YAZARLAR

Sinemanın Tuncel Kurtiz’i: Yılmaz bana iki kanat taktı, biri 'Umut', biri 'Sürü’ydü

Tuncel Kurtiz, tıpkı yoldaşı Yılmaz Güney gibi bir Eylül günü, 77 yaşında aramızdan ayrıldığında 10’a yakın ülkede 100 civarı sinema ve televizyon projesinde yer almış, hem büyük sanat başarıları hem de yaygın popülerliğin ne demek olduğunu deneyimlemişti.

27 Eylül, Tuncel Kurtiz’in ölüm yıldönümü. 22 yaşında tiyatro sahnesiyle, 28’inde beyazperdeyle tanışan usta oyuncu; Türkiye, Fransa, İtalya, Almanya ABD ve İsrail yapımı 100’e yakın filmde rol aldı. En İyi Oyuncu ödülünden En İyi Senaryo ödülüne kadar sayısız ödül aldı. Yönetmen koltuğuna da oturdu. Geniş kitleler onu TV dizileriyle tanısa da sinemada unutulmaz karakterlere hayat verdi.

İLK BULUŞMALARDAN BİRİ: ÜÇÜNÜZÜ DE MIHLARIM

Sinemamızın en üretken kadın yönetmeni Bilge Olgaç’ın 1965’te çektiği ilk film olan "Üçünüzü de Mıhlarım", Olgaç’ın ilk filmi olmasının yanında iki usta sinemacının da ilk buluşmalarından biriydi. Aynı yıl çekilen "Konyakçı" filminden sonra bu bol tüfekli filmde Tuncer Kurtiz ve Yılmaz Güney, kan davalı iki köylüyü oynuyorlardı. Ama artık bütün filmlerinde kan kardeşi olmuşlardı. Kurtiz ve Güney, aynı yıl Vedat Türkali’nin yönettiği "Sokakta Kan Vardı"da tekrar birlikte oynadıklarında artık şehirleşmiş, idealist iki gazeteci olarak karşımıza çıkarlar. Rakipleriyse feodalitenin geleneksel sorunları değil, şehirli genç kadınları fuhuşa sürükleyen modern şehrin çeteleşmiş bir şebekesiydi. Türkiye hızla şehirleşiyorken 1965’ten, "Umut" filmini çektikleri 1970’e kadar bu ikili beş yılda 20’ye yakın filmde hem kır hem de kent hayatının bol aksiyonlu avantür filmlerinde sırt sırta verecekti.

.

UMUT: RENKSİZ BİR GERÇEKLİK

Yılmaz Güney de Tuncel Kurtiz de 1970’e gelindiğinde artık vurdulu kırdılı filmlerin kuru aksiyonundan, sınıfsal realiteyi yok sayan salon filmlerinden bir çıkış yolu arıyorlardı. Yılmaz Güney, Kurtiz’i arayıp, "Umut’u yapıyoruz gel" dediğinde Kurtiz askerde yedek subaydır. Yakın bir doktor arkadaşından aldığı deli raporuyla izin alıp "Umut" filminin çekimine yetişir. Filmde yoksulluğuna çare bulmak için define derdine düşüp de aklını yitiren Güney’in canlandırdığı Cabbar’a yoldaşlık etmek için Kurtiz de raporlarda yitirilmiş bir zihinle yer alacaktı. İkili filmden sonra uzun yıllar görüşemediler. Yılmaz kovuşturmalar sonucu cezaevine, Tuncel Kurtiz filmi takdim etmek için Cannes yollarına düştü. Artık Kurtiz’in döneceği bir yurdu kalmamıştı. Gurbet günlerinde devleşecek bir aktördü artık.

