Sosyolog Barış Tuğrul: Türkiye ve İspanya'da solun Kürt ve Bask meselelerine tavrı benzerlik gösteriyor

Türkiye ve İspanya'daki siyasal şiddet üzerine çalışan sosyolog Barış Tuğrul: İki ülkede solun Kürt ve Bask meselelerine karşı duruşları benzerlik gösteriyor.

Barış Tuğrul'a göre, İspanya sağı, ETA'nın zayıf da olsa varlığını sürdürmesini tercih ederdi, çünkü örgütün kendisini feshetmesi ile birlikte İspanya’daki sağ partiler sıklıkla başvurdukları önemli bir argümandan mahrum kaldı.
Google Haberlere Abone ol

Miguel Fernández Ibáñez 

DUVAR - Sosyolog Barış Tuğrul uzun yıllar süren doktora araştırmasında, Türkiye Kürdistanı ve İspanya Bask Ülkesi’ndeki siyasal şiddet vakalarını inceledi. Her iki sahada elde ettiği verilerle hazırladığı doktora tezini yakın bir dönemde aralarında tez danışmanları Prof. Dr. Hamit Bozarslan (École des Hautes Études en Sciences Sociales) ve Prof. Dr. Benjamín Tejerina’nın da (Universidad del País Vasco/Euskal Herriko Unibertsitatea) bulunduğu, her iki alanda da önde gelen akademisyenlerin huzurunda savundu.

“Bask ve Kürt vakalarında siyasal şiddetin toplumsal yeniden üretimi ve meşruiyetinin kuşaksal analizi”  başlıklı tez çalışması, benzer kuşaksal travmaları tecrübe etmiş, coğrafi olarak birbirinden uzak ve toplumsal yapıları çok farklı iki bölgede şekillenen siyasal şiddet olgusunun erken dönem karşılaştırmalı bir incelemesi ile başlıyor. Baskı ve aşağılanmayla yontulmuş bu dönem, Bask Ülkesi’nde 19'uncu yüzyıl boyunca süren Çarlist Savaşlar sonucu önemli siyasi ve ekonomik imtiyazların (fueros) kaybıyla başlayıp, nihayet 1939'da İspanya İç Savaşı'nın ardından Franco faşizminin zaferiyle Bask kimliğinin varlığını tehlikeye atan bir süreci kapsar. Kürt vakasında ise aynı dönem, çok uluslu imparatorluğun külleri üzerine 1923’te Cumhuriyet’in ilân edilmesini takiben çıkan isyanların şiddetle bastırıldığı ve 1938 Dersim’le doruk noktasına ulaşan benzer bir kaybı işaret eder. Her iki dönemi de Bask ve Kürt kimliğinin kamusal alandan silindiği ve 20 yıl boyunca sadece özel alanda varlıklarını sürdürebildiği korku ve endişe dolu bir toplumsal sessizlik dönemi takip eder.

1960’lı yıllarla birlikte, ABD-SSCB soğuk savaşının damgasını vurduğu değişen bir çağda, dünyada yeni sosyalist hareketler uyanmaya başlar. Bu radikal kamplaşmalar döneminde Bask ve Kürt hareketleri silahlı mücadeleye doğru bir evrim geçirirler. 20'inci yüzyılın sonuna gelindiğinde, Euskadi Ta Askatasuna (ETA) ve Partiya Karkerên Kurdistan (PKK) dünyadaki siyasal şiddet hareketlerinin iki önemli örneği konumundadır. Baskların üç kuşağını etkileyen bu siyasal iklim, Kürt örneğinde dördüncü kuşağa doğru giden bir yol izleyerek devam etmekte. Tuğrul’a göre, kimliksel yok oluş kaygısıyla geliştirilen mücadele, bu ikinci vakada silahlı direnişe olan sempatinin arkasındaki en önemli sebeplerden bir tanesi.

