de şapkadan tavşan çıkarmaya gerek var. Aynı doğanın da yaptığı gibi adaptasyon önem kazanıyor.

Öncelikle sorunu esastan tarifi edelim. İnsan özellikle Neolitik Dönemden itibaren bireysel olarak tüketim vb. yollarla kendini var etme veya diğerlerinden ayrıştırma derdinde. Devletler ve insanlık ise daha çok tüketim ve maddi açıdan zenginleşme göstergeleriyle bilimsel, ahlaki ve teknolojik olarak gelişmişlik açısından hep daha ileri gitmek ve yine nihayetinde ayrışmak istiyor. Artan tüketim ve rekabet ise her geçen gün daha çok üretme ve büyüme baskısında altındaki şirketleri, ekonomileri semirtiyor. Rekabette öne geçme ise maliyet kısma, teknolojik gelişmeler ve verimlilikle birlikte oluyor. Sonunda yeni patentler, büyüme ve elbette nur topu gibi iklim krizi ve doğal kaynak yitimi gibi çıktılarımız oluyor. Küresel ekonomi ve finans sistemi ise bu paradigmayı sürdürmek için fren nedir bilmeyen bir trafik magandası gibi hep daha fazla hız istiyor. Arada bir de resesyon bazen stagfilasyon ve akabinde kriz yaratıyor ki zayıflar silkelensin ve kimin patron olduğu gösterilsin. Ama paradigma değişiyor! Çünkü bu haliyle küresel ekonomi, finans sistemi ve sürdürülebilirliğe Dünya dar geliyor. Zira yer kürenin fiziki olarak sunabileceklerinin bir sınırı olduğu gerçeği de yanı başımızda öylece duruyor. Uzay madenciliğine başladık bile! Geri dönüşüm, yeni teknolojiler, daha az israf ve verim gibi konularla sorun ertelenmeye çalışılıyor ama bu sadece uzatmaları oynadığımız anlamına geliyor.

Geçmişte coğrafi keşifler, kölelik, sömürgecilik, endüstri devrimi ve komünizm-kapitalizm paradigmaları gibi palyatif veya çözülmüş illüzyonu yaratan uygulamalarla sorun, geçici olarak gizlendi. Ama her biri miadını doldurdu ya da doldurmak üzere. Zira keşfedecek bir yer kalmadı. Petrol veya madenler vb. için direk savaşa gerek kalmadı çünkü kabaca ortak pazar ortamında savaşmadan direk yönetebilir ve dahi sahip olabilirsiniz. “İlla savaş lazım” diyenler için vekalet savaşları tedavüle sürüldü. Sıralarını yavaştan Afrika’ya ve Asya’ya devreden Güneydoğu Asya ve Çin örneğindeki gibi sömürgecilik ve kölelik geçmişte olandan daha yaygın ve “legalize” olmuş şekilde ucuz işçi, doğal kaynak temini ve kirli üretim modeliyle tedavülde. Diğer taraftan endüstri devrimi patent ve teknoloji savaşları olarak teknoloji titanlarını yaratıyor. Onlar ise büyük kitlelere kârlılık ve güç karşılığında sağ-sol gibi paradigmaların önüne geçen ya da gerekliliklerini sorgulatan tek düze bir yaşam modelini, pasifizm ve apolitizm güzellemelerini servis ediyor.

Günümüzde merkez bankalarına savaş açan blokzincir teknolojisi, kripto paralar ve kullanmaya başlayan ülkeler, altına dayalı kripto para girişimleri, ülkelerin ulusal kripto para girişimleri, her geçen gün kendi finans ve bankacılık sistemini kuran titan şirketler, mevcut finans sistemini silkelemeye çalışıyor. Merkez bankaları da Ice Braker gibi projelerle çağı yakalamaya çalışıyor. Öte yandan ortak para birimi kullanan AB, kullanmaya hazırlanan BRICKS gibi topluluklar da doları güçlendirmek için kurulmuş değil elbette. Rakamlar ve istatistikler de dolaşan paradaki dolar ağrılının, son çeyrek içinde yüzde 70’lerden kabaca son yüzde 59’lu seviyelere geldiğini gösteriyor (IMF). Görüldüğü üzere ekonomi ve mevcut finans sistemine bir savaş açılmış gibi duruyor ama bu yeni düşmanın sürdürülebilirliğin dostu olduğu konusu şüpheli. Yani düşmanımın düşmanı, her zaman dostumuz olmayabiliyor.