İSVEÇ'TE BİR GURBETÇİ OTOBÜSÜNDE

Tunç Okan, 1975’de bir gazete kupüründen hareketle senaryosunu yazıp çektiği "Otobüs" filminde, iş vaadiyle kandırılan köylülerin bütün paraları alındıktan sonra Stockholm'ün ortasında bırakılmalarının hikâyesini çekmişti. Tuncel Kurtiz’i, Okan’ın bu ilk filminde otobüste camın perdesinden bile bakmaya çekindikleri bir kentin orta yerinde kalmış yoksul mültecilerden biri olarak izleriz. Otobüsten ürkek adımlarla birer birer çıktıklarında, Kurtiz enfes bir oyunculuk gösterisi ortaya koyar. Bir Anadolu köylüsünün İsveç’in sabah ayazında donmuş halde Baltık Denizi’ne düşüşünün hafızalardan silinmez görüntüsünü zihnimize kazır.

Kurtiz, filmlerinde bize bütün duyguları hissettirir. "Umut" filminde onunla birlikte Adana sıcağında kavruluruz, birkaç yıl sonra İsveç’in soğuk sabahında donmuş bedenimizi Baltık Denizi’nin bilinmezliğine bırakırız.

Usta oyuncu, yetmişlerin sert atmosferi bitmeden 1980 yılına kadar zirve oyunculuklar gösterdiği filmlerde oynadı. Yılmaz Güney, hapishanede yazdığı senaryoyla "Sürü" filminin kadrosunu oluştururken, geleneksel değerleri temsil eden ve feodalitenin cisimleşmiş hali olan Hamo Ağa karakteri için aklında tek bir isim vardır: Tuncel Kurtiz. Film için kendini ovalara atıp çobanlarla vakit geçiren, güneydoğunun kavurucu güneşine bedenini teslim edip makyajsız bir kavruk köylüye dönüşen Kurtiz, "Sürü" ve "Umut" filmi için, "Yılmaz bana iki tane kanat taktı. Kanatlardan birisi 'Umut', birisi de 'Sürü’ydü" der.

Sürü, (1978).

Bu dönemde çektiği, Yılmaz Güney’in asistanı Erden Kıral’ın da ilk filmlerinde rol aldı. Kıral’ın ilk filmi 1978 yapımı "Kanal" ve 1979 yapımı Orhan Kemal uyarlaması "Bereketli Topraklar Üstünde" filmleri yeni bir yönetmeni müjdeliyordu. "Bereketli Topraklar Üstünde" filminde patozda çalışan kıdemli ırgat Zeynel Ağa rolünde dirayetli bir Çukurovalı olarak karşımıza çıktı.

YÖNETMEN KOLTUĞUNDA

Tuncel Kurtiz 1979’de ilk defa oyunculuğun dışında kamera arkasında görev alır. "Otobüs" filminde Tunç Okan’la arası bozulunca, ona gönderme yaptığı ve üç dolandırıcının film çekme vaadiyle Avrupa’daki Türk gurbetçileri dolandırma sürecini anlatan bir filmin senaryosunu yazıp yönetti. Film, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Senaryo Ödülü aldı.

DUVAR: SERT BİR HAPİSHANE PANORAMASI

Yılmaz Güney ve Tuncel Kurtiz, 1983’te son kez bir araya geldi. "Duvar" filmi, çocuk hapishanesini resmeden oldukça sert bir filmdi. Bu sertlik filmin ödül almasına da engel oldu. Kurtiz, filmde iyi olan tek gardiyanı oynuyordu. 1965’te başlayan film ortaklığı, 1983’te "Duvar" filmiyle son bulmuştu. İlk filmlerinde kan davalı iki köylüyü oynayan bu ikili, Yılmaz Güney’in son filmine kadar devam ederek kan kardeşliğine dönüşmüştü. Yılmaz Güney, ölmeden önce Kurtiz’e; ‘İhtiyar tam sana göre bir senaryom var’ dedikten sonra ömrü vefa etmeden bu dünyadan göçtü. Güney, Tuncel Kurtiz için yazdığı ama her zamanki gibi zihninde taşıdığı senaryoyla sonsuzluğa ulaştı.

Duvar (1984)
BERLİN'DE GÜMÜŞ AYI

Tuncel Kurtiz, 1980’lerde çok sayıda İsveç ve Alman yapımında irili ufaklı roller aldı. ABD’de tiyatro yaptı. "Sürü" filminin gösterimi için gittiği İsrail’de oyunculuğu çok beğenilince 1986 İsrail yapımı "Kuzunun Gülümseyişi" filminde, bilmediği Arapçayla oynayıp Berlin Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu dalında Gümüş Ayı Ödülü aldı.

