Temmuz’un ihtimalleri

Her şeyin tek düze ve öngörülebilir şekilde yaşandığı dünyada, tesadüflere, karşılaşmalara yer var. Tesadüf yoksa hikâye de yok zaten. "Temmuz’da" ise istikametini olasılıklardan, beklenmedik denk gelişlerden yana kuruyor. Duyguların geçici yanılsaması yerine, emek vermenin, sabırla sevmenin, mücadele etmenin, kan ter içerisinde de kalınsa bile karşı tarafa duyulan hissi anlamlı kılmanın yollarını arıyor.

Google Haberlere Abone ol

Can Öktemer

Fatih Akın külliyatının en bilinen ve en sevilen filmlerinden "Temmuz’da" bu yıl 20 yaşına girdi. 20 yıl büyük bir zaman aralığı, hoyrat zaman akışına karşı bazı şeyler çabuk eskiyip kenara atılıyor hatta demode haline gelebiliyor. Lakin aradan geçen yıllar Fatih Akın’ın filmini şarap misali yıllandırmış görünüyor. 1998 yılında tamamladığı ilk filmi "Kısa ve Acısız"la kısa süre büyük başarı kazana Akın, arayı çok açmadan "Temmuz’da" ile çıkagelmişti. Moritz Bleibtreu, Christiane Paul gibi oyuncuların kadroda yer aldığı "Temmuz’da", ilk filmin sert atmosferine taban tabana zıt renkli görsel atmosfer atmosferi, yol hikâyesiyle ve müzikleriyle yönetmeni geniş kitlelere ulaştıran bir yapım olmuştu.

Aşk, yolculuk ve kendi benliğini bulma temaları üzerinden ilerleyen "Temmuz’da", Hamburg’da başlayıp Doğu Avrupa’yı, Balkanları, sınırları, kimlikleri aşıp İstanbul’a uzanıyor ve hikâyeyi bir köprü gibi birbirine bağlıyordu. Hikâye örgüsünün zaman zaman klişelere yer vermekten çekinmeyen hali ve gidişatın bir süre sonra tahmin edilebilir olmasına rağmen, Fatih Akın, filme kendine özgü bakışını getirmeyi başarmıştı. Yönetmen, hızlı kurgu, aktüel kamera kullanımının getirdiği canlılık ve harika bir müzik seçkisiyle romantik aşk etrafında şekillenen bir punk-opera hikâyesi anlatmıştı bizlere. Filmin ana damarlarından biri yol ve yola çıkma haliydi. Bir tür arayışın izlerine düşüyordu öykü. Bu arayış da hiç kuşkusuz birçok insanın tüm hayatı boyunca peşine düştüğü arayış olan aşk oluyordu. Aşkın sonsuz bir arayış olduğunu varsayarsak, ancak yolda olursak bu arayışımızı bir bütüne dönüştürebiliriz belki de…

'YOLA ÇIKANLARIN HİKÂYESİ OLUR'

"Temmuz’da", Joseph Campell’ın 'Kahramanın Yolculuğu' kitabında anlattığı farklı mitolojilerdeki hikâye örgüsü biçimlerine yakın duran bir anlatı. Campell’ın kitabında bahsettiği mitolojik anlatılarda, isimsiz bir kahraman hiç beklemediği bir anda yolculuğa ve maceraya atılmak durumuna kalır ve yolculuğu esnasında farklı aşamalardan geçer, olgunlaşır ve hikâyenin sonunda başka biri olarak evine döner. Filmde de sıradan, özgüveni olmayan matematik öğretmeni Daniel bir gün Juli’yle tanışır ve ondan, üzerinde güneş imgesi olan gizemli bir Maya yüzüğü alır. Juli, Daniel’e yüzük sayesinde çok yakın bir zamanda hayatını değiştirecek birisiyle karşılayacağını söyler. Çok kısa bir süre sonra Juli’nin dediği gibi olur. Bir akşam Daniel, üzerinde güneş resmi olan bir kıyafet giymiş Melek’le karşılaşır. Daniel, tesadüfün büyüsüne kapılır ve Melek’e âşık olur. Lakin tek bir sorun vardır, Melek’in ertesi gün İstanbul’a dönmesi gerekir. Sınıfta öğrencilerine bile laf geçirmekten aciz Daniel, komşusunun arabasını alıp İstanbul’a Melek’in yanına gitmeye karar verir. Daniel, tüm kahramanlar gibi çağrıyı duymuştur, tüm cesaretini toplayıp bu zorlu yolculuğa çıkacaktır. Hikâyenin sonunda eski Daniel kalmayacaktır elbette, tüm yolculuklar gibi kan, ter ve gözyaşı vardır. Aşması gereken dağlar, insanlar, engeller, nehirler ve ırmaklar vardır. Bu macerada elbette yollar Juli ile kesişecektir. Juli, özgürlükten yana ve yol nereye götürürse oraya gitmeyi tercih eden biridir. En nihayetinde aylardan temmuzdur her şey tüm olasılıklara açıktır…