Çözüm noktasında tarif edilen ekonomik modelin ve finans sisteminin dünden bugüne kurulmadığını ve bazı temellerle sıkı sıkıya korunduğunu bilerek, sürdürülebilirliğe adaptasyonun öyle kolay olmayacağını anlamamız gerekiyor. İlk olarak “Çin uçacak, Amerika batacak ve Hindistan kaçacak” gibi komplo söylemlerinden ve bilimsel temellere dayanan finansal yapıyı, gündelik siyasete kurban etmekten vazgeçelim. Çünkü bilimi ve sürdürülebilirliği esas almazsak, değişebilecek olan sadece dolaşımdaki takas aracı olan “şey” olacaktır. Şey diyorum çünkü AI, blokzinciri ve kripto paralar, paraya yönelik fiziksel öğrenimlerimizi günden güne değiştiriyor. Öte yandan hali hazır sistemi illa değiştirme niyetindeyseniz, özgür bir finans, yatırım ve entelektüel üretim ekosisteminiz yok ise, orta gelir tuzağı gibi inişiniz çıkışınız kadar hızlı olabiliyor. Ayrıca sadece adını dönüştürerek, mesela “döngüsel ekonomi” diyerek, bir şey dönmüyor, dönüşmüyor. Sonuç ise farklı tas ve ne yazık ki her geçen gün biraz daha ısınan aynı hamam!  Yapılması gerekense küresel limitlerimiz ışığında mevcut paradigma içinde belirlenmiş alt ve üst sınırlar getirmek, eşitliği yani doğal kaynaklar ve tüketim dengesini yeniden tesis etmek. Ama çözümü anlayabilmek ve içselleştirebilmek için finans sistemini anlamak gerekiyor.

Bireylerin, şirketlerin, devletlerin, çok uluslu düzenleyici ve karar alıcı örgütlerin şekillendirdiği ekonomi ve finans sisteminde ürün, hizmet, genel olarak değerler üretiliyor. Bu değerler arz, talep ve ihtiyaca göre geçmişte altın, gümüş, bronz ve şimdi ise merkez bankaları tarafından basılan parayla değiş tokuş oluyor. Bireyler ve şirketler parayı saklamak ve kredi için bankalara, bankalar ise sendikasyon vb. faaliyetler için diğer bankalara, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) gibi organlara ve Merkez Bankasına (MB) bağlı. MB’lerse Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS)’e entegre. Birleşmiş Milletler ‘in bir parçası olan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarsa küreselleşmeyi sağlayan organlar. Bu yapı, Think Tank kuruluşları ve G8-G20 gibi oluşumlar ile yakında geride bıraktığımız Davos gibi zirvelerde, ekonomi ve finans adına yol haritalarını belirliyor. En tepede şimdilik, rezerv paraya yani dolara sahip olan ABD ve merkez bankası (FED) bulunuyor. FED’in para politikaları özellikle gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeleri önemli ölçüde etkileme yetisine sahip. Kontrol edilen güç bu kadar büyük olunca, talibi de çok oluyor. Değişen güç dengeleri, Yapay Zekâ (AI) gibi gelişimeler ve sürdürülebilirlik gibi gündemler, lideri sarsmaya çalışıyor. Makine tekliyor! Blockchain, BRICKS, AI, bankalaşan şirketler ve titanlar… Loading!

