Belki şehre bir film gelir: Açıkhava sinemaları geri döner mi?

1969 yazında İstanbul İstinye’de bir arabalı sinema açılmış, ama rağbet görmeyince sahibi Hasan Kazankaya tarafından yazlık sinemaya dönüştürülmüş. 90’ların sonundan beri, takip edebildiğim kadarıyla İstanbul’da Şişli, Kadıköy ve Kartal belediyeleriyle İzmir, Ankara, Mersin, Bolu gibi birçok şehirde belediyeler yaz aylarında açıkhavada ücretsiz film gösterimleri düzenledi. Bu gösterimler basına, neredeyse istisnasız olarak, “nostaljik sinema keyfi” başlığıyla yansıdı. Açıkhava sinemaları salgınla birlikte geri döner mi? “Nostaljik” ve geçici bir belediye faaliyeti olmaktan çıkıp hayatımızın bir parçası haline gelir mi, zamanla göreceğiz.

Google Haberlere Abone ol

Korona salgınıyla birlikte, dünyanın dört bir tarafında açıkhavada film gösterimleri yaygınlaştı. Kimi ülkelerde ilk defa arabalı sinemalar açılıyor, bu alışkanlığın var olduğu ülkelerde sinema sayıları çoğalıyor. ABD, Almanya, Fransa, İran, İspanya, İtalya, Kore, Litvanya gibi ülkelerden her gün yeni bir “salon“ haberi geliyor. Bu vesileyle, yurtdışında yeniden canlanan arabalı sinema gösterimlerine ve bizdeki karşılığı bahçe sinemalarına değinmek istedik.

YURTDIŞINDA AÇIKHAVA SİNEMALARINA RAĞBET ARTIYOR 

Madrid belediyesi 13 Mart’tan beri mahalle mahalle dolaşan bir gezici sinema hizmeti veriyor. Litvanya Vilnius Uluslararası Havalimanı’nda 29 Nisan’da açılan arabalı sinemanın ilk gösterimini Parazit ile yaptığını, Güney Kore’nin başkenti Seul’da bir otoparkın sinemaya dönüştürüldüğünü okuduk. Bu yazıyı yazarken, Dubai’de 30 günlük bir geçici arabalı sinema açılacağı haberi düştü önüme. Son günlerde Britanya gazetelerinde de bu tartışma alevlendi, “her yerde arabalı sinemalar açılıyor, bizde neden izin verilmiyor“ sorusunu yönelten yazılar çıkmaya başladı (ben Telgraph ve Express’tekileri okuyabildim).

Bu arada, İran’daki sinema devrimi de gözümüzden kaçmasın. 1979’da İslam Devrimi‘nin ardından evli olmayan çiftlerin “gereğinden fazla“ temasını engellemek sebebiyle arabalı sinemalar yasaklanmıştı. 41 yıllık yasağın ardından, 1 Mayıs’ta, Tahran’ın merkezinde bulunan dünyanın en yüksek dördüncü gökdeleni Milad Kulesi’nin otoparkında film gösterimleri yapılmaya başlandı. Rejim’in onaylamadığı filmlerin projeksiyonu söz konusu olmasa da, hayatlarında ilk defa bu deneyimi yaşayan gençler filmin konusunun önemli olmadığını ve dışarıda film izleyebilmenin önemini vurguluyorlar.

Lumiere Kardeşler’in topraklarına gidersek, Paris’in tek mahalle derneği sineması La Clef, her Cuma duvarından film yansıtıyor. 2018’de satışa çıkarılan ve o tarihten beri resmi olarak kapalı olan La Clef (La Kle) sinemasının satışına engel olmak isteyen mahalle derneği, önce bir dava açmış ardından da Eylül ayında binayı işgal etmişti. Kendilerine La Clef Revival projesi adını veren topluluk, Haziran’da belli olacak dava sonucuna kadar bu gösterimlere devam edecek. Pencerelerinden ya da sokağa çıkardıkları açılır kapanır iskemlelerden film seyreden mahalleli bu durumdan gayet memnun görünse de mahkeme kararının ne yönde çıkacağını birlikte göreceğiz.

ABD’de karantinaya rağmen, bazı açıkhava sinemalarının gösterimlere devam ettiğini okuduk. Hatta New York valisi Cuomo, bir acıkmama yaptı, evde birlikte olduğunuz aynı kişilerle arabanın içindesiniz, diyerek bu sinemaların tehlike arz etmediğini ifade etti. The Guardian’da bir geçen yıl çıkan bir habere göre, ABD’de 1950’lerde 4 binden fazla olan arabalı sinemaların yalnızca 305’i hayatta kalmış. Bunların arasında bir düzine kadarı salgın sürecinde perde indirmedi. Eski filmleri oynatan bu sinemaların, kişi sayısını sınırlamalarına rağmen, geçen senenin bu ayına nazaran bilet satışlarını katladığı ifade ediliyor. Bu mekânlar yalnızca sinema gösterimi için de kullanılmıyor. Cuma ve Cumartesi günleri film gösterimi yapıp Pazar günü “arabalı kilise” olarak faaliyet gösteren bir sinema bile var.

