Şu VAR davası

Santrada topun başında tek bir oyuncu var, hakemler ise uzaklarda bir odanın içinde oturmuş maçı izliyor. Gol olduğunda sevinmeden önce nefsimizi susturup dervişane bir tavırla onay beklememiz gerekiyor. Şimdiye kadar hep basit bir oyun olmakla övünen futbol teknolojiyle kurduğu ilişkide doğru dengeyi bulmaya çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

Suat Başar Çağlan @caglan_suat

ISSIZ SANTRALAR VE YENİ KANUNLAR

Saat maça beş var. Ekran başına geçtik. Reklamlara gidildi gelindi, kadrolar verildi dizildi, hakem yerini aldı, santra yapılacak. Ama bir eksikle. Çünkü santrayı yapacak oyunculardan biri ortalıkta yok. Üstelik beş yıldır. Sebebini de kimse bilmiyor. Elbette topu kendi sahanıza oynama zorunluluğu kalktığı için yok, ama buna neden ihtiyaç duyulduğunu, futbolun en sembolik anlarından biri olan iki kişilik başlama vuruşunun ne amaçla yürürlükten kalktığını anlamak imkânsız. Tek kişilik santra hakikat sonrası futbolu en iyi anlatan enstantane olabilir. Ama son 10 yılda yürürlüğe giren daha başka ilginçlikler de var.

Futbol, kuralları bakımından her zaman basit, gri ve muhafazakâr bir oyun oldu. Hatta bu muhafazakârlığa vurgu yaparcasına, resmî İngilizce futbol literatüründe oyunu belirleyen hükümler “kural” (rule) sözcüğüyle değil, “kanun, yasa, hukuk” manasındaki “law” ifadesiyle karşılanıyor. Öte yandan futbol popülerliğinin ciddi bir bölümünü bu ilkelerine borçlu. Örneğin 'oyuncu değişikliği' gibi ezelî görünen bir kuralın Dünya Kupalarında uygulamaya girmesi 1970 Meksika’yı buldu. Yeniye dönük bu önyargı ve kapalılık yüzünden kural değişiklikleri veya hakemlerle ilgili düzenlemeler her zaman çok tartışıldı ve oyunun doğasını bozma tehdidine karşı fazladan bir hassasiyet gösterildi. Yine de oyunun cazibesini korumak veya artırmak amacıyla son 40 yılda irili ufaklı pek çok tadilat yapıldı. 1980’lerde başlayan üç puanlı sistem ve 1990’larda yürürlüğe giren geri pas yasağı, sırasıyla galibiyet iştahını ve maç temposunu artırmaya yönelik akılcı çözümlerdi ve ikisi de futbolu bugüne taşıyan önemli payandalar oldu.

Geri pasla neredeyse eşzamanlı bir yenilik hakem sayısında gerçekleşti. Dördüncü hakem geldi ve mantıklı bir öneri olduğu için futbol ülkesinde oturma iznini aldı. 2010’ların başında ceza sahalarının dip köşelerine ilave yardımcı hakemler dikildi ve zaman zaman fayda sağladı; gelgelelim lojistik güçlükler uygulamanın yararını aşınca vazgeçildi. Oyun gitgide hızlanıyor, koskoca sahayı 90 dakika boyunca bir orta ve iki yardımcı hakemin kondisyonuna ve gözlerine emanet etmek yeterli gelmiyordu. Esas konu ise artan ivmeyle hızlanan teknolojiydi. Maçlar örümceğinden pilotuna, kale arkasından yakın planına onlarca kamera ile ekrana getiriliyor, tartışmalı pozisyonlar didik didik ediliyor, o anın içinde karar vermesi gereken hakemin hataları hiç olmadığı kadar açığa vuruluyordu. Hemen harekete geçmek lazımdı.

 

BİR GÜN BİR İNGİLİZ, BİR ÜST DİREK, BİR TOP, BİR DE ÇİZGİ…

2010 Dünya Kupası’ndaki Almanya-İngiltere maçında Lampard’ın yaptığı müthiş vuruşta top üst direğin altına vurup kale çizgisini açıkça geçmesine rağmen hakemin gözünden kaçınca, kararı Bilişim Çağı verdi. Aynı iki takım arasındaki 1966 Dünya Kupası finalinde de benzer bir pozisyon yaşanmış ve Azeri kökenli Sovyet yan hakem Tevfik Behramov’un kararıyla geçerli sayılan gol İngiltere’ye kupayı getirmiş, Almanlar ise topun çizgiyi geçtiğini hiçbir zaman kabul etmemişti. Öyle ki, üst direğe çarpıp çizgiyi geçmeden oyun alanına geri dönen toplar Alman futbol literatürüne “Wembley-Tor” olarak geçmişti. Dahası, Azerbaycan’ın bağımsızlığından sonra ülkenin en büyük stadyumuna Behramov’un adı verilmiş, böylece kendisi futbol tarihinde bir stadyuma adı verilen ilk hakem olmuştu. Futbol hâlâ bir oyun olsaydı 2010’daki hata da görmezden gelinebilir, hatta oyunun mitolojik boyutunu beslediği için tatlı bir defo olarak kabul edilebilirdi. Ancak bilgi çağında Behramov hikâyesi gibi irrasyonel anlatılara yer yoktu; mağlubiyetler çok pahalıydı. Hal böyle olunca teknoloji ile futbol arasındaki flörtün ciddiye binmesi, adının konması, evliliğe dönüşmesi gerekiyordu.