Tuğrul, 1980 ve 90’larla birlikte farklı yönlere doğru evrilen bu iki hareket arasında şöyle bir karşılaştırma yapıyor:

“1970’lerin başında ETA militanlarının yargılandığı ve idama mahkûm edildiği Burgos Davası ve geç Franco rejiminin etkisiyle Bask Ülkesi’nde yeni bir siyasal kuşak doğdu. Diktatörün ölümünden sonra Bask yurtsever (abertzale) solunun söylemi, inşa edilen yeni liberal parlamenter rejimin aslında ‘Franco’suz bir Francoizm’den ibaret olduğu ve hiçbir şeyin değişmediği şeklindeydi. Öne sürdükleri somut gerekçeleri düşündüğümüzde aslında bunu anlamak pek de güç değil: Manuel Fraga gibi Franco döneminin eli kanlı bakanları bir gecede İspanya’daki yeni demokratik rejim anayasasının başat aktörleri oluvermişlerdi. Yine tacını diktatörün elinden giyen I. Juan Carlos bir anda 23 Şubat 1981 darbe girişiminin ardından “demokrasiyi kurtaran kral” olarak lanse edilmişti.

Türkiye’de ise 12 Eylül 1980 darbesi Türk solunu ve farklı ideolojik kamplardan birçok Kürt örgütünü adeta ezdi geçti; hayatta kalan tek hareket PKK ya da o dönem halk arasında bilinen adıyla 'Apocular’dı. 12 Eylül’de başlayan ve ayrım gözetilmeksizin uygulanan sistematik şiddet sarmalı 1990’larda da artarak devam etti ve farklı şekil ve yoğunlukta günümüze kadar geldi. Kısacası 1980’lerin sonunda Bask Ülkesi’nde devlet şiddeti ve siyasal normalleşme eksenli kuşaksal bir kopuş söz konusuyken, Kürdistan’da bir devamlılık gözlemliyoruz: Kürt hareketinin kurduğu partiler kapatılıyor, politikacıları öldürülüyor, hapse giriyor ya da sürgüne gitmek zorunda kalıyorlar.”

Her iki çatışmanın geniş tarihsel ve toplumsal boyutu nedeniyle Gazete Duvar için kaleme aldığım bu röportajı, kolektif travmanın Bask toplumunda kuşaktan kuşağa aktarılmasına ve silahlı mücadelede Bask halkının azımsanmayacak desteğini almayı başarabilmiş ETA’nın gelişimiyle sınırlı tutmayı uygun görüyorum.  

İspanya İç Savaşı’nın sona erdiği 1939 yılından 1950’lerin sonuna kadar süren sessizlik dönemi boyunca, ne Fransa sürgünündeki Bask milliyetçiliğinin kurucu siyasal aktörü muhafazakâr PNV’nin (Partido Nacionalista Vasco – Bask Milliyetçi Partisi) liderliğini, ne de Franco’nun nasyonel-Katolik rejimini sorgulayan etkin bir aktör çıkıyor karşımıza. 1950’lerin sonunda ETA’nın öncülü diyebileceğimiz ve PNV’nin gençlik kolu olan Eusko Gaztedia’dan kopan EKİN hareketi, Bask dili Euskera’nın kültürel hayattaki yerini önceleyerek devam etmekte olan kuşaksal sessizliğe karşı ciddi bir cevap olmayı hedefliyor. 1962 yılına gelindiğinde, Bask yurtsever ideolog Federico Krutwig, kimi kaynaklarda “ETA’nın İncil’i” şeklinde adlandırılan Vasconia isimli eserinde silahlı direniş ve devrimci-enternasyonal savaşın teorik temellerini atarak yeni bir döneme kapı aralıyor. Siyasal şiddetin sistematik uygulanma şekli olan “aksiyon-represyon-aksiyon spirali”, ETA’nın o dönemdeki askeri sorumlusu Xabier Zumalde (el Cabra) tarafından Franco rejimine karşı bir halk ayaklanması öngörüsüyle pratik sahaya yansıyor.

