Sol’da birlik için...

Bu ülkede bir sosyalist akım ve bu akım içerisinde oluşturulacak yeni bir sosyalist hareket yaratmak “hala mümkün”. Bunu seçim baskısı olmadan, parlamentarizm sınırları içine hapsolmadan yapmak da...

Google Haberlere Abone ol

Yavuz Halat

Umutsuz bir yazı konusu olduğunun farkındayım. Ancak bu konuda yazmamak, üzerine kafa yormamak çok daha büyük bir umutsuzluk olurdu. Yazıya böyle bir girişle başlayınca konunun ne olduğunu tahmin etmek güç değil; Sol Birlik, Solda Birlik ya da benzer anlama gelebilecek bir dizi tanım…

Bu gündemin, yeniden “gündem” olduğu dönemdeyiz. Ne yazık ki bu gündem, 20 yıldır iktidarda olan gerici-faşist AKP karşısında “artık yeter güçlerimizi birleştirmemiz ve faşizme karşı birlikte mücadele etmemiz lazım” ihtiyacından olmadı. Ya da “bu ülkede dincisinin, faşistinin, sosyal-demokratının ve Kürtlerin ana akım olarak örgütlendiği, temsil edildiği ortak mecraları var, artık yeter sosyalistlerin de (en azından büyük çoğunluğunun) bir siyasi akım olarak birlikte yer alabileceği bir mecraları olsun” zorlamasından da doğmadı.

İtiraf edelim ki bu gündem iki buçuk nedenle oluştu: Seçimlerin ufukta görünmesiyle birlikte “siyasal gündemde var olma” ihtiyacından ve HDP’nin (Selahattin Demirtaş’a ayrı bir yer vermek gerek) bir üçüncü ittifak oluşturma zorlamasından. Bunlara eklenebilecek “küçük” bir etki de mevcut; sol grupların birbiriyle girdikleri biraz tarihsel, biraz güncel rekabet.

BU 'BİRBUÇUK' NEDENİ AÇMADAN ÖNCE SİYASİ DÜZLEMİ KISACA TANIMLAMAK YERİNDE OLACAK

Sandık; AKP döneminde, bu ülke tarihinde hiç olmadığı kadar “önemli” hale geldi. Altı (6) Genel Seçim, iki cumhurbaşkanlığı seçimi, üç referandum oylaması ve dört (4) yerel seçim, yani yirmi yılda 15 seçim (sandık). Kuşkusuz bunun nedeni; sayısal çoğunluğu arkasına alan Erdoğan’ın, iktidarın kaynağı olarak seçim başarısını dayatmasıdır. Seçim dışında siyasete müdahale kanalları; basını, yargıyı, kolluk kuvvetlerini kontrol eden Erdoğan tarafından kapatılmış durumda. (Bu genel duruma başta CHP olmak üzere neredeyse bütün muhalefetin zımnen kabulünü de eklemek gerek).

Siyasete katılımın, değiştirme müdahalesinin neredeyse tek aracı da sandık olmuş durumda. 2002’den itibaren sürekli bir biçimde artan “seçimlere katılım oranı” yüzde 80’in altına hiç düşmedi.[1] Ancak seçimlere katılım oranının sürekli artması bir taraftan kurulmak istenen sistemin stabil hale gelmediğinin diğer taraftan da muhalefetin sandıkta kabul edildiğinin bir göstergesidir. Kısaca sandık, iktidarın da iktidar olmak isteyen muhalefetin de “tek aracı” haline geldi.

Bu duruma Başkanlık Rejiminin “ilk döneminin sonuna” yaklaştığımızı da eklersek, durum daha da kritik hale geliyor. Önümüzdeki seçimin Erdoğan tarafından kazanılması, başkanlık rejiminin hem iktidar hem de muhalefet için artık yerleştiğinin kanıtı olacaktır.

Başkanlık rejimi, bir başka değişiklik daha gerçekleştirdi. Artık iktidar olmak için, yüzde 50+1 Meclis’te değil, sandıkta sağlanmalı. Bu da doğallığında ittifak/koalisyon kurmayı seçimden sonra değil, seçimden önce yapmayı zorunlu kılıyor. Kısacası, siyasetin kendisi değil ama “kimyası” bozuldu.