Salgının başından bu yana Almanya’da en az 80 arabalı sinema açıldığı, Speyer Teknoloji Müzesi ve Dortmund'da yıkıntı halindeki bir fabrikanın bahçelerinde de film gösterimleri yapıldığı haberlere yansıdı. Hatta Düsseldorf’ta bir arabalı sinema nikâh salonu olarak kullanılmaya başlandı, ilk nikâhı da belediye başkanı kıldı. Kapalı salonlarda iki şahit huzurunda evlenmek yerine arabalarında oturan eş-dostun varlığını tercih edenler gittikçe çoğalıyormuş. Bu kesin bizde de tutar! Geçtiğimiz hafta bir açıklama yapan Merkel, 1.5 metre kuralına uyulması kaydıyla dükkânlar, okullar ve ibadethanelerin açılmasına ve sokak eylemlerinin yapılmasına izin verileceğini söylemişti. Kültür-sanat mekânları ve lokantaların yeniden açılmasına ise her eyalet kendi karar verecek: Bu süreçte bazı eyaletler 18 Mayıs’tan, bazıları da 30 Mayıs’tan itibaren sinema ve tiyatro salonlarının açılacağını duyurdu. Sinema salonlarının açılmasıyla birlikte açıkhava sinemalarına rağbet azalacak gibi durmuyor, yine de bu kültürün yerleşik hale gelip gelmeyeceğini önümüzdeki haftalarda göreceğiz.

BAHÇE SİNEMALARINDAN TEKELLEŞMİŞ SALON ZİNCİRLERİNE

Kapalı alanda olduğu için kışın gidilen kışlık sinemalar ve açıkhavada mahallece film izlemenin keyfini yaşatan yazlık sinemalar dönemine ben yetişemedim. Ama annemden, İzmir’de minderlerini koltuklarının altına alıp gittikleri Divan Sineması’nı (Dönemin ünlü Yeşil Köşk Sineması’nın iki yokuş ötedeki yazlık bahçesi), babaannemden de gençliğinin Adana’sında konu komşu balkondan, pencereden misafir olunan sinemaları gıptayla dinleyerek büyüdüm.

Sinemaların yazlık ve kışlık olarak ayrıldığı vakitler o kadar da eski değil aslında. İstanbul’da yazlık açıkhava sineması geleneği 80’lere kadar azalarak da olsa sürmüş. Hatta ilk açıkhava sinemasının kuruluşuyla ilk kapalı salon arasında çok az zaman farkı var. Türkiye’de ilk sinema gösterimi 1896’da İstanbul Yıldız Sarayı’nda yapılır. Aradan on yıl geçmeden, 1908’de ilk kapalı sinema salonu Pathé, Beyoğlu’ndaki Meşrutiyet Caddesi’nde açılır. İstanbul’un en eski açıkhava sineması, ya da o zamanki tabirle bahçe sineması ise, 1913’te Şişli Halaskârgazi Caddesi’nde Eski Osmanbey Bahçesi adıyla açılır. Bir yıl sonra 1914’te açılan ve sonradan Sefa Bahçesi adını alacak olan Erenköy Sineması da aynı zamanda Anadolu yakasının ilk sineması olma özelliğini taşıyor. (Burçak Evren, Mahallecek Gidilen Sinemalar, İstanbul Dergisi, sayı 18, s.86, Tarih Vakfı Yay., 1996)

Sinema tarihi kaynaklarına göre, 1960’lı yıllar yazlık sinemaların en yoğun ilgi gördüğü dönemi oluşturuyor. O yıllarda İstanbul’da 160’a yakın bahçe sineması olduğu, bunların çoğunun 1970’lerin ortasına kadar faaliyetlerini sürdürdüğü yazıyor. 1984’te kapanan Caddebostan Budak sineması bu yazlık salonların son örneklerinden biri. Aynı dönemde, Yedikule’de en az yedi kışlık, iki yazlık sinema olduğunu, aynı dönemlerde Beşikştaş’ta en az altı sinema bulunduğunu okuyoruz; bugün Beşiktaş’ın merkezinde tek bir sinema salonu bile yok.

Peki yabancı filmlerden aşina olduğumuz arabalı sinemalar? 1969 yazında İstanbul İstinye’de bir arabalı sinema açılmış, ama rağbet görmeyince sahibi Hasan Kazankaya tarafından yazlık sinemaya dönüştürülmüş. 90’ların sonundan beri, takip edebildiğim kadarıyla İstanbul’da Şişli, Kadıköy ve Kartal belediyeleriyle İzmir, Ankara, Mersin, Bolu gibi birçok şehirde belediyeler yaz aylarında açıkhavada ücretsiz film gösterimleri düzenledi. Bu gösterimler basına, neredeyse istisnasız olarak, “nostaljik sinema keyfi” başlığıyla yansıdı. Açıkhava sinemaları salgınla birlikte geri döner mi? “Nostaljik” ve geçici bir belediye faaliyeti olmaktan çıkıp hayatımızın bir parçası haline gelir mi, zamanla göreceğiz. Kemal Burkay’ın dizelerindeki gibi “Belki şehre bir film gelir” özlemiyle dört döndüğümüz bu günlerde Yiğit Özgür’ün unutulmaz karikatürü kafamın içinden ısrarla sesleniyor: “Ay olabilir mi öyle bişey?!! Lütfen olsun çünkü!!”