Gümrük duvarıyla korunan derbi

Şimdi soruyorum: Ey taraftar! doksan dakikalık bir maç periyodu izlediniz, bütün bu süre boyunca ne Terim’in ne de Yanal’ın önceden tasarladıkları bir alan üretme planına tanık oldunuz mu?

Google Haberlere Abone ol

Yerli ve milli derbi, tuhaf oyuncu bileşenleriyle ironik bir enternasyonal form kazanmış gibi duruyor. Takımların oyuncu grubu, kelimenin tam anlamıyla melez bir karakter sergiliyor. Sözgelimi Galatasaray’ın sahaya sürdüğü ilk on birde hiç yerli oyuncu yoktu. Yerli oyuncu olmayınca haliyle oyun milli olamıyor. Oyunun milliliği için ileri sürdüğüm olgu, sadece oyuncuların pasaportları değildir hiç kuşkusuz. Bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermek istemem. Oyuncuların kimliğiyle, pasaportlarıyla ilgili falan değilim. Dilime dolamak istediğim mesele de bu değil. Benim için oyuncunun yetenek ve tecrübesi, her düzeyde oyun oynayabilmesi için yeterli kriterdir. Öte yandan bütün hayatım boyunca iş gücünün uluslararası alanda özgürce dolaşımından yana oldum. Burada eleştiriye değer gördüğüm olgu, adeta gümrük duvarlarıyla korunan Türk teknik direktörlerinin neredeyse yüzyıllık bir süre boyunca milli bir oyun yaratma becerisi göstermemiş olmalarıdır. Esasında Türk kamuoyu için bir oyun üretmek hiçbir zaman öncelikli bir mesele olmadı. Özellikle taraftarların algı ve bakış açılarında merkezi olarak oyun değil de sadece skor önemli ve değerli olarak kabul edildi.

Türk taraftarı için futbol, tuhaf biçimde sadece skorla ilgili bir hadisedir. Ve aslında Türk futbol taraftarlarının, skorer bir oyun olan basketbol dururken neden futbola gönül verdikleri izaha muhtaç bir vakıadır. Bir oyunun bütün hikayesini, oyunun skoruna indirgemek ve bu skordan bir hafta boyunca tüketemediği bir hikaye oluşturmak, sosyal olarak Türk taraftarının en tipik davranışıdır. Taraftar, derbiler dahil futbol oyununa deyim uygunsa ertesi gün hapı muamelesi yapar. Bu hapın dozunda alaycılık ve sosyal olarak küçümsemenin dışında bir içeriğe de rastlanamaz. Haliyle sadece taraftarlar için oynanan bu oyun, kelimenin tam anlamıyla akıl algılanabilecek, seyri estetik zevk verecek bir faaliyete dönüşemez.

Galatasaray ve Fenerbahçe maçının doksan dakikalık oyun meyvesi, 0-0 sonuçlanınca taraftarlar, birbirlerini skor üstünlüğüyle zehirleyebilme imkanına kavuşamadı. Maçın bütün süreçlerine, bütün pozisyonlarına seyirci dahil bütün atmosferine hakim olan tek duygu, korkuydu. Bu korkunun yarattığı haleti ruhiye oyuncuların kas ve dokularında tonlarca ağırlık biriktirirken, zihinsel olarak da teknik direktörler dahil herkesi kilitleyebiliyordu. Zaten ne Terim ne de Yanal, bu maça özgün bir oyun çözümü ile hazırlanmış değillerdi. Hikaye bilindik ve klasikti. Saha üç bölgeli olarak parsellenmiş, mevkiler, en küçük sızıntı ihtimaline karşı aşırı bir duyarlılıkla tahkim edilmiş ve en temel itki, hata yapmamak üzere planlanmıştı. Durum böyle olunca 0-0’lık vaziyeti ancak Tanrı’nın bıyık altı gülümsemesi bozabilirdi.  Ama kaosun mucize ve melekleri, o mutlu tesadüfe şans tanımadı.

Aslında burada sormamız gereken çok temel bir soru var. Futbol oyununu tasarlayan teknik direktörün, en birincil görevi nedir? Bir oyun tasarladığı varsayılırsa, bu oyunun oynanabilmesi, oyun taktik ve düşüncelerinin uygulanabilmesi için, o teknik direktörün evvel emirde alan üretmesi gerekir. Alanlarınız yoksa oynayamazsınız. Çünkü bu oyun boşlukta oynanmıyor. Bu oyunun bir alanı var. Eni boyu bellidir. Ve rakip kaleye en hafif deyimle şut atabilmeniz için rakip kaleciye rakip kaleciye yaklaşıyor olmanız gerekiyor. Bunu kat edebileceğiniz üretmeden yapabilmeniz mümkün müdür? Şimdi soruyorum: Ey taraftar! doksan dakikalık bir maç periyodu izlediniz, bütün bu süre boyunca ne Terim’in ne de Yanal’ın önceden tasarladıkları bir alan üretme planına tanık oldunuz mu? Yani alan üretmeden zamanı kullanmak mümkün değil. Alan ve zaman meselesini de çözmeden de 11 kişilik insan kaynağını, uyumlu biçimde işlevsel hale getirmek ne yazık ki mümkün olmaz.

Türk futbolunun derdi bu derbide de görüldüğü gibi ne yerliliktir ne milliliktir ne de yetersiz oyuncu kalitesidir. En önemli problem, teknik direktörlerin bir oyun algısına sahip olmayan, yetersiz zihin dünyalarıdır.