Pasif tutumuyla özellikle genç kuşaklar arasında eleştirilen PNV’nin bıraktığı boşluğu dolduran ETA’nın, 1960’larla birlikte Bask Ülkesi’nde görülen hızlı sanayileşme döneminde işçi sınıfı arasındaki yaygın örgütlenmesi bu dönemde aksiyon-represyon-aksiyon spiralinin sınıf mücadelesi ekseninde uygulanmasına olanak tanıyor. Devlete karşı korku duvarının yıkılması ve Bask protestosunun yeniden kitleselleşerek sokakları işgal etmesi ise 1970’teki Burgos Davası’yla birlikte başlıyor. Tam da bu protesto atmosferinde, ETA, 1973 yılındaki Ogro Operasyonu ile Franco’nun varisi Amiral Carrero Blanco’yu başkent Madrid’de bombalı bir eylemle infaz ederek uluslararası ölçekte adını duyurmayı başarıyor. İspanya yakın dönem resmî tarihi açısından son derece polemik bir okuma olacağını kabul etse de, Tuğrul bu eylemi 'İspanya’nın demokrasiye geçiş dönemini hızlandıran en önemli gelişme' olarak tanımlıyor.

Franco’nun 1975 tarihinde ölümüyle birlikte İspanya’da “Geçiş dönemi” (Transición) olarak adlandırılan yeni bir dönem başlar. ETA ve genel olarak Bask yurtsever sol çevreleri, günümüzde İspanyol solu tarafından da sorgulanan bu tarih okumasını başından itibaren reddederek liberal demokratik rejimde de mücadeleye devam kararı alırlar. Ne var ki Tuğrul’un da altını çizdiği üzere, bu dönemde demokratikleşme anlamında atılan adımlar oldukça somuttur: Bask dili Euskera’nın eğitim sisteminde resmî statü kazanmasının ve Bask ulusal evrenine ait sembollerin yasallaşması ve kamusal alanda kullanımlarının garanti altına alınmasının yanı sıra Gernika özerklik statüsü ile vergi toplamadan yerel polis gücü oluşturulmasına kadar bir dizi ekonomik, toplumsal ve siyasal hak söz konusudur. Bu gelişme Franco dönemi baskısı altında sosyalleşmiş kuşakların maruz kaldığı toplumsal travmaların kuşaksal aktarımını önemli ölçüde sınırlandırır ve Bask toplumunun önemli bir kısmı artık ulusal varlıklarını yok olma tehdidi altında görmezler. 

Silahlı mücadelenin dozunu giderek artıran ETA, özellikle 1988 yılında İspanyol siyasal sistemini kabul etmiş olan PNV de dâhil bütün “demokrasi yanlısı güçleri” şiddet ve terörizme karşı bir araya getiren Ajuria-Enea paktının imzalanmasıyla toplumsal meşruiyetini kaybetmeye başlar. İspanyol devletinin kontrolündeki paramiliter güç olan GAL’in (Grupos Antiterroristas de Liberacion – Antiterörist Özgürlük Grupları) kirli savaşı ve ETA’nın giderek yerel siyasetçiler ile Bask iş insanları gibi çatışmada doğrudan rol sahibi olmayan aktörleri hedef almasıyla, PNV giderek Bask siyasetindeki hegemonik rolünü yeniden pekiştirir. Kısacası, siyasal hayatta şiddeti giderek daha açık ve kesin bir dille reddeden Bask toplumunun baskısıyla, Bask yurtsever sol hareketin siyasi-askeri stratejisi yerini yalnızca siyasi enstrümanlara bırakan bir stratejiye doğru geri dönülmez bir şekilde evrim gösterir. 2018 yılında ETA’nın kendisini feshetmesiyle EH Bildu koalisyonu Bask solunun birleştirici gücü olma yolunda önemli bir avantaj kazanır. 

Benzer acı ve travmaların yaşandığı bir geçmişi paylaşan Bask Ülkesi ve Kürdistan’daki panorama bugün çok farklı: Bask Ülkesi’ndeki temel hak ve özgürlükler anlamındaki istikrar, Kürtlerin haklarını kısıtlayan ve demokratik yollarla seçilmiş yüzlerce siyasi temsilcisini cezaevine gönderen yeni baskı dalgasıyla büyük anlamda çelişiyor. Uzun süre Madrid ve Bilbao’da yaşayan Barış Tuğrul, Bask yurtsever hareketinin dünü ve bugününü anlatıyor...

