Suphi Varım: Yaptığım iş gerçek ile kurguyu bütünleştirmek

Suphi Varım'ın kaleme aldığı Rum dedektif Sokratis Eliseos’un maceralarından oluşan serinin sekizinci kitabı 'Sokratis ve Sisteki Gölgeler' Oğlak Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Suphi Varım, Thule Büyücüsü adlı casusluk romanıyla polisiye edebiyattaki ilk eserini vermesinin ardından, Düello, Kâbus ve Gölge romanlarından oluşan Smirna Üçlemesi ile üretmeye devam etti. Bunun ardından, Dünya Kitap 2014 En İyi Telif Polisiye Roman Ödülü’ne layık bulunan ve Yunancaya da çevrilen Karalıkta İki Ceset adlı romanını Kızıl Üçleme’nin ilk iki kitabı olan Smirna Kızılı ve Karanlığın Kızıl Geçidi ve Dedektif Çırağı adlı bir de gençlik romanı izledi.

Ancak Suphi Varım dediğimizde aklımıza evvela Sokratis serisi gelir. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başındaki İzmir’de, Rum dedektif Sokratis Eliseos’un maceralarından oluşan serinin sekizinci kitabı geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Sokratis ve Sisteki Gölgeler adını taşıyan kitap Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Kitaplar serisine ait.

Biz de bu vesileyle Suphi Varım’la keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

'TARİH KİTABI YAZMIYORUM'

Kitabın yazım süreciyle başlamak istiyorum. Sokratis ve Sisteki Gölgeler nasıl ortaya çıktı? Yazım sürecine dair bizimle paylaşmak istediğiniz neler var?

Sokratis hikâyeleri, tarihin belirli dönemlerinde geçer. Mesela İkinci Meşrutiyet, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı… Bazen de geri dönüşlerle Paris Komünü’ne, 1905 Rus İhtilali’ne… Sokratis ve Sisteki Gölgeler, Birinci Dünya Harbi’nin 1915 yılını kapsıyor. Bir cinayetten hareketle, savaşın çeşitli sınıflara mensup roman karakterlerine nasıl yansıdığını, onların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını nasıl etkilediğini ele aldım. O yıllarda, İzmir’in kozmopolit yapısını oluşturan gayrimüslimlere yönelik baskılar var. Basına da… Hikâyede bunlara değindim. Yazma öncesi ve yazma süreci uzun soluklu araştırmaların ürünü oldu. Döneme ilişkin tarihsel yapı, olaylar ve mekânlar, birçok kaynağın incelenmesine dayandı. Tarih kitaplarını, aile anılarını okumak, kartpostalları ve fotoğrafları incelemek, haritalara göz gezdirmek, uzmanlarla görüşmek gibi. Ancak şuna dikkat çekmek isterim: Tarih kitabı yazmıyorum. Yaptığım iş, gerçeklerin ve yaşanmışların üzerine hayali bir kurgu inşa etmektir, gerçek ile kurguyu bütünleştirmektir. Bu yolda hikâyeyi tasarlarım. Yazma sürecinde hayli değişir tabii. Yeni olaylar ve karakterler eklerken, bazılarını dışarıda bırakırım. Ayrıca yeni araştırma kaynaklarına yönelirim. Özetle, yazma sürecim sil baştanlarla doludur. Bence yazma eyleminin en meşakkatli tarafı budur. En keyifli yönü de ortaya çıkmış metni ince iş yaparcasına işlemektir, zenginleştirmektir.

Sokratis ve Sisteki Gölgeler, Suphi Varım, 208 syf., Oğlak Yayınları, 2021.

Serinin diğer kitaplarıyla kıyasladığımızda Sokratis ve Sisteki Gölgeler’in ilk göze çarpan farkı, olayların bu kez bir adada, Makronisi Adası’nda geçiyor olması sanıyorum. Adada işlenen bir cinayet sonrasında gelişen olaylar, okuru adanın tarihine, oradan da korsan hikâyelerine götürüyor. Peki mekân olarak özellikle mi bir adayı tercih ettiniz? Ada, konum itibarıyla daha yalnız ve ürpertici görünüyor sanırım.

