Slavoj Žižek: Pandemi asıl kriz için bir sınavdan ibaret

Slavoj Žižek, korona virüsü salgınının daha sonra karşılaşacağımız asıl krizin 'küçük bir örneği' olduğunu söyledi. Mümkün olan en kısa zamanda Covid-19'a karşı aşı yaptıracağını ifade eden Žižek, salgının ardından 'yeni bir normal inşa edilmesi gerektiğini' aktardı.

Google Haberlere Abone ol

(Çeviren: Can Evren)

Tomasz Kurianowicz 

Slavoj Žižek dünyanın en meşhur ve en etkili filozoflarından biri. Sloven filozof, Jacques Lacan ve psikanaliz üzerine yazılarının yanı sıra toplum ve kapitalizm hakkında yaptığı, Hegel, Marx ve Lacan’a atıflar içeren ve popüler kültürün gözünden işlediği eleştirel çalışmalar ile adını duyurdu. Žižek, Ljubljana Üniversitesi Felsefe Enstitüsü’nde profesör ve Londra Üniversite’sindeki Birkbeck Beşeri Bilimler Enstitüsü’nün direktörü. Tomasz Kurianowicz, Žižek ile Almanya’da kasım ayında yayınlanan Pandemic! Covid-19 shakes the world (Pandemi! Covid-19 dünyayı sarsıyor) başlıklı kitabı hakkında konuştu. 

Sayın Zizek, şu anda neredesiniz?

Ljubljana’daki dairemde evdeyim. Slovenya’da günlük Covid-19 ölüm sayıları 50’ye kadar çıkıyor. Ülkenin boyutuna kıyasla düşünürseniz dünyadaki en kötü ölüm oranlarından birine sahibiz.

Haliniz nasıl?

Depresif bir haldeyim. Bütün bu tecrit ilkbahara dek sürecek. Buna ilaveten birçok insanın akıldışı inadına söyleyecek şey bulamıyorum. Almanya’da da protestolar oldu değil mi? Hırvatistan nüfusunun yarısı aşı olmak istemediğini söylüyor. Almanya’da durum nasıl?

Çoğunluk aşı olmak istiyor. Sanırım aşıya şüpheyle yaklaşan kesim yüzde kırk.

O zaman aşı olanlar aşı olmayanlardan korunacak demektir.

Siz mümkün olan en kısa zamanda aşı olacak mısınız?

Hemen olacağım. Neden olmayayım? Hem bana sıra çabuk gelecektir. 71 yaşındayım, şeker hastasıyım ve tansiyonum yüksek sayılır. Risk grubu kıstaslarının hepsini karşılıyorum.

Son altı ayınız nasıl geçti? Vaktinizin tamamını Ljubljana’da ve Slovenya’da mı geçirdiniz?

Evet. Ülke kapalı şu an. Ağustos’ta tedbirler biraz daha gevşediğinde birkaç günlüğüne Slovenya sahiline gittim. Ama denize yaklaşmadım bile. Daireden çıkmadım. Her şeye rağmen bu tecrit hali daha kötü olur diye düşünüyordum ama o kadar fena sayılmaz.

Neden?

Çalışmamı kolaylaştırdı. Dizüstü bilgisayarımdan her şeyi yapabiliyorum. Bu toplumsal tecrit hali korkunç diyenlere inanmıyorum. Amerikalı bir arkadaşım şöyle yazmış: “Şu anda sadece fiziksel izolasyon var. Bunun bedeli olarak da sosyalleşmekten bitkin düşüyoruz." Aynen öyle! Sosyal olarak uzun süredir olmadığımız kadar birbirimize bağlıyız. Devlet bizi denetliyor. Yetkililer nereye gittiğimizi, ne yaptığımızı inceliyor. Devlet nasıl olduğumuzu, soğuk algınlığımız olup olmadığını soruyor. Peki dijital değişimlere ne demeli? Telefonu ve bilgisayarı hayatımda hiç bu kadar fazla kullanmamıştım. Sürekli e-posta kutuma bakıp duruyorum. Nefret ediyorum bundan. Ben aslında yalnız olmayı severim. Fakat evimizi aynı zamanda iş yerimiz yaptığımız için, özel anlarımızda bile çok daha erişilir durumdayız. Hiç bu kadar bağlantılı hissetmemiştim. Benim asıl özlediğim otantik tecrit, gerçekten kendi başına olabilmek.

Virüsün yayılmasında kültürel farkların etkisi var mı sizce? Fransızların selamlaşırken öpüştükleri için virüsü daha hızlı yaydıkları söyleniyor. Slav ülkelerde bu nasıl? Polonya, Çekya ve Slovenya dünyada en kötü durumdaki ülkeler.