Oyundaki bu kural değişikliği oyuncuların ilişkilerinde de temel değişikliklere yol açmış durumda; CHP, İYİP, Saadet, Gelecek, Deva, vs, eski sistemde seçimden sonra milletvekili sayılarına göre yapmaları gereken koalisyon görüşmelerini şimdi seçimden önce anket oranlarına göre yapıyorlar.[2] Ayrıca yeni Seçim Yasası da yeni koalisyonlar üzerinde çalışmayı gerekli kılıyor.

Yeni duruma en uygun pozisyon almış olan siyasi özne ise kuşkusuz HDP(‘ydi). HDP yıllardır, seçimlerden sonra değil, seçimden önce ittifaklarını oluşturdu. Hem Kürt halkının tüm siyasi/sosyal/dini/kültürel eğilimlerini kendi bünyesinde tuttu hem de (buna açık olan) sol siyasi öznelerle ittifak ilişkileri kurdu.

Düzen partileri kendi aralarında ikiye yarılmalarına rağmen (bir tarafta CHP, İYİP, DEVA, Gelecek, Saadet diğer tarafta AKP, MHP) Kürt kimliğinin tanınması ve özellikle Kürt kimliğinin siyasal süreçte etkin olması karşısında tek vücutlar. Ve bu durum, yani 6’lı masanın yanına dahi yaklaştırmamaları, HDP’yi siyasal etkinin (hatta etkileşimin) tamamen dışarısında bırakıyor, yalnızlaştırıyor.[3] Sol’un (toplumsal değil ama) siyasal güçsüzlüğü de HDP’nin bir üçüncü taraf olmasını engelleyen önemli bir etken.

SİSTEM DEĞİŞİRKEN SOL DEĞİŞİYOR MU? 

Yazının ana konusuna tekrar dönersek. Sol’un “birlik” gündemi, değişen sisteme alternatif üretme zorunluluğundan değil (ki aslında tüm düzen içi muhalefet güçleri bu zorunluluktan hareket etmelerine rağmen), seçim atmosferine girilmiş olmasından kaynaklı. Halkın genel olarak siyasal aktörlere kulağını çevirdiği seçim dönemlerinde ve aynı zamanda sol tabanın baskısına yani “seçimlerde ne yapacağız, nasıl tutum alacağız” sorularına yanıt üretmek gerekiyor.[4]

Kabul etmek gerekir ki Tayyip Erdoğan’ın iktidar dönemi boyunca sol genel olarak zayıfladı. Bu durum basitçe iktidarın baskısı, medya olanaklarının olmaması, hukukun işlevsizliği gibi nedenlerle açıklanamaz. Politika üretiminde yetersizlik, propagandadan ibaret pratik faaliyette etkisizlik, örgütsel tekdüzelik ve asıl olarak (her şey yolundaymış gibi) kendini sürekli tekrar eden bir ısrar, solun zayıflamasının/etkisizleşmesinin önemli nedenleri. Oysa yeni bir perspektifle ve düzeni bir bütün olarak değiştirmeyi amaçlayan bir sosyalist akım olarak örgütlenme zorunluluğu, sistemin değişmesiyle çok daha elzem hale gelmiş durumda.

Yukarıdaki ifadeyi tekrar ederek yani “bu ülkede dincilerin, faşistlerin, sosyal-demokratların ve Kürtlerin ana akım olarak örgütlendiği, temsil edildiği” siyasal düzlemde, sosyalistlerin buna müdahalesi bir bütün “hareket” oluşturmasını zorunlu kılıyor. Bu gerçekleştirilemediği durumda her seçim; solun etkide bulunamadığı, kendi etrafında “top çevirdiği” ve seçim bitse de rutinimize dönsek diye beklediği dönem oluyor. Dolayısıyla bugün için gündeme giren “sol birlik” davranışları, seçimin ertesi günü ortadan kalkarsa şaşırtıcı olmayacaktır.