Film, bir taraftan kahramanın değişimine odaklanırken diğer taraftan da kimlik, sınırlar ve yol güzellemesi üzerine bir olay örgüsü inşa eder. 1990’lı yıllar ulusal kimliğin, kültürün ve sınırın sorgulandığı bir dönemdi. Göçmen bir ailenin çocuğu olarak Fatih Akın da tam bu atmosferin içerisinde ilk filmlerini çekmeye başlamıştı. Bununla beraber aynı dönemde Almanya da göçmen politikasında değişikliğe giderek, kültürel entegrasyon konusunda büyük adımlar atmaya çalışıyordu. Ne kadar Türk ne kadar Alman çok sıklıkla tartışılan bir soruydu. Dolayısıyla göçmen sinemacılar da filmlerinde bu hususları merkeze almış, çok kültürlü, çok kimlikli bir yapı inşa etmişlerdir. Hamid Naficy, 'Aksanlı Sinema' kitabında göçmen sinemacıların filmlerinin çok kültürlü yapısına dikkat çekip, bu filmlerde birden fazla dilin konuşulduğunu, yol temasının belirleyici olduğunu ve her daim bir ana yurt arayışının öne çıktığını vurgulamaktaydı. Bu temalar Akın’ın filmlerinin de ana hattını oluşturmakta. "Temmuz’da"da çok dilli, çok kimlikli bir atmosfer söz konusu, film boyunca sınırlar, ülkeler aşılıyor; Avrupa, Doğu Avrupa ve Balkan kültürü filmin her karesine sızıyordu. “Ev” ya da ana yurt meselesi ise filmde kişisel arayışla bütünleşiyor. Daniel’in yolculuğu ya da arayışında engelleri, nehirleri, sınırları, kayıp pasaportları, uçsuz bucaksız tarlaları, kayıp otobanları, tekinsiz yol üstü barları aşıp kendi hikâyesini yazacak ve en sonunda “eve”, yani sevdiği kişiyle kavuşarak dönüş sağlanacaktı.

AŞK, İHTİMALLER VE TESADÜFLER

Film, bir taraftan modernliğin getirisi ulusal kimlik meselesini aşındırıyor, kimliğin esas olarak “akışkan” ve inşa olduğunu hatırlatıyor; diğer taraftan ise “büyüsünü yitiren dünyada” masalsı bir atmosfer kurarak tesadüflere, ihtimallere açık bir hikâyenin peşine düşüyor. Film, bu anlamda hem görsel rejimi, müzik tercihiyle epik aşk anlatısının dışına çıkarak farklı bir romantizm kuruyor. Her şeyin tek düze ve öngörülebilir şekilde yaşandığı dünyada, tesadüflere, karşılaşmalara yer var. Tesadüf yoksa hikâye de yok zaten. "Temmuz’da" ise istikametini olasılıklardan, beklenmedik denk gelişlerden yana kuruyor. Duyguların geçici yanılsaması yerine, emek vermenin, sabırla sevmenin, mücadele etmenin, kan ter içerisinde de kalınsa bile karşı tarafa duyulan hissi anlamlı kılmanın yollarını arıyor. Hem zaten aşık olmazsınız, aşık olduğunuzu anlarsınız… Bunun için de hayatın size güneş ışığıyla projeksiyon tutup, sunduğu işaretleri, izleri takip etmekte fayda var. Bazen o izler sizleri hiç beklenmedik güzel bir hikâyenin parçası kılabilir. "Temmuz’da" özetle, aksanlı sinemanın çok dilli, çok kültürlü atmosferinin, Balkanların enerjisinin, Doğu Avrupa'da ay ışığında Elvis dinlemenin, Romanya’da kırık dökük bir arabanın içerisinde gezerken fotoğraf makinesiyle anı ölümsüzleştirmenin, lezzetli yaz akşamı sofralarının, ihtimalleri gerçek kılmaya çalışanların, bir tek aşk var diyenlerin, yolunu kaybedenlerin, eve dönemin yolunu arayanların, olgunlaşmasının, yolda olmanın, yolun sonunda mutlaka sevilen kişiye dönmenin kıymeti, hayatın sunduğu işaretleri takip etmenin öneminin hikâyesi...

KAYNAKLAR

  • 'Melez İmgeler Sinema ve Ulusötesi Oluşumlar', Nejat Ulusay, Dost Yayınları, 2008
  • 'Fatih Akın, Sinema, Benim Memleketim Filmlerimin Öyküsü', Volker Behrens, Michael Töteberg, Doğan Kitap, 2011 (Çev.Barış Tut.)