ETA ve PKK hareketlerinin toplumsal tabandan belirli oranda destek gördüğü bir gerçek. ETA’ya olan bu destek tarihsel olarak nasıl bir evrim gösteriyor?    

Franco dönemi sonrasında Bask hareketinin toplumsal meşruiyeti üzerine ciddi sistematik veriye sahibiz. Franco’nun ölümünden hemen sonra yapılan araştırmalar bize başlangıçta Bask toplumunun yarıdan fazlasının Bask yurtsever hareketi ve onun avangart aktörü ETA’nın militanlarını “kahraman” ve “idealistler” gibi pozitif sıfatlarla tanımladığını gösteriyor. Ancak yıllar geçtikçe, özellikle de 1990’lar boyunca, toplumun bu pozisyonunda önemli bir değişiklik göze çarpıyor. Euskobarómetro gibi araştırma merkezilerinin topladığı sonraki dönemlere ait benzer nicel veriler, hareketin toplumsal meşruiyetinde ciddi bir düşüş olduğunu gösteriyor. 

Söz konusu bu toplumsal meşruiyet kaybının sebepleri üzerine mikro ve makro ölçekte birçok faktör tespit edebiliyoruz: İspanya’nın 1986 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üye olması, Fransa ile güvenlik alanında işbirliğinin genişletilmesi, paramiliter GAL yapılanmasının faaliyetlerinin bu dönemde son bulması ve yine aynı döneme tekabül eden ekonomik büyüme, insanların yavaş yavaş sokaktan çekilmeleriyle sonuçlandı. ETA’nın ise bu dönemdeki hedefi çok netti: Siyasal şiddet yoluyla İspanya devletini müzakere masasına oturmaya zorlama. Kabul etmek gerekir ki örgüt 1998 Lizarra-Garazi paktı ve 2006 Loyola görüşmeleri dönemlerinde bu hedefine iki kez ulaştı da. Ancak taraflar arasındaki güven eksikliği ve sebebini halen net olarak bilemediğimiz örgüt içi çekişmeler sebebiyle nihai sonuca ulaşmak mümkün olmadı. Fermín Munarriz’le cezaevinde yaptığı söyleşiden oluşan kitabından anladığımız kadarıyla, Bask siyasi hareketinin lideri Arnaldo Otegi silahsızlanmayı destekleyen kanattaydı ancak yine aynı söyleşi bize gösteriyor ki, silahlı mücadelenin devamında ısrar eden bir grubun varlığı da söz konusuydu. 

'Siyasal şiddet' ya da 'korku yönetimi'. Bu kavramların ne anlama geldiği toplumsal zeminde nadiren tartışılıyor. Bu şekilde asimetrik bir savaş söz konusu olduğunda ETA ve PKK gibi örgütlerin vergi toplaması ya da devletle işbirliği içinde olan kişi ve grupları tehdit etmesi sizce normal mi? Bu faaliyetleri sebebiyle mi terör örgütü olarak kabul ediliyorlar?