Bütün bunlar paradokslarla dolu. Başlarda Çekler ve Polonyalılar virüsle mücadelede dünya şampiyonuydu. Yaz aylarında ne oldu da bu değişti bilmiyorum. Başlarda Fransa da çok etkili mücadele ediyordu. Sonra sayılar birden patladı. Şimdi Almanya sıkıntılı. Enfeksiyon artışının sebebi olarak kültürel özelliklere işaret ederken çok dikkatli davranmak gerek. Başlarda solcu arkadaşlarım bana sosyalist geçmişi olan devletlerin virüsle daha iyi mücadele ettiğini ve Batılı, klasik, neoliberal ülkelere göre daha güçlü bir dayanışma gösterdiklerini söylüyorlardı. Fakat bugün artık bu geçerli değil. Dürüst olmak gerekirse enfeksiyon sürecini nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.

Bugünlerde Çin’in epey başarılı olduğu söylenebilir. Neredeyse hiç vaka kalmadı. Sonuçta Çin de güçlü denetim mekanizmaları olan sosyalist bir ülke.

Evet, Çinliler oldukça iyiler. Fakat bunun illa bir anlamı olmayabilir! En az Çin kadar başarılı olan fakat yüzünü Batıya dönmüş başka bir ülke daha var. Tayvan’dan bahsediyorum. Avustralya ve Yeni Zelanda da oldukça iyi gidiyorlar. Demek istediğim şu: Kültürel klişeler analiz yapmaya yardımcı olmuyor. Almanya’da durum her gün daha kötüye gidiyor. Almanya oldukça disiplinli bir toplum olmasına rağmen ölüm sayıları gittikçe artıyor. Peki liderler ne yapıyor? Durumun karmaşıklığını kabul etmek yerine sürekli günah keçisi arıyorlar. Önceleri sorun partileme meraklısı gençlerdi. Sonra restoran işleten esnaf oldu. Şimdi sorun ofisler ve iş yerleri. Sinir bozucu olan virüs hakkında hâlâ çok az şey biliyor olmamız.

Birkaç ay sonra nerede olacağız, ne dersiniz bu konuda? Pandemic! kitabınızda karanlık bir tablo çiziyorsunuz.

Pandemiyi psikolojik açıdan yorumlamaya çalışan Latin Amerikalı arkadaşlarımla konuştum. Sizin de söylediğiniz gibi ilk kapanma hâlâ iyi bir histi. Birçok kişi bunu tatil gibi gördü. Çocuklarıyla vakit geçirmek, biraz rahatlamak, kafa dinlemek istediler. Amerikalı uzman Dr. Fauci bile virüsün yaz aylarında yenileceğini varsaymıştı. İlk kapanma hoş bir travmaydı.

HAFİF KAPANMA DİYE BİR ŞEY YOK!

Peki şimdi?

Güvendiğim iktisatçıların çoğu, 2021’in ilkbahar aylarında ekonomik şartların vahim olacağını söylüyor. Herkesin beklentisi bu yönde. Birçokları hafif kapanalım istiyor. Ama 2020’nin yaz ayları bunun işe yaramadığını göstermedi mi? H afif kapanma diye bir şey yok! Bu orta yolun işe yaradığı fikrinden kurtulmalıyız. İşe yarayacak tek şey sert kapanma tedbirleri; bu da ancak enfeksiyon kapmış insan sayısı hâlâ makul seviyelerdeyse işe yarayacak. Avustralya bu işin nasıl yapılacağını gösterdi. Hayranım o ülkeye. Melbourne’da ufak boyutta salgın belirtileri görüldü. Şehri hemen bir aylığına sert tedbirlerle kapadılar. Şimdi ekonomi salgın öncesindeki kadar iyi gidiyor. Vietnam da doğru yolu seçti. O da bir başka başarı hikayesi. Gecikmeden ve sert tedbirlerle kapanma sadece iyi sonuç vermiyor; ekonomik olarak da en iyi çözüm bu.

2020 yaz ayları aynı zamanda protestolar mevsimiydi. Bunu nasıl deneyimlediniz?

Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Değerlidir) protestoları temelde ABD'de yaşandı. Protestocular Kant ve Hegel’den de kurtulmak isteyecekler diye çok korktum. Kant bugün ırkçı sayılacak birkaç söz söylemiştir. Gösterilere katılan Amerikalı bir arkadaşımın söylediğine göre, sol nihayet düşmanın belli olduğu (polis, ırkçılık vd.) eski usul bir mücadeleye katılabiliyor olmaktan mutluydu. Kısa bir anlığına Covid-19’u unutup normalliğe geri dönmüş gibi yapabildik. Sapkın bir arzu vardı bunda.