Lampard’ın şutundan sonra FIFA ve kıta konfederasyonları harekete geçti, konu hakkında hâlihazırda başlamış olan araştırmalar hızlandı, denemeler yapıldı. Neticede gol çizgisi teknolojisinin uygulamaya konmasına karar verildi. Mantıklı bir karardı; topun tamamının çizgiyi geçip geçmemesi fiziksel, olgusal bir problemdi ve teknolojiyle kesin sonuç alınabiliyordu. Gol çizgisi teknolojisi geçen sezon Premier Lig’de Aston Villa-Sheffield United maçındaki istisna hariç bugüne kadar üst düzey futbolda hata yapmadı. Teknoloji işin içine girmiş, kararlar bir kez saha içindeki hakemlerin ötesinden gelmeye başlamıştı. Asıl tartışma VAR (Video Yardımcı Hakem) ile başlayacaktı.

2018 yılı Mart ayındaki FIFA toplantısında VAR uygulamasının 2018 Dünya Kupası ile birlikte hayata geçirilmesine karar verildi ve 2018-19 sezonundan itibaren Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ulusal ligde uygulanmaya başlandı. Amacı fahiş hataları gidermekti ve bu konuda işini bir ölçüde de olsa yaptı. Ancak getirdiği yan etkiler yüzünden tüm dünyada ciddi biçimde eleştiriliyor. Peki “teknolojinin nimetini” neden yerlere atıp üstünde tepiniyoruz? VAR’da yanlış giden ne oldu?

 

YARDIMCI VİDEO YARDIMCI HAKEM YARDIMCI VİDEO YARDIMCI…

İsimler önemlidir, yeni buluşların insan zihninde kavrama dönüşüp yerleşmesi ancak sözcüklerle mümkün olur. Hatta yeni bir kavramın adı mucidin icadına duyduğu güveni de gösterir. VAR veya tam adıyla Video Yardımcı Hakem (Video Assistant Referee) bu konuda berbat bir tercihti. Kavramı ilk duyduğunuzda hakemin insan mı video mu (yani bilgisayar mı) olduğunu anlamak bile zordu. Bu yetmezmiş gibi yetkililer VAR’ın yanında bir de evlere şenlik AVAR tabiri yumurtlamıştı: “Yardımcı Video Yardımcı Hakem” (Assistant Video Assistant Referee). Türkçe “var” sözcüğüyle sesteş olması yüzünden tüm bu isim kargaşasına yeni bir boyut ve ciddiyetsizlik de eklenince, VAR daha ilk günden itibaren alay konusu olmaya fazlasıyla açık, kırılgan bir uygulama olarak dünya ve Türk futboluna özgüvensiz bir giriş yaptı.

 

DEUS EX MACHINA

Her şeyi düzeltecek ilahi veya beşerî bir kurtarıcı beklemek insanlığın kadim marazlarından biri. Yunan tragedyalarında bir düzenek vardır. Bugün Latince Deus ex machina ismiyle anılan ve “makineden çıkan tanrı” anlamına gelen bu mekanizma, tiyatro oyunlarının sonunda tanrı rolündeki oyuncuları vinç benzeri bir düzenekle aşağı indirir, sahneye inen bu “tanrılar” oyundaki düğümü çözer, söylenmesi gereken hakikati söyler. Şimdi hangi maçta tartışmalı bir pozisyon olsa tüm gözler VAR odasından zembille inip doğru kararı söyleyecek ilahi varlığa dönüyor. Ama ihtilaf konusu pozisyon çoğu kez yoruma açık olduğundan tartışma biteceğine, büyüyor. Üstelik uygulama gereğince anlatılmadığı ve ülkeden ülkeye farklılık gösterebildiği için, birçok durumda VAR’ın müdahale hakkı olmamasına rağmen izleyicide Deus ex machina’nın her yanlışı düzeltmesi yönünde yersiz ve aşırı bir beklenti doğuyor. Üstelik komplo teorileriyle yoğrulmuş zihinler bir yandan her şeyi düzeltmesini bekledikleri bir mekanizmanın diğer yandan hileli olduğuna kanaat getirince işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Teknolojik rahatlığın beraberinde getirdiği inisiyatif eksikliğini de anmak gerek. Cep telefonlarına rehber özelliği geldikten sonra telefon numarası ezberlemeyi bıraktık. Benzer bir zihinsel tembellik VAR sonrası hakemler için de geçerli. Sorumluluk yükünün azalması dikkatsizliğe ve hatta kayıtsızlığa neden olabiliyor. Dünyada durum böyleyken Türkiye’de dert üstü murat üstü politik ve toplumsal ortamın getirdiği “benim başıma kalmasın” zihniyeti VAR ile muhteşem bir uyum yakaladı. Nereden geleceği belli olmayan tepkiler yüzünden hâlihazırda afallamış olan hakemler bazı pozisyonlarda korkudan düdüğü yutacak gibi oluyor ve yüce VAR’dan gelecek kararı bekliyor. Hal böyle olunca maçlar duraklamaların hakkıyla oynatılmamasına rağmen 110 dakika sürüyor.