Önemli Bask siyaset bilimci ve hareketin tarihini en iyi bilen isimlerden bir tanesi olan Francisco Letamendia (Ortzi) bu durumu 'örgütlerin devleti mimetize etmesi (taklit etmesi)' yaklaşımıyla açıklıyor. Vergi toplama, kamu düzeni ve güvenliğini tahsis etme gibi görevlerin örgütler tarafından üstlenilmesini bu yaklaşımla açıklayabiliriz. Basitleştirecek olursak ETA, İspanyol devletini gayrimeşru kılmak için onun görev ve sorumluluklarını sahipleniyor. Elbette ki devlet dışı bir aktör böyle bir role soyunduğunda “terörizm” kavramı gündeme gelir. Gerek İspanya’da olsun gerekse Türkiye’de olsun bu kavram çoğu zaman günlük siyasette gelişi güzel kullanılıyor. Bu, Kuzey Amerika liberal ekolünün savunduğu ve İspanya’da Antonio Elorza, Fernando Reinares, Gaizka Fernández gibi devlet söylemine bağlı akademisyenlerin kabul ettikleri bir tanım. Ancak literatürde farklı tanımlar da mevcut ve Bask hareketi üzerine çok önemli çalışmalar yapmış Pedro Ibarra gibi ciddi siyaset bilimciler bu kavrama mesafeli durmayı tercih ediyorlar. Örneğin, terörizmi, örgütlü bir yapının toplumun belirli bir kesimini şiddet kullanarak sindirmesi ya da onlar üzerine korku salması şeklinde düşünürsek, hem ETA’nın hem de İspanyol devletinin birçok defa terörist faaliyetlerde bulunduğunu kabul etmemiz gerekir.

Bask Ülkesi ve Kürdistan arasındaki en önemli farklardan bir tanesi temsilde çoğulculuk ile ilgili. Sizin de vurguladığınız gibi, 1980 darbesi sonrasında PKK, Kürt halkını temsil iddiasıyla faaliyet gösteren tek önemli örgüt olarak kalırken, Bask Ülkesi’nde iki ideolojik kutup mevcut: Muhafazakâr ve geleneksel PNV ile Marxist-Leninist çizgideki ETA. Bu anlamda PNV’nin Franco dönemi ve sonrasındaki liberal demokrasi döneminde oynadığı rolü nasıl açıklarsınız?

PNV’nin Bask siyasi tarihinde her zaman çok önemli bir sembolik değeri olmuştur; Sabino Arana Goiri bu partiyi kurarak teorize ettiği Bask milliyetçiliğini kurumsallaştırdı ve Baskların ilk Lehendakari’si (Bask Parlamento Başkanı) José Antonio Aguirre de bu partidendi. Bu bakımdan PNV’nin Bask kolektif hafızasında çok önemli bir yeri var. Öte yandan, yakın dönemde aramızdan ayrılan hocam Alfonso Pérez-Agote’nin kavramsallaştırdığı İspanya İç Savaşı sonrasındaki “toplumsal sessizlik” döneminde ETA’nın diktatöre meydan okuyarak PNV’nin bu tarihsel hegemonyasını önemli ölçüde sarstığını söyleyebiliriz. 1960’lardaki sembolik eylemleriyle ve 1970’lerden itibarense işgalci güçler olarak tanımladığı İspanyol polis ve ordu mensuplarına yönelik başarılı fiziksel şiddet eylemleriyle ETA, PNV’nin yokluğunda Bask halkının gözünde Bask kimliğini savunan yegâne aktör konumundaydı. Diktatörün 1975’te ölümünün ardından demokrasiye geçişle birlikte PNV’nin sürgünden dönmesiyle Bask milliyetçi evreni ETA ve PNV’nin başını çektiği iki ana kampa ayrıldı.

Peki, İspanyol solu ile Bask yurtsever sol (abertzale) hareketi arasındaki ilişki nasıldı?    

Bu konuda benim şahsi görüşümden çok ETA tarihinin en önemli ideologlarından olan ve bence çok önemli bir vizyoner olması sebebiyle 1978’de İspanyol paramiliter örgütü Batallón Vasco-Español tarafından Fransız Bask Ülkesi’nde infaz edilen Argala’nın (José Miguel Beñaran) Bask sosyolog Jokin Apalategi’nin daha sonra kitaplaştırılan doktora tezine yazdığı önsözü referans almamız daha doğru olacaktır. 1970’ler Bask Ülkesi’nden bahsediyoruz, yani Burgos Davası ve sokaklarda hareketliliğin had safhada olduğu bir dönem. Argala, bu kadar yoğun toplumsal hareketler söz konusuyken, o dönem yakın ilişkide olduğu İspanyol solunun Bask ulusal hareketini hep çözümlenmesi gereken bir “sorun” olarak gördüğünü, hiçbir zaman eşitler arasında ittifak yapılabilecek bir aktör olarak değerlendirmediğini belirtiyor. Aslında benzer bir okumanın 1970’ler Türkiye’si için de yapılabileceğini söyleyebiliriz. Nitekim Türkiye İşçi Partisi altında örgütlenmiş ve daha sonra DDKO’nun kurucularından olan Mümtaz Kotan’ın Yenilginin İzdüşümleri kitabında Türk sol hareketine karşı çok benzer bir eleştiri görüyoruz. Bu anlamda Türk ve İspanyol solunun Kürt ve Bask meselelerine karşı duruşları benzerlik gösteriyor diyebiliriz. 