Romanlarım, genelde İzmir’de geçer. Bununla birlikte Sokratis hikâyelerinin İstanbul’da veya İzmir’in Kilizman ve Foça gibi yörelerinde geçen kısımları da vardır. Romanda mekâna çok önem verdiğim ve onu âdeta bir karakter olarak gördüğüm için farklı mahaller kullanmayı severim. Sokratis ve Sisteki Gölgeler’de ana mekân Makronisi Adası’dır. Oraya gelene kadar da İstanbul’dan, Manisa’dan bölümler vardır. Makronisi civarındaki adalar da kısaca yer alır. Hep ada polisiyesi yazmak istediğim için bir adayı mekân olarak seçtim. Adayı yüzde yüz gerçeklikle yansıttığımı söyleyemem. Mevcut verilerden hareketle orada gotik bir evren yarattım. Manastır, tımarhane, saat kulesi, deniz gözetleme kulesi, viraneler, bu evrenin parçaları oldu. Dediğiniz gibi ada ürkütücü bir görünüm sunar. Tekinsizdir. Fırtınalı ve sisli hava, dalgalı deniz gibi unsurlarla bu tekinsizliği sergilemeye çalıştım. Korsan öyküleri ile bazı ürkütücü söylenceler buna eşlik etti. Tabii bu söylenceler İzmir ve çevresindeki adaların insanları arasında farklı biçimlerde dillendirilir. Zaman içinde değişir. Sözlü anlatım kültürünün parçalarıdır. Ben de romanın kurgusuna göre bunları kendimce yeniden kaleme aldım.

'SOKRATİS, DUPİN VE HOLMES GELENEĞİNDEN BİR DEDEKTİFTİR'

Rum detektif Sokratis Eliseos çok ilginç bir karakter. Hem eğlenceli, espritüel, hem de son derece ciddi ve mesafeli. Dine ve din adamlarına karşı. Korkusuz, aynı zamanda tutkulu ve sevecen. Peki bu karakter nasıl ortaya çıktı? Onu diğer dedektiflerden ayıran yanlar neler?

İzmir’in kapitalist dünyaya eklemlendiği dönemde Avrupa’da ve Amerika’daki şirketler namına çalışan ve ticari ajan diyebileceğimiz kişiler var şehirde. Yurt dışındaki firmaların ticaret yapmak istediği İzmirli firmalar hakkında bilgi topluyorlar. Odaklandıkları konular üç aşağı beş yukarı şöyle: İzmirli şirket taahhütlerini yerine getirebilir mi, üretimi yeterli midir, ticari itibarı yüksek midir? İşte bunları araştırıp yurt dışındaki firmaya rapor yolluyorlar. Sokratis, yirmili yaşlarında bu tür işlerle uğraşıyor. Sonra cinayetten şantaja ve adam kaçırmaya kadar çeşitli suçları aydınlatmak için çalışan geleneksel bir özel dedektife dönüşüyor. Kendini bir dâhi olarak görse de suçları araştırırken sık sık hata yapar, kanıtlardan tutarsız neticelere ulaşır. Ama nihayetinde zekâsını işleterek muammayı aydınlatır. Ara sıra tabancasına davransa da gizemi kaba kuvvetle değil, muhakeme yoluyla çözer. Dupin ve Holmes geleneğinden bir dedektiftir. Mike Hammer ekolünden hafiyelere hiç benzemez. Entelektüel yönü vardır. Komünist Manifesto’yu okur. Gazete tefrikasından da Gorki’yi… İki arzusunu gerçekleştirmeye çalışır. Birincisi, polisiye yazarı olmak. Boş vakitlerini polisiye hikâyeler yazarak değerlendirir. Yayıncılar bu öyküleri basmaya yanaşmayınca köpürür. Zira muhteşem bir yazar olduğu kanısındadır. Diğer isteği, tecrübelerinden yararlanarak özel dedektifliğin kuramını yazmaktır. Hep üstünde düşünür. Ancak kalem oynatmaya henüz başlamamıştır. Herhalde emekliliğine kalacak. Evlidir. Eşi Elenka, bazı muammaların çözümünde ona yardımcı olur, Sokratis’in gözünden kaçan hususlara dikkatini çeker ve esrarın aydınlatılmasında önemli bir işlev görür. Kısaca, böyle bir hafiye işte.

Sokratis serisi 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başındaki İzmir sokaklarını mesken tutan bir dizi gizemli maceradan oluşuyor. Modern teknolojiden arınmış, kameraların, izleme cihazlarının, cep telefonlarının, hızlı arabaların olmadığı bir polisiyenin avantajları dezavantajları nelerdir?