Sol görüşlü protestocular virüsü neden ciddiye almadığını düşündünüz mü?

Bugün yine aynı. Sayılar ilkbahardan çok daha kötü olmasına rağmen insanların durumu hâlâ ciddiye almıyor olmaları tuhaf. Alışverişe çıkıyorlar. Sokaklar dolu. Bir tür inkâr stratejisi bu. Sağlıklı bir panik durumunu özlüyorum ben. Bence insanlar çaresizler. Bir çağın sonuna geldiğimizi idrak ediyorlar. Üçüncü dalga bir ruhsal bozukluklar dalgası olacak. Müthiş bir artış yaşanacak bu alanda. Çocukların ve ergenlerin psikolojik hallerinde bunu şimdiden gözlemleyebiliyoruz. Sosyal olarak izole edildiler ve depresifler. Kimse onlara net bir resim çizemiyor. Tamam, aşı geliyor. Fakat sosyolog Bruno Latour’un sözlerini hatırlamakta fayda var: Bu salgın, sonrasında gelecek olan asıl krizin, yani diğer virüslerin, küresel felaketlerin ve tabii hepsinden önce küresel ısınmanın bir numunesinden ibaret.

İnsan hâlâ umutlu olabilir mi?

Umutlu olabiliriz, fakat paradoks içermesi kaydıyla! Ben umutsuzluğun cesaretini savunuyorum. Umut etmek istiyorsak, önce eski yaşamımızın sona erdiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normallik icat etmeliyiz. Gerçeklik ile kurduğumuz temel ilişki, yani dünyayı nasıl gördüğümüz, onunla nasıl etkileşim kurduğumuz değişti. Gerçeklik ile ilişkimiz yerle bir oldu. Bunu ne kadar erken kabul edersek o kadar iyi.

GÜNDELİK YAŞAM BU SIRALAR HEPİMİZİ FİLOZOF YAPIYOR, FAKAT APTAL FİLOZOFLAR OLUYORUZ

İtalyan filozof Giorgio Agamben hakkında ne düşünüyorsunuz? Kitabınızda ondan bahsediyorsunuz. Agamben virüsten korkmamamız gerektiğini düşünüyor.

Doğru. Güvenlik tedbirlerine karşı çıkıyor. Agamben kısa süre önce “Ev Yanarken (When The House is on Fire)” başlıklı bir metin yazdı. Evin yandığını kabul ediyor fakat aynı zamanda şunu söylüyor: “Bu felaketi izlemekten başka yapacak bir şey yok. Değiştirmeye çalışırsak olsa olsa daha da kötüleştiririz.” Orta Çağ insanları gibi yaşamalıyız, sanki bir tehlike yokmuş gibi yaşamaya devam etmeliyiz, diyor. Yani arkadaşlarımızla buluşmalı, öğleden sonra kahvemizi içmeli ve her şey yolunda gibi davranmalıyız. Yolun sonuna geldiğimizi bilsek bile. Agamben’e göre “haysiyetli şekilde ölmenin tek yolu bu.”

Siz ne düşünüyorsunuz?

Katılmıyorum. Bir solcu olarak bu şekilde düşünürseniz Trump’a yaklaşıverirsiniz. Sağcılar sokağa dökülüp maske takmanın hayvanlara ağızlık takmak gibi olduğunu söylüyorlar. İlginç buluyorum bunu. Bilincimizde bir kırılma yaşandı dememin nedeni bu. Agamben bu kırılmayı göz ardı edip eskisi gibi yaşayalım istiyor. Salgının yayılması ve gitgide daha çok insanı hasta etmesi anlamına gelir bu. Bence Agamben’in dediği gibi olmaz. İnsanlar ölmeye devam edecek fakat bir bütün olarak toplum, toplumsal haysiyetini koruyacak. Bunun olacağını sanmıyorum. Toplum iğrenç bir barbarlığa düşecektir. ABD’ye bakmak yeterli. Kaç kişi şu anda ateşli silah satın almakla meşgul biliyor musunuz? Aşağı yukarı 20 milyon. Gaddarlık ve tedirginlik artacaktır. Agamben’i dinleyip virüs yokmuş gibi davransak barbar bir orta çağda buluruz kendimizi. Kim Agamben gibi konuşuyor biliyor musunuz?

Kim?

Trump’ın damadı Jared Kushner. Ne dedi biliyor musunuz? Trump'ın Covid’i doktorlardan aldığını ve halka geri verdiğini söyledi. Müthiş bir laf! Alay ediyorum tabii.