İspanya devleti ETA’yı nasıl mağlup etti?  

Mağlubiyet doğru bir kavram mı, çok emin değilim. Kısmen ilk dönemlerdeki aksiyon-represyon-aksiyon spirali yaklaşımı hariç ETA hiçbir dönem askeri enstrümanlarla devleti yenilgiye uğratacak bir halk ayaklanması öngörmedi; siyasal şiddet her zaman müzakere amaçlı işlevsel bir enstrüman olarak kullanıldı. Bence İspanyol devleti, örgüte karşı üstünlüğünü, Bask yurtsever sol hareketinin siyasi ve toplumsal tüm bileşenlerini kastederek “hepsi ETA” söylemini başarılı bir şekilde inşa ederek sağladı. 1988’deki Ajuria-Enea paktı bir milattı diyebiliriz; Bask sağı ve İspanyol sağ ve sol tüm siyasi partiler bu paktı imzalayarak, Bask hareketinin legal siyasi aktörü Herri Batasuna’yı marjinalleşmeye itecek bir hamleyle ortak kabul gören bir “terörizm” söylemi inşa ettiler. Zamanla, içerisinde Bask milliyetçilerinin önemli bir kısmının da olduğu Bask toplumu bu söylemi içselleştirdi; medya, sivil toplum ve hatta akademi bu sürece çok ciddi destek verdi. Elbette ki bunda ETA’nın uyguladığı askeri stratejinin de çok önemli payı var. 1980’lerde Madrid ve Barcelona gibi büyük metropollerde yaptığı ve ciddi sivil kayıplara sebep olan eylemler söz konusu. Ama bence özellikle 1997’de genç İspanyol yerel siyasetçi Miguel Ángel Blanco’nun ETA tarafından kaçırılması ve infaz edilmesi çok önemli bir dönüm noktasıdır; ilk defa Basklar ETA’ya karşı sokaklara çıkarak eylemi protesto ettiler ve şiddeti kamusal alanda kınadılar. Bu daha önce Bask Ülkesi’nde görülmemiş bir gelişmeydi. 

1990’ların sonunda ve 21'inci yüzyılın başlarında yargı baskısı İspanyol devletinin ETA’ya karşı kullandığı en etkin mekanizmalardan birisi haline geldi. İspanya yüksek yargı mercileri EGİN ve Egunkaria gibi Bask yurtsever soluna yakın yayın organlarını, kültür merkezlerini, gençlik örgütleri Jarrai ve Segi’yi ve nihayet legal siyasi parti olan Herri Batasuna’yı (HB) kapattılar. Sizce İspanyol devleti, uyguladığı bu baskıyı azaltarak Bask hareketinin silahlı stratejiden yalnızca siyasi stratejiye geçişini kolaylaştırabilir miydi? 