Böyle bir ortamda dedektifin yapabileceği iş bellidir. Kurbanın yakınlarıyla, tanıklarla ve şüphelilerle görüşmek, mağdurun geçmişini incelemek, suç mahallinde ipucu ve kanıt aramak gibi. Muammayı çözüm, büyük ölçüde muhakemeye dayanır. Hızlı araba deyince de kaç atın koşulu olduğuna bakıyoruz. İlk Sokratis serüvenleri lando ve kupa tarzı arabalarla başladı. Faytonları da unutmayalım. Son maceralarda tek tük de olsa devrin otomobilleri görünüyor. Modern toplumun olanaklarıyla karşılaştırdığımızda tarihî polisiye yazmanın böyle kısıtları var elbette. Aslında Sokratis’in yaşadığı yıllarda suçu aydınlatmaya ve suçluyu bulmaya yönelik teknikler, günümüzdeki kadar gelişmiş olmasa da mevcut. Bunları hikâyelere eklemeye gerek görmedim. Araştırmadım da. Sokratis’in kendi çabalarıyla inceleme yapması, akıl yürütmesi ve gizemi muhakemeye dayanarak çözmesi bana daha cazip geliyor. Bu açıdan kendimce bir dezavantaj olarak görmüyorum. Zaten suçu tamamen teknolojiye dayalı olarak çözmeyi ön planda tutan polisiyeleri sevmem.

'OSMANLI’YA KADAR GİDEN BİR POLİSİYE TARİHİNE SAHİBİZ'

Sokratis serisinin belirlediğiniz bir ömrü var mı, yoksa hayatın akışına mı bırakıyorsunuz? Polisiye bir seri yazmak, bütünlüklü bir evren yaratmak, diğer bir değişle hep aynı sokaklarda dolaşmak keyifli bir alışkanlık. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Sokratis hikâyelerini yazmaya devam edeceğim, ama ne kadar sürer bilemem. Belki onuncu belki de on beşinci kitapta bırakır, başka bir hafiyeyle ve başka bir devirde yola devam ederim. Elbette semtleriyle, mahalleleriyle ve sokaklarıyla bütünlüklü bir evren yaratmak keyifli bir süreç. Bir de bu, Sokratis polisiyelerinden önceki Simirna Cinayetleri üçlemesine kadar giden bir yazma eylemi. Demek ki yazarlık yaşamımın tamamı hep o devirleri kurgulamakla geçmiş. Ama bu, gelecekte tekrara veya yeknesaklığa düşmek gibi risk de taşıyor. Bu nedenle Sokratis serisinden sonra tarihin daha farklı dönemlerine yelken açmayı planlıyorum. Hangi dönemdir, şimdiden bir şey söylemek zor. Düşüncelerim farklı alanlarda gidip geliyor. Değişik projelerim var. Antikçağ tarihine meraklıyımdır. Ola ki Antik Simirna’da, Bayraklı Höyüğü’nde geçen bir polisiye kaleme alırım. Bir de politik kurgu odaklı casusluk romanı planım var. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı yılları… Bakalım, zaman neyi gösterecek?

Son yıllarda polisiye edebiyatta bir yükseliş söz konusu. Bu durumun, özellikle dijital platformlardaki yerli polisiye dizi ve filmlerinin kendilerine çokça yer bulmasıyla bir alakası var mı sizce? Yerli polisiye özelinde değerlendirirsek bu iki durum arasındaki ilişkiye dair neler söylemek istersiniz?

Esasında Osmanlı’ya kadar giden bir polisiye tarihine sahibiz. Bu türle son yıllarda karşılaşmadık. Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne değin polisiye kaleme alan yazarlar, polisiye yayımlayan yayınevleri var. Çevirmenlerimiz de... Eski gazetelerde yerli veya yabancı polisiye tefrikalar yer almış. Demek ki polisiye o dönemlerde de popüler. Bu popülerlik günümüzde katlanarak sürüyor. Bunun yerli polisiye dizi ve filmlerin ekranlara daha sık gelmesiyle bağlantılı olduğu kanısında değilim. Bence konu, Türk polisiye yazar ve yayınevi sayısının eskiye oranla artmasıyla bağlantılı. Ayrıca kitap fuarları, imza günleri, polisiye söyleşileri, pazarlama ve satış tekniklerinin eskiye oranla gelişmesi polisiyeye ilgiyi çekiyor. Onu daha tanınır hâle getiriyor. Tabii 221B ve Dedektif Dergi gibi mecmuların polisiye kültürünün gelişmesinde katkıları olduğunu unutmayalım. Türkiye Polisiye Yazarlar Birliği de türün tanınmasında önemli rol oynuyor.

Şu sıra, Sokratis serisinden ayrı yeni bir çalışmanız var mı?

Hayır, yok. Tamamen Sokratis romanlarına yoğunlaşmış durumdayım. Bir de az önce bahsettiğim Sokratis sonrası projeler… Tarih okudukça gelecekte ne yazabileceğime dair kısa notlar alıyorum.