Agamben maske takmayı da eleştiriyor. “Tiran yüzsüzdür” diyor.

Kendiliğin/benliğin sonsuzluğu yüzde belirir, diye düşünen felsefeci Emmanuel Levinas’a atıfta bulunuyor burada. Yüzü gizlersek, bu imkânsız olur. Çünkü böyle olunca insan mutlak olan sonsuz derinliği karşısında göremez. Bence bu yanlış. Şimdi bir Freudcu olarak konuşacağım. Psikanalizde yüz tamamen önemsizdir. Yüz yüze konuşma analizde sadece başlangıç seviyesidir. Psikanalizde göz teması olmamalıdır. “Ben”in sonsuz derinliğine ışık tutmanın tek yolunun bu olduğu konusunda Freud çok nettir. Ben şöyle derdim. Evet, maskeler var, takıyoruz. Fakat asıl maske zaten yüzün kendisidir. Yüzümüz yalan söyler. Belki gözler yalan söylemez ama yüz söyler. Maske taksak bile gözleri hâlâ görebiliyoruz.

Devlet denetiminden hiç mi korkmuyorsunuz?

Devlet her türlü denetler. Çin açıkça denetliyor. ABD aynısını farklı şekilde yapıyor. Amerikalılar serbest oldukları yanılsaması ile yaşıyorlar sadece. Peki şimdi ne olacak? İnsanlar telefonlardaki korona uygulamasından çok korkuyorlar. “Devlet beni denetliyor,” diyorlar. Ben hep şöyle yanıt veriyorum. “Dalga mı geçiyorsunuz? Bütün büyük devletler bunu 10-20 yıldır yapıyorlar. Çin yapıyor, tabii İsrail de yapıyor.” İsrailli bir gizli servis ajanı bir keresinde bana İsrail’deki tüm konuşmaların kaydedilip incelendiğini söylemişti. Julian Assange bunu doğruladı. Facebook, Google, tüm bu şirketler Amerikan güvenlik güçleri ile ortak çalıştılar. Bütün bu gözetim aygıtını düşündüğümüzde insanların şimdi nispeten zararsız olan bir korona uygulamasını protesto etmeleri saçma.

Tedbirlere muhalif olanları hiç mi anlamıyorsunuz?

Bu süreçteki olumlu taraf şu: Gündelik yaşam bu sıralar hepimizi filozof yapıyor, fakat aptal filozoflar oluyoruz. Tamamen normal, ortalama insanların maske takmaya muhalefet etmeleri, maskeleri hayvanlara takılan ağızlıklara ve nitekim kendilerini köpeğe benzetmeleri bence müthiş. Sonuçta haysiyet ve insanlık hakkında düşündükleri anlamına gelir; belki hayatlarında ilk kez yapıyorlar bunu. Bunun müthiş bir şey olduğuna şüphe yok. Salgın en iyi taraflarımızı da en kötü taraflarımızı da ortaya çıkardı. Birçok doktor ve hemşire başkalarının yaşamını kurtarmak için kendi yaşamını tehlikeye atıyor. Bence bunlar saf güzellik örneği. Doktorlar alkış beklemeden hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Kant’a atıf vermek gerekirse: “Yapmalısın, çünkü yapabiliyorsun”. Yapıyorlar o kadar. Haysiyetimizi tehdit edenin koruma tedbirleri ve maskeler olmadığını söylememin sebebi bu. Aksine, bu tedbirler insan olduğumuzun kanıtı.

İyimser misiniz?

Gelecek hakkında mı?

Evet. Kitabınızda felaket kapitalizmine panzehir olabilecek bir “felaket komünizmine” ümit bağlıyorsunuz. Şöyle yazmışsınız: Devlet çok daha aktif bir rol oynamalı ve maske, test kiti ve solunum cihazı gibi temel ihtiyaçların üretimini örgütlemeli; otellere ve diğer yataklı tesislere el koymalı; yakın zamanda işsiz kalmış olanların yaşam şartlarını güvence altına almalı. Bütün bunları piyasa mekanizmalarını terk ederek yapmalı.

İşler ya çok daha kötüye gidecek ya çok daha iyiye gidecek. Bu tamamen bize bağlı. Covid-19 bir anda kaybolup gitmeyecek. Aşılara rağmen bizim farklı şekilde davranmamız gerekiyor. Fakat benim en büyük endişem başka. Sibirya hava durumuna hiç baktınız mı? Temmuz ayında 35 derece sıcaklıklar ölçüldü. Gerçekten korkmalıyız bundan.


Kaynak: https://www.berliner-zeitung.de/en/slavoj-iek-the-pandemic-is-only-a-test-for-the-real-crisis-li.123096