Her spor gibi futbolun da bazı kuralları doğası gereği problemli. Bir maçta top ele veya kola değdiği anda fırtınalar kopuyor. Her yıl, bazen aynı yıl içinde birkaç kez, aynı pozisyon kurallara göre çarpma veya elle oynama olarak değerlendirilebiliyor. Ya da ofsayt kuralında hücum oyuncusunun vücudunun hangi bölgesinin karara dahil edileceği yönündeki tartışmalar, İngilizlerin eski golcüsü yeni sosyal medya fenomeni Gary Lineker’in söylediği, “Artık aynı hizada olmak ofsayt” gibi tuhaf yeni gerçeklere yol açabiliyor.

VAR’a yöneltilen en güçlü itham ise ilk günden beri öne sürülen en net argüman olan “oyunun ruhunu öldürmek”. Birçok klişe gibi bu da aslında doğru. "Penaltı var mı yok mu, hareketin karşılığı kırmızı mı sarı mı" diye ekrana kilitlenmek can sıkıcı. Birkaç fahiş hatayı gidermek uğruna her maçın sürekli durması insanın içine sinmiyor. Gole sevinmemeyi öğrenmek, nefsimizi öldürüp onay beklemek ise başlı başına dervişane bir uğraş. Duygu üzerine kurulu bir etkinlikte hislerini dondurmaya çalışmak kabul edilebilir değil.

 

HAKİKATİ TAŞIMAK

Futbolun çok az sayıda ve çok basit kuralları var; bunların uygulamaya konması ise yoruma bağlı. Dolayısıyla kuralların yorumlanması teknolojiyle çözülüverecek bir düğüm değil. Hatta VAR ile birlikte aynı pozisyonu birkaç çift gözün daha görmesiyle yorumlar iyiden iyiye çeşitlenebiliyor. Öte yandan genelde hakemlerin, özelde VAR’ın etrafında bunca gürültü kopmasının daha karanlık bir sebebi var. Hakikatlerin inkârla silinebildiği bu çağda bazı kesinlikler tahrif edilirken bazı muğlaklıklar üzerinde de kesinlik iddiasında bulunulabiliyor. Doğru kadroyu kurmayan yönetici, doğru taktiği seçmeyen hoca, doğru vuruşu yapmayan oyuncu için hakemleri hedef almak yeni bir alışkanlık değil. Bu sayede hakikati, örneğin yanlış transferler yaptığınız hakikatini, yanlış dizilişle sahaya çıktığınız hakikatini, yanlış antrenman ve beslenme programını uyguladığınız hakikatini alıp bir VAR çizgisine ya da bir hakem kararına taşımak son derece işlevsel olabiliyor.

Teknoloji futbol için iyi mi kötü mü tartışılabilir. Ama bu soruyu sormak için geç kaldık ve bu saatten sonra cevap ne olursa olsun yarar getirmeyecek. Gol beklentileriyle, asist öncesi paslarla, şuta dönüşen ataklardaki pas sayılarıyla tanımlanan bir oyunda 8 santimlik ofsaytlar da olacak. Gelgelelim VAR’ın yeniden düzenlenmesi, en azından bir ince ayardan geçmesi imkânsız olmamalı. Ama bunu yaparken acil aşırı tedbir tuzağına düşmemek gerekiyor. Futbol ve genel olarak dünya bir kısır döngü içerisinde. Birileri sürekli kötü kararlar veriyor, sonra kendi verdiği kararın kötü yanlarını öne sürerek yeni bir kötü karar veriyor ve bu böyle sürüp gidiyor. VAR ve teknoloji futbolun içinde kalıcı olacaksa, bu kısır döngüyü geride bırakabilmiş bir çözümün bulunması şart. Aksi halde futbolun ruhu, santradaki ikinci oyuncu gibi kimse ne olduğunu anlamadan uçup gidebilir.

 
 
 
 
Etiketler VAR futbol teknoloji