Daha fazla ‘Kirazın Tadı’

İçinde olduğumuz bu salgın günlerinde sağlıktan çok işsizlik ve geleceksizlik meselesini düşünür olduk. Bundandır zaten “evde kal” çağrılarına rağmen milyonların evde kalamamaları… Tam da bu salgın zamanında izlenesi bir filmdir Abbas Kiyarüstemi’nin filmi Kirazın Tadı. 1997 İran yapımı Kirazın Tadı, Tahran’ın kenar mahallelerinden birinde arabasıyla dolaşarak intihar ettikten sonra para karşılığında mezarına toprak atacak birini arayan orta yaşlı bir adamı anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Veysi Çetin

“Kirazın Tadı” toprak renginde bir film. Film boyunca, intihar etmek isteyen Bedii, üzerine 20 kürek toprak atacak birini arıyor. Kullandığı araba sürekli toprak yoldan ilerliyor ve genellikle çorak bir araziyi izliyoruz. Derin düşünceli, aklında sadece intihar fikri olan birinin ruh halindeki çoraklığı ve yaşamaya dair isteksizliği biraz olsun anlayabilmemiz için olsa gerek, çoraklığı ve yeşilsizliği izlettiriyor bize yönetmen uzun uzun.

Sonda soracağım iki merak konusu soruyu başta soruyorum; ancak cevapları yine sona bırakalım:

Bedii neden illa kendisine intiharından sonra toprak atacak kişiyi bulmak istiyor? Hatta herhangi bir yere gömülmek de değil, kendi belirlediği bir yere. Bu yer mezarlık da değil, çorak bir arazi üzerindeki bir ağacın altı. İntihar etmeye karar veren bir insan öldükten sonra üzerine toprak atacak kişiyi neden arar ki ısrarla? Ölen kişinin sonu zaten gömülmek değil midir; yani o intihar ettikten sonra illaki birileri onu gömecektir. Buna rağmen film boyunca üzerine toprak atacak kişiyi araması ve bundaki ısrarı nedendir?

Filmin sonu niye bu kadar belirsiz bitti; diğer soru bu. Öldü mü ölmedi mi, mezara yatıp uzandı ama sonra noldu? Film boyunca asıl merak ettiğimiz şey, üzerine toprak atacak birini bulup bulmadığı, bulduysa bu kişinin gerçekten gelip gelmeyeceği ve Bedii’nin intihar edip etmediği. Gerçekleşti mi bu intihar, gerçekleşmedi mi?

Bu iki meseleyi en son cevaplayacağız kendimizce.

Çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız; işsizlik ve de özellikle genç nüfustaki geleceksizlik sorunu. Korona virüsü salgınından önce de çok büyük bir sorundu bunlar. Ülkemizde üst üste yaşanan intihar vakaları da bu sorun sebebiyleydi genellikle. Ya aylarca iş bulamadığı için kendini yakan veya zehirleyen baba, ya kendini metro hattının üzerine bırakıp intihar eden genç öğrenci, atanamadığı için hayatına son veren öğretmen, işten atıldığı için kendini yüksekten bırakıp ölüme giden işsiz ve daha nicelerinin haberleri, vakalar.

Bu salgın günlerinde sağlıktan çok işsizlik ve geleceksizlik meselesini düşünür olduk. Bundandır zaten “evde kal” çağrılarına rağmen milyonların evde kalamamaları… Tam da bu salgın zamanında izlenesi bir filmdir Kiyarüstemi’nin filmi Kirazın Tadı.

Filmde kafasına intiharı koymuş Bedii’nin neden intihar etmek istediğini bilmiyoruz. Aslında bir önemi de yoktur bilmemizin. Hatta bilmememizin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlarca intihar vakası yaşanıyor bizim topraklarda ve çoğunun benzer nedenleri olsa da yine çoğunun kendine has ayrı nedenleri de var. Bu sebeple bu film sayesinde filmden kendine pay çıkaranların payesi daha geniştir. Sadece işsizlikten dolayı intihar etmek isteseydi Bedii, o zaman ayrı sebeple intihar düşüncesine sahip insanlar filmden kendine daha az pay çıkaracaktı. Ancak intihar sebebinin belli olmaması, bizi filmi başka yerden okumaya, intiharın sebebiyle değil intihar fikrinden nasıl vazgeçileceğiyle ilgilenmeye yöneltiyor.

