Sorunlu bir ilişkinin portresi: Malcolm&Marie

Sam Levinson’un yazıp yönettiği Malcolm&Marie, Netflix'te yayınlandı. Levinson, yarattığı katmanlı karakterler üzerinden sorunlu bir ilişkinin portresini çizerken eleştiri kavramı, sanat üretimi ve karşılık bulamadığı toplum, cinsiyet, sınıf gibi temalara da değinmeden geçmiyor. Siyahların sanatını stigmatize etmeden yorumlayamayan beyaz hegemonyasına dair başarılı bir toplum eleştirisi ortaya koyuyor.

Google Haberlere Abone ol

Gizem Üstündağ

Bu yılın merakla beklenen filmlerinden Malcolm&Marie 5 Şubat'ta Netflix’te izleyiciyle buluştu. Sam Levinson’un yazıp yönettiği 33 mm, tek mekanda çekilen film, siyah beyaz sinematografisiyle dikkat çekiyor. Her çekimin görsel kompozisyonu dramatik kompozisyona hizmet ediyor. İkilikler üzerine kurulan anlatı siyah beyaz renk tercihinde kendini gösteriyor. Levinson, tercih ettiği uzun plan sekanslar ile ilk dakikalardan izleyeni içine çekmeyi başarıyor ve gerçek zamanlı kurgu ile kangren olmuş bir ilişkinin başarılı bir temsilini sunuyor. Karakterlere hayat veren Zendaya ve John David Washington’ın performansı ise uzun sure akıllardan çıkmayacak türden.

Galadan son derece memnun bir şekilde eve dönen Malcolm ve kırgınlığı, mutsuzluğu her halinden okunan Marie’nin ansızın değişen duygu durumlarına anlam vermeye çalışıyorken, Marie konuştukça öğrenmeye başlıyoruz yıllardır konuşulmayanların açtığı yarayı. Bir bir ortaya dökülüyor geçmişin tüm kırgınlıkları, kızgınlıkları... Meselenin bir teşekkürden daha derin bir şeylere karşılık geldiğini fark ediyoruz. ‘’İncindiğim kadar incitmeliyim’’ düsturuyla başlattıkları uzun metrajlı kavgalarını sonlandırmaya aralarındaki cinsel çekim de yetmiyor.

Marie’nin varlığı Malcolm’un başarısında hayat buluyor. Marie tarafından her türlü dokunaklı söylem, meydan okuma Malcolm’un başarısına sirayet eden unsurlardan birkaçı oluyor. Oysa yaşama tutunmaya çalışan Marie için bir ‘’teşekkür’’, yok sayılmışlığın derin bir özrünü barındırıyor içinde. Levinson, başarılı bir erkek yönetmen ve erkeğin başarılı olmasına hizmet eden bir kadın var ederek aşılamayan cinsiyet stereotiplerini önümüze mi getiriyor?

Hayattaki eksikleri tamamlayabilmenin, içerideki boşlukları doldurabilmenin yalnızca sevilen kişilerle mümkün olabileceği gerçeği sevgiyi sunabilmek için yeterli bir sebeptir belki, yine de sevilen kişinin nefret edilene dönüştüğü o hassas noktada boşluğun açılmamasına direnmek nafiledir. Marie’nin acıtan sözlerinde Malcolm, hangi eksikliğini hatırlıyor ve Malcolm’un bir hayatı bahşetmişçesine savurduğu narsist cümlelerde Marie, derinleşen hangi boşluğunu kapatamıyor, bilemiyoruz. Fakat çeşitli değersizlik, güvensizlik örüntüleriyle dolu bir zihinden dile dökülenleri duyabiliyoruz kulaklarımız kanaya kanaya.

Aşk büyük ölçüde inançların, arzuların, duyguların uyumlu olmasını gerektirir. İçsel bir tutarsızlığa denk düşmemelidir günün sonunda. Destek vermek ve destek alabilmekle de ilgilidir aynı zamanda. Birini sevdiğimizde sonsuz desteğimizle de yanındayızdır. Marie’nin veremediği destek ise içinde patlayan tüm hayal kırıklıklarının tezahürü gibi. Verdikleri sevginin ve çabanın anlaşılmadığı inancıyla öfke çemberinden çıkamıyorlar, narsist kişilik yapıları bu yıkıcı döngüden çıkabilmelerine müsaade etmiyor.

Aynı anda birini hem sevip hem nefret etmek bilişsel uyumsuzluğun karşılığıdır. Mümkünlüğü tartışılır fakat içsel çatışma kaçınılmazdır. Marie ve Malcolm’un en büyük çatışması kendi dünyalarında aslında. Malcolm, bir yandan politik film çekme mecburiyetinden dem vururken diğer yandan Angela Davis’in biyografisini filme alma arzusundan bahsediyor. Marie, hak etmediğini düşündüğü tavır karşısında çılgına dönerken, an geliyor Malcolm’u tüm sessizliği ile dinleyerek sessizce ağlıyor bir köşede. Geçmişten bugüne ilişkideki olumsuzlukların yarattığı nefreti bastırmak için geliştirilen savunma mekanizması artık devrede değil kuşkusuz.

İnsanlara nasıl davranmamız gerektiği mantık sorusu olmaktan ziyade bir ahlak sorusudur ve alabileceğimiz tek bir cevap yoktur. Marie ve Malcolm’un film boyunca dinmeyen tartışmalarının sebebi belki de budur.

Levinson, yarattığı katmanlı karakterler üzerinden sorunlu bir ilişkinin portresini çizerken eleştiri kavramı, sanat üretimi ve karşılık bulamadığı toplum, cinsiyet, sınıf gibi temalara da değinmeden geçmiyor. Siyahların sanatını stigmatize etmeden yorumlayamayan beyaz hegemonyasına dair başarılı bir toplum eleştirisi ortaya koyuyor. Sinema sektörünün vahametine ve ötekileştiren dil ile içi boşalan sanat kavramına dikkat çekiyor.

‘’Kelimeler olaylardır’’ diyor Ursula K. Le Guin ‘’bir şeyler yaparlar, bir şeyleri değiştirirler. Hem konuşmacıyı hem dinleyiciyi dönüştürürler.’’ Malcolm ve Marie ise öfke saçan kelimelerle güvensizliklerini ve duygusal zayıflıklarını büyüterek, aralarındaki uçurumu giderek derinleştiriyor.

‘’Yürüyüp gitse acısı illaki geçecek olan insanın, parçalanmış camın üzerinde ısrarla durmasına’’ dair incelikli bir metafor sanki Macolm&Marie ve toksik ilişkilerin devam eden döngüsünde iyileşemeyen ruhsal yaraların başarılı bir yorumu...