HDP’nin artık bir refleks haline gelen, solu HDP bünyesi içerisinde “tutma” tercihi ise “milletvekilliği cazibesi” dışında bir ideolojik dönüşüm sağlamadığı gibi Batı’da, Kürt halkının siyasi mücadelesine etkili bir politik destek de oluşturamadı. Solu, HDP bünyesi içerisinde tutamamak, diğer taraftan HDP’yi de Türkiye’nin sol partisi haline getirememek Kürt siyasi hareketinin (anlaşılabilir)[5] nesnel zorunluluklarından kaynaklanmakta.

Solun HDP tarafından kapsanamayacak olmasının nedeni; HDP’nin nesnel zorunlulukları olduğu kadar (ne yazık ki) Türkiye Sol’unun önemli bir kısmında tarihten gelen politik tercihlerin ve tarihten gelen önderliklerin “deformasyonu” ve “manipülasyonu”dur.[6] Buna, Batı’daki ulusalcı ideolojik baskılanmanın etkisini ve bunu aşacak bir politik tutumun oluşturulamamasını da eklemek gerek.

Diğer yandan Selahattin Demirtaş’ın zaman zaman yazdığı[7] yazılardan da anlaşılmaktadır ki solun, HDP dışında “bağımsız” bir güç olarak örgütlenmesi bir politik ihtiyaç olarak her geçen gün daha fazla görülüyor, HDP içinde bile.

Her şeye rağmen Kürt halkının varlığı ve Kürt siyasi hareketinin politik etkisi Batı’daki solu (şöyle ya da böyle) bir tutum almaya zorlamaya devam ediyor.

Şu ya da bu nedenle, solda birliğin gündemde olması, gündemde tutulması hatta sonuca ulaşıncaya kadar hiç gündemden çıkmaması “hayırlı” olur. Ülke siyasetinin bugünkü durumunda bu konuyu önemsemeyenler, gündemine ciddiyetle almayanlar hatta “halinden memnun” olanlar için bir hatırlatma; “devrimcilerin, halkın çıkarından ayrı bir çıkarı yoktur”.

NE YAPMALI, NASIL YAPMALI? 

Bu ülkede bir sosyalist akım ve bu akım içerisinde oluşturulacak yeni bir sosyalist hareket yaratmak “hala mümkün”. Üstelik bunu seçim baskısı olmadan, parlamentarizm sınırları içine hapsolmadan yapmak da “hala mümkün”. Bunun için başlangıç ve ilerleme adımlarının iyi planlanması ve uygulanması gerekli kuşkusuz. Tabii hepsinden önce samimiyet, iyi niyet, yapılabileceğine inanma ve kararlılık gibi “erdemlerin” var olduğunun ön kabulü ile…

Var olan sosyalist yapıları merkeze koymayan yani onları bir siyasi birliğe, yeni bir üst örgüt modeline zorlamadan (ve elbette ki onların örgütsel bütünlüğünü bozma amacı taşımadan) ancak var olan sosyalist yapıların olanaklarını/yeteneklerini değerlendirerek bir “başlangıç projesi” oluşturulabilir.[8]

Bu başlangıç, üç(3) faaliyet alanından başlayabilir.

1-Toplumsal muhalefetin en dinamik olduğu alan mücadelelerinde tüm sosyalist yapılar güçlerini birleştirir ve tüm inisiyatifi, o alanlarda oluşan/oluşacak iradeye bırakır. Belki ilk aşamada, sosyalist yapıların “kolaylaştırıcılığına” ihtiyaç duyulsa da her alanın kendi kolektif iradesini ve programını oluşturması çok zaman almayacaktır.

Buna ihtiyaç duyan, aynı zaman da yapılabilir alanlar çok açık bir biçimde gözümüzün önünde; üniversite gençlik mücadelesi, kadın özgürlük mücadelesi ve kent-doğa mücadeleleri.