Tekrar etmek gerekirse, bu filmde Bedii’nin neden intihar etmek istediğini öğrenemiyoruz. Parasızlık ya da işsizlik olmadığını düşünmemiz normal; zira öldükten sonra üzerine toprak atacak kişiye yüklü miktarda para bırakıyor. Muhtemelen hayattan tat alamamaktan ötürü asıl sebep. Ancak neden bu hale geldiğini de film bize anlatmıyor. Bu yüzden de intihar fikrinin nedenini bu filmde sorgulamak önceliğimiz değil.

Bizi asıl ilgilendiren, bir dutun, bir kirazın tadının güzelliği karşısında bile hayatı yaşamaya değer görebilen insanın, bunları duyumsamaktan nasıl da aciz kalabileceği. İşte tam da bu noktada kendimize, milyonlarca işsiz ve geleceksiz insanımıza pay çıkarabiliriz. Nasıl mı?

Ölmeyi kafaya koymuş Bedii, aracına en son aldığı Bakiri’yi üzerine toprak atması konusunda ikna eder. Bakiri ile Bedii araçta sohbet ederken Bakiri hem çok güzel bir hikaye anlatır hem de çok güzel bir şiir okur.

Hikaye kendisinin hikayesidir; anısıdır. Daha önce ölmeyi aklına koymuştur o da. Bir halat alıp bir ağaca halatı geçirmek için ağaca çıkar. Ağaçta olgunlaşmış dutları görür ve yer. Bir yer, iki yer, üç yer, çok yer. Çocuklar onu görünce ağacı sallamasını ister. Ağacı sallar, dutlar dökülür, çocuklar keyifle yer. Bakari, eşi için de dut toplar ve eve gider. İntihar fikrinden de vazgeçmiştir.

Bu dut hikayesi, hayatın ne kadar güzel olduğunu anlatır. Bakari’yi burada etkileyen iki şey vardır. Biri ölmek üzereyken onu hayata tekrar bağlayacak güzellikte ve tatlılıkta olan dutlar, diğeri de çocukların iştahla ağaçtan dökülen dutları yemesi. Bakari burada hem doğanın güzelliğini hem de paylaşmanın verdiği hazzı terk edememiş, gözünü bu dünyaya kapayamamıştır.

Bakari, anlattığı bu hikaye ile Bedii’yi etkilemiştir. Okuduğu şiir ise yine bir o kadar ruhuna dokunan türdendir insanın:

Azizim uçtum gel/ Dost bağına düştüm gel

Yahşi günün kardeşi/ Yaman güne düştüm gel

Şiirin insan ruhuna dokunan bir etkisi vardır; ancak her zaman değil. Şiirin okunduğu zamanın da etkisi üzerinde bir payı vardır çünkü. Filmde ise şiirin okunduğu zaman ve şiirin ortama ve duruma uygunluğu o kadar yerindedir ki, izlerken biz bile duyumsarız şiiri. İzleyenin de ruhuna dokunur. Ölmek isteyen ve nedenini anlatmayan biri için o kadar uygundur ki bu şiir. Bedii nedenini yine anlatmaz ama intihar fikrinin değiştiğini, en azından bu fikrin kesinliği ve katılığının azaldığını görürüz. Bunu filmin ilerleyen sahnesinden anlarız. İlk konuşmasında eğer öldüysem üzerime toprak at diyen kişi, ilerleyen sahnede koşarak adamı tekrar bulur ve öldüğümden emin olup sonra üzerime toprak at der. Aklındaki intihar şekli ilaç içip mezara yatmaktır. Eğer az ilaç içmişse ölmemiş olabilir. Bu ihtimali de düşünmeye başlar ve aklındaki katı intihar fikrinin yumuşadığını, sarsıldığını görürüz.

Film bize hayatın yaşamaya oldukça değer olduğunu anlatıyor. Sadece birkaç dut ile yaşama geri dönen bir insanın yaşamında tadacağı ve farkına varacağı sayısız