Film sürecini Kurtiz’den dinlemeli:

"Arapça çalışmaya başladım. Çok zordu. Yanılmıyorsam 45-50 dakika aralıksız Arapça konuşuyordum. Önce her şey telefon rehberini ezberlemek gibiydi. Sonra yavaş yavaş bir yakınlık başladı. Arkadaşlarım hep 'yaparsın baba' diyorlardı, bu da bana çok ağır geliyordu. Çünkü yapamıyordum bir türlü. Rejisör 'istersen Türkçe ya da İngilizce oyna' dedi. Yediremedim kendime… Bir gece sabaha karşı otel odamda rolü yakaladım. Ve sabah Arapça hocam geldiğinde artık kendimi özgür hissediyordum."

Doksandan sonra Türkiye’ye döndüğünde artık uluslararası bir isimdi. Ama memleketin sinema ortamında çalışmak istedi. Doksan sonrasının pek çok önemli filminde irili ufaklı rolleri oldu. "Usta Beni Öldürsene", "Tabutta Rövaşata", "İstanbul Kanatlarımın Altında", "Yaşamın Kıyısında", "Güz Sancısı" filmleri bunlardan bazılarıydı.

REİS ÇELİK FİLMLERİNDE KURTİZ

Yılmaz Güney’le kurduğu derin bağlardan sonra doksan sonrasında başka bir yerli yönetmenle yakın ilişkiler geliştirdi Kurtiz. Dönemin genç yönetmeni, yerel ve politik hikâyelerden beslenen Reis Çelik’in filmlerinde rol almaya başladı. Reis Çelik’in sırasıyla ilk üç filminde yer aldı. 1995’te "Işıklar Sönmesin", 1998’de "Hoşçakal Yarın" ve 2003’te "İnat Hikâyeleri"nde rol aldı. "İnat Hikâyeleri"nin tek profesyonel oyuncusuydu.

TV DİZİLERİNDE KURTİZ

2000 sonrası televizyon sektörü altın yıllarını yaşamaya başladığında birçok önemli oyuncuyu beyazperdeden daha çok televizyon kanallarından görmeye başladık. Tuncel Kurtiz, bu dönemde tüm Türkiye’nin tanıdığı hayran olduğu bir oyuncuya dönüştü. Artık bütün evlerde tanınıyordu ama Tuncel Kurtiz olarak değil, bazen ‘Cemal Ağa’, bazen ‘Ramiz Dayı’ olarak...

.

Bu yeni çağın yeni meşhurluğuna alışmak kolay değil kuşkusuz Bu konuda Kurtiz, Gülşen İşeri’ye verdiği söyleşide şu ifadeleri kullanıyor: "Antakya’da 'Cemal ağa' diye bağırıyorlardı, ‘hacı’ dediler sonra… Şimdi de 'dayı' diyorlar. Önce rahatsız etti beni, adımı soruyordum 'dayı' diyorlardı, ben de 'dayı değil, ben dayıyı oynuyorum' diyordum… Önceleri rahatsız oluyordum, değilim şimdi. Artık kabul ettim. Yolda 'dayı' diyorlar, 'dayııı' diyorum, fotoğraf çektirmek istiyorlar çektiriyorum.’

Tuncel Kurtiz, tıpkı yoldaşı Yılmaz Güney gibi bir Eylül günü, 77 yaşında aramızdan ayrıldığında 10’a yakın ülkede 100 civarı sinema ve televizyon projesinde yer almış, hem büyük sanat başarıları hem de yaygın popülerliğin ne demek olduğunu deneyimlemişti.

Alıntılar

https://ankarasinemadernegi.org/listings/kuzunun-gulumseyisi/

‘Hep Muhalif Kalacağım’ Söyleşi: Gülşen İşeri 8 Kasım 2010 Birgün Gazetesi

https://farukbildirici.com/tuncel-kurtiz/


Rıza Oylum Kimdir?

1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.