Bence bu saydıklarınız uzun soluklu bir devlet politikasının son fazıydı. İlk önce hareketin askeri kanadına önemli bir darbe geldi: En önemli meyvesini 1992’deki Bidart operasyonuyla ETA’nın askeri yönetim kademesinin çökertilmesiyle veren İspanyol-Fransız terörle mücadele ortak politikasıyla, Fransa toprakları artık ETA militanları için güvenli bölge olmaktan çıktı. Bunu, Bask yurtsever hareketin toplumsal bağlarının hedef alınması takip etti: Harekete yakın sivil toplum örgütleri ve siyasi oluşumların üzerine gidildi, bu gruplar kriminalize edildi. Doğru, HB’nin illegalleştirilmesi 2003 yılında oldu ama o zamana kadar KAS sistemi dediğimiz çatı örgütlenmesinin altında faaliyet gösteren sayısız sivil yapılanma kapatıldı. Bunlar Bask toplumunda tepkiyle karşılandı elbette ancak daha önceden bahsettiğimiz “hepsi ETA” söylemi artık bu dönemde Bask toplumunun çoğu tarafından içselleştirilmişti ve Basklar geniş siyasi ve kültürel haklara sahip olmuşlardı, dolayısıyla bu müdahaleler çok büyük bir toplumsal rahatsızlık yaratmadı. Öte yandan, bence İspanya sağı, ETA'nın zayıf da olsa varlığını sürdürmesini tercih ederdi çünkü örgütün kendisini feshetmesi ile birlikte İspanya’daki sağ partiler sıklıkla başvurdukları önemli bir argümandan mahrum kaldılar. O yüzden de artık tüm çabaları ETA'ya dair inşa ettikleri hafızayı canlı tutmak üzerine. 

Son dönemde hâlihazırda İspanya’nın tüm cezaevlerine dağıtılmış bulunan bazı ETA mahkûmlarının Bask Ülkesi’ne yakınlaştırılmasıyla çatışma sonrası uzlaşma yolunda bir adım atıldı. Elbette ki bu uzun bir süreç ve çözülmesi gereken birçok anlaşmazlık var. Yakın bir zamana kadar İspanyol medyasında veto edilen, Arnaldo Otegi’nin başını çektiği silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçiş sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kendisi de eski bir ETA militanı olan Otegi, bence şiddetten siyasi mücadeleye geçişin en kilit aktörü ve bu yüzden de çok fazla bedel ödemek durumunda kaldı. Hem sonraki dönem siyasi faaliyetleri sebebiyle haksız yere yıllarca cezaevinde tutularak devletin baskısına maruz kaldı, hem de şiddeti savunan bazı Bask yurtsever gruplar tarafından aforoz edildi. Otegi’den önce de silahlı mücadeleyi eleştiren çok önemli isimler oldu; ETA’nın kurucularından Julen Madariaga, alternatif Bask solunun önde gelen temsilcilerinden Patxi Zabaleta bunlardan sadece birkaç tanesi. Bu önemli isimlerin hepsi Bask Ulusal Özgürlük Hareketi’nin dışına çıkarak ETA’yı açık şekilde eleştirdi ve kınadılar. Özellikle 1990’lara gelindiğinde bu aslında en kolay olan yoldu; ETA’nın gözünde hain, devletin gözündeyse pişman olmuş, iyi-uslu Bask oluyordunuz ve devletin tüm imkânları sizin için seferber ediliyordu. Ancak pozisyonunuz şiddeti hareketten kopmadan reddeden Otegi’ninki gibiyse işiniz çok zordu; Otegi, hareketin dışına çıkıp eleştirmek, kınamak yerine kolektifin içinde kalarak hareketi içeriden dönüştürmeye ve şiddetin terk edilmesini sağlamaya çalıştı. Bu hiç kolay bir iş değildi. ETA militanları yüzde 90 gibi büyük bir çoğunlukla örgütün kendini feshetmesi yönünde oy kullanmış olsalar da, özellikle son kuşak militanlarla yaptığım derinlemesine mülâkatlarda sürecin son derece sancılı ve tansiyonun da çok yüksek olduğunu anlıyorum. Yani bu geçiş süreci ve dönüşüm hiç de sanıldığı kadar kolay olmadı.

Bask yurtsever sol koalisyonu EH Bildu şu anda Bask Ülkesi’nin en çok oy alan ikinci siyasi oluşum. 2020 yılındaki bölgesel seçimlerde toplam Bask oylarının yüzde 28’ini alarak üç milletvekili daha fazla çıkardı. Sizce bu seçim sonuçları bize Bask yurtsever solunun bugünü ve çatışma sonrası atmosferle ilgili neler söylüyor? 