Gençlik mücadelesi üzerinden somutlamak gerekirse; üniversitelerdeki her siyasi yapı kendi örgütsel bütünlüğünü dağıtmadan, bağımsız pratik faaliyetini de kesintiye uğratmadan diğer siyasi yapılarla tek bir düzlem oluşturabilir. Örgütlü örgütsüz ayrımı yapmadan, sosyalist/demokrat niteliklere sahip olmanın yeterli olduğu, ülke ve üniversite sorunlarının/gündemlerinin tartışıldığı hatta eylem kararlarının alınıp uygulandığı bir düzlem. Sol duyarlılığa sahip (1. sınıfından son sınıfına kadar) her öğrencinin, aynı zamanda sol örgütlerin fikirlerini ve önerilerini aynı ideolojik tartışma platformunda değerlendirdiği ve kendisinin de bu tartışmalara katılabildiği bir düzlem.[9] Yani ortaklaştırılmış demokrasi mücadelesi!

Kadınların sürdürdüğü mücadele, yukarıdaki özelliklere çok büyük oranda sahip zaten. Sol birlik isteyen yapıların, kadınların kendilerinden istediklerini yerine getirmeleri yeterli olacaktır.

Kent ve Doğa mücadelelerinin ulaştığı noktadan da ulaşamadığı noktadan da sol sorumludur. Neredeyse 30 yıllık bir tarihi olan[10] bu mücadeleler ne yazık ki siyasallaşma konusunda çok az ilerleme sağladı. Ancak asıl eksiklik ülke çapında ortaklaşmış örgütsel yapılara ulaşamamasıdır. Sol yapılar, benzer bir yöntemle bu alandaki faaliyetlerini grupsal çıkarlardan tamamen arındırmış, halkın inisiyatifini önceleyen gerek kendi aralarındaki gerekse de oluşmuş yerel yapılar arasındaki “sıkıntıları” çözme ve aşma konusunda “kolaylaştırıcı” bir işlev edinebilirler.

Kuşkusuz tüm bu sayılanlara farklı alanlar, farklı başlıklar da eklemek mümkün ve hatta (zaman içerisinde) eklemek de zorunlu.

2-Bilindiği üzere sol fikirleri geliştiren en önemli etken ideolojik/politik tartışma düzlemleridir ki ideolojik kısırlıktan/tekrardan bolca şikayet ettiğimiz bu dönemde. Bütün sol yapıların içinde bulunduğu (aynı zamanda bütün sol fikirlere açık olacak) bir “yayın düzlemi”nin oluşturulması, bu sıkıntının giderilmesine bir nebze de olsa katkı sunabilir.

Sosyalizmin ideolojik sorunlarının/konularının tartışıldığı, güncel politik sorunların ve çözüm önerilerinin geliştirildiği, aynı zamanda hangi sol yapının neyi önerdiği ve birbirleri arasındaki farkın görülebildiği tek bir yayın düzlemi. (Şiddetli polemiklerin de yapılmasında hiçbir sakınca yok, sonuçta fikir, çim gibidir ezildikçe büyür). Böylece sola ilgi duyan “geniş kesimler” hangi yapının ne dediğini, ne önerdiğini rahatlıkla görebilir ve tercihte bulunabilir.

İlla basılı da olması gerekmez, ortak bir bütçe ve üzerinde uzlaşılmış editör ekibiyle bir internet sitesi rahatlıkla hayata geçirilebilir.

3-Sola ilgi duyan genç kuşakların belki de en büyük eksikliği sosyalizme dair bilgi ve birikimlerinin sınırlı olması. Bu eksiklik ya sol yapıların kendi bünyesi içinde ya da sınırlı akademik faaliyet alanlarında giderilmeye çalışılıyor. Mücadele kuşakları arasındaki kopukluk, bu eksikliğin günlük yaşamda da giderilmesini engelliyor.

Bu durumu bir nebze de olsa gidermek amacıyla ülke geneline yayılacak bir sosyalizm eğitimi hayata geçirilebilir. Sosyalizmin temel konuları (materyalizm, sınıf, sınıf mücadelesi, devlet, devrim, faşizm,..) alanında kabul görmüş akademisyenler tarafından belirli bir program ve disiplin içerisinde bir eğitim ve geliştirme faaliyeti olarak hayata geçirilebilir.[11] Bu faaliyete eklenecek önemli konulardan biri kuşkusuz dünya ve ülkemizde tarih bilgisinin/birikiminin genç kuşaklara aktarılması olacaktır.