Görüldüğü gibi sistem her ne kadar karmaşık gibi görünse de aslında tamamen birbirine bağlı olduğu için kontrol edilmesi de çok zor değil. Bunu en iyi küresel krizlerde, etkinin hızlıca tüm dünyaya yayılmasıyla görüyoruz. Dolayısıyla sistem içinde sürdürülebilirlik yönünde yapılacak adaptasyonun etkisini de her düzeyde görebileceğimizin kanıtlarından biri bu. Çözüme yönelik adımlar ise;

Gönüllü ve Zorunlu (Gönülsüz!) Karbon Piyasası: Bireylerin, özel sektörün, kamu ve finans sistemine bağlı tüm organların karbon izleme sistemleriyle kredi erişimine tabi tutulması gerekiyor. Günümüze değin gönüllü karbon piyasalarıyla ve adım adım zorunlu karbon piyasasıyla dar bir kapsamda ilerleyen süreç hem hızlandırılıp hem de tüm organları içine zorunlu olarak alacak şekilde genişletilmeli.

Kredi Temerrüt Sistemi (CDS): Bilindiği üzere ülkeler borçlanırken bütçe açığı, borcunun gayri safi milli hasılaya oranı ve ülkenin piyasa güvenilirliği gibi kriterlerle hesaplanan CDS’e göre borçlanıyor ve gelecek yatırımlar da bu oranlar nazarınca sigortalanıyor. Yönetimsel anlamda sürdürülebilirlik dışı sistemlere teveccüh gösteren ülke yönetimleri için caydırıcı ve teşvik edici bir mekanizma bütünü için CDS hesaplamalarına, ülkenin karbon kredisindeki durumunun da entegre edilmesi gerekiyor.

Kredi Derecelendirme Mekanizması: Kredi derecelendirme mekanizması özellikle finans piyasaları ve yatırım ekosisteminde ülkelerin kısa veya uzun vadeli yatırım almasını, fonların gelmesini, yatırım yapacak şirketlerin veya genel olarak iş birliklerinin de ülkeye yatırımındaki finansal yükümlükleri ve sigortalama koşullarını belirleme açısından önemli. Bu kuruluşlar günümüze değin bu notları belirlerken büyük ağırlıkla ülke ekonomisinin gelir yaratma kapasitesi, likidite göstergeleri, dış borç ve siyasi risk durumlarını ölçüyordu. Son yıllarda Çevresel, Sosyal, Yönetişim (ESG) gibi sistemler de ağır aksak devreye girse de derecelendirme kriterlerine, ülkenin ya da derecelendirmesi yapılan organın karbon karnesi de dahil edilmeli.

AI ve Yeni Teknolojiler: Yeni biten Davos’ta da gündemde olan ve finansal sistemi etkilemesi ön görülen yeni AI gibi teknolojilerin, öğrenme kurgusuna ve mantıksal çerçevelerine mutlaka sürdürülebilirlik parametreleri dahil edilmeli.

Dünya Bankası ve IMF gibi Organlar: Özellikle dara düşen ülkelere ve sektörlere finansal programlarla destek vermek gibi görevi de olan bu örgütlerin reçetelerinde, sıklıkla kamu maliyesine yönelik tasarruflar, vergilendirme ve ücret sistemlerinde değişiklik talepleri öne çıkıyor. Bu reçetelerde mutlaka sürdürülebilirlikle ilgili parametreler de yer almalı.

Merkez Bankaları: Ulusal merkez bankaları, bağımsızlıkları, sıkılaşma ve genişlemeye yönelik kararları, özellikle de FED’in ve de ECB’nin para politika kararları, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik gidişatlarında, sürdürülebilirliğin entegrasyonu noktasında belirleyici. Özellikle sıkılaşma döneminde dolaşan dolar azaldığında ve diğer ülkelerin paraları değer kaybettiğinde, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler, sıklıkla imar uygulamalarıyla kamusal alanları nemalandırma ve daha düşük çevresel standartlarda yatırımlara ve doğalgazdan kömüre geçiş gibi daha kirli kaynaklara teveccüh gösterebiliyor. Dolayısıyla merkez bankaları ve küresel karar mekanizmaları para politikaları kararlarını alırken sadece enflasyon, satın alma yöneticileri endeksi (PMI), istihdam vb. gibi bilinen göstergeleri değil, karbon kredi sistemlerine dair göstergeleri ve diğer ülkelerin ekonomik parametrelerini de dikkate almalı.

*Ornitolog, yazar, sürdürülebilirlik uzmanı