Bask yurtsever hareketin oylarındaki artışın askeri-siyasi stratejinin terk edilmesi ve ETA’nın kendisini feshetmesinin bir sonucu olduğu gayet açık. Aslında bu ilk kez gözlemlenen bir durum da değil. Lizarra-Garazi paktı sürecinde ilân edilen tek taraflı ateşkes dönemine denk gelen yerel ve bölgesel seçimlerde de yurtsever koalisyon oylarında ciddi artışlar olduğunu görüyoruz. Yine aynı şekilde, 1998’de Lizarra-Garazi paktının dağılması veya 2006 Loyola müzakerelerinin sona ermesinin ardından silahlı mücadeleye dönüldüğünde de oylarda çok bariz bir düşüş olduğunu görüyoruz. Ancak gerek sahada edindiğim izlenim, gerekse farklı kuşaklardan ETA militanları ile yapmış olduğum mülâkatlara dayanarak, ben 2018 öncesi dönemle ilgili şöyle bir çıkarımda bulunuyorum: Bask Ulusal Özgürlük Hareketi için İspanyol legalitesi altında yapılan seçimler ve bunların sonuçları aslında hiçbir zaman önemli bir kriter olmadı çünkü hareketin temeli zaten İspanyol legal düzeninin inkârına dayanıyordu. Hareketin nihai amacı siyasi hedeflerine askeri bir strateji ile ulaşmak, yani İspanyol devletini silahların baskısıyla müzakere masasına oturtmaktı, bunu da arkasındaki toplumsal desteği kaybetme pahasına iki kez başardı. 2018’den itibaren artık bu siyasi-askeri strateji söz konusu olmadığı için Bask yurtsever sol hareketi bugün halk desteğine önem veren bir siyasi strateji izliyor ve bu da oldukça dikkat çekici bir durum.

Son olarak, şu anda Katalunya’da hâlihazırda devam eden siyasi kriz dikkate alındığında, sizce İspanyol devletine karşı herhangi bir silahlı direniş grubunun çıkma ihtimali var mı?

Silahlı mücadelenin İspanya’da veya dünyanın başka yerlerindeki devletsiz uluslar arasında ortaya çıkış şartları üzerine düşündüğümüzde, belirli bir siyasal kuşağa yön veren bir dizi önemli siyasal ve toplumsal olay görüyoruz: Küba devrimi, Cezayir özgürlük savaşı. Bunların hepsi ETA’nın ilk dönem yayın organı Zutik’te sıklıkla telaffuz edilen gelişmeler, benzer şekilde Kolombiya’daki FARC-EP’nin önemli kumandanlarından Jacobo Arenas’ın Marquetalia Direnişi Günlüğü’nde de bu hareketlerden bahseder. Kuşaklar üzerine ilk önemli teorik çalışmayı yapmış olan sosyolog Karl Mannheim’in “kuşak tarzı” kavramı ile bu dönemki gerilla mücadelesi akımını bağdaştırabiliriz. Bask, Kolombiya, Kürt vakalarında bu kuşaksal tarz uzun süre devam etti, toplumsal olarak yeniden üretildi; kimisinde güçlenerek devam etti, kimisinde marjinalleşti. Ancak günümüz dünyasının koşullarını dikkate aldığımızda, özellikle de Batı Avrupa’da bugün böyle bir direnişin ortaya çıkması ve destek bulması pek mümkün görünmüyor. Kaldı ki, bugünün Katalunya’sında Katalan ulusal kimliğini doğrudan tehdit eden bir durum da söz konusu değil. Günümüzde devletlere karşı mücadele etmenin başka silahları söz konusu; siber saldırılar, devlet sırlarının ifşası vb. çok daha etkin ve önemli kamuoyu oluşturabilecek mekanizmalar mevcut. Belki yeni siyasal kuşaklar için yeni kuşaksal tarzlar bunlar olabilir, bunu zamanla göreceğiz.

Etiketler ETA İspanya PKK