Yukarıda sayılanlar bir başlangıç için naçizane öneriler olarak değerlendirilmeli, solun birliğine iyi niyetle kafa yoranlar için. Kuşkusuz başka öneriler de olacaktır. Ancak tartışmanın şimdiye kadar (büyük ölçüde) yapıldığı şekliyle ilerlemesi mümkün gözükmüyor. “Mücadelenin birliği mi, birliğin mücadelesi mi” diye sorarak, “sokakta birlik mi masa başında birlik mi” diye ayırarak, “daha solcu gözükerek ya da daha sağda göstererek” sol birleştirilemiyor. Üstelik böylesi bir sürecin en büyük çıkmazı ise sosyalizm mücadelesinden cımbızlanmış sözler, dar pratiğe sıkışmış radikallik, kendisi dışındaki herkese kulp takarak kendisini gizleyen statükoculuk oldu/olacak.

Kişisel konformizmi terk eden, grupların var olma reflekslerini aşan yeni bir sorumluluk üstlenmek hem tarihe hem de geleceğe ait bir borç. Üstelik bu borcu ödemek için çok geç bile kalındı. Demirtaş’ın bitirdiği gibi; “Millet aç, aç”.

Yeni bir umutsuzluğa yol açmama dileği ile…

 

[1] 2002-2018, 5 genel seçim ortalaması yüzde 87,23. 2002’de yüzde 79,14. 2007’de yüzde 84,25. 2011’de yüzde 87,50. 2015 Haziran yüzde 88,40. 2015 Kasım yüzde 89,80. 2018’de yüzde 86,22.

[2] Bunların oluşumu ve arasındaki ilişkiler, bu yazının olmasa bile başka bir yazının konusu olabilir.

[3] Oysa HDP, değişen koşullara hızla uyum sağlama yeteneğine (politik taktiklere) sahip olduğunu daha önceki her kırılma noktasında kanıtlamış olmasına rağmen. Bunun en son örneğini İstanbul Belediye seçimlerinde gösterdi.

[4] Yoksa “taban” yanıtı olanlara kayma eğilimi gösterir.

[5] Kürt Siyasi Hareketi’nin aynı zamanda bir Ortadoğu hareketi olması, zaman zaman oranın ihtiyaçlarını öncelemesi, hareketin halkın bütün siyasi/sosyal/kültürel kimliklerini kapsamaya ve temsil etmeye zorunlu kalması gibi bir dizi neden sayılabilir.

[6] Açıkça söylemek gerekir ki HDP ile yan yana gelmeme gerekçeleri olarak; kendilerinin sınıf mücadelesine yakınlığı tartışmalıyken “HDP’nin sınıf mücadelesinden uzak olduğu” yönünde söylemler ya da Kürt halkının 40 yıllık tercihini emperyalistlerle ilişkinin sonucu olarak göstermeye çalışan açıklamalar fazlasıyla “komik” kaçmakta.

[7] https://www.evrensel.net/haber/447749/selahattin-demirtas-evrensele-yazdi-sola-bir-cagri-daha

[8] 2018 genel seçimlerinde (öncesini ve sonrasını içine alan dönemde) bu amaçla bir öneri geliştirilmiş ve muhatapların bir kısmıyla da paylaşılmıştı. Belli başlı sol yapıların “kolaylaştırıcılığı” garanti altına alınarak “başlangıç” adımlarının atılabileceği önerilmişti. Ancak ne “evet” ne de “hayır” yanıtı alınabildi.

[9] Biraz eskiler farkına varacaktır, bu öneri yeni keşfedilmiş bir öneri değil, aslında bir “Öğrenci Derneği” önerisi. Yasal olması da gerekmiyor, fiili ve meşru.

[10] Bergama köylülerinin altın madenine karşı 90’larda başlattığı direnişi hatırlamak yerinde olur.

[11] 80 sonrası kuşak birikimini bu tür faaliyetlerle sağlamıştı. Örneğin; “Özgür Üniversite” faaliyeti çok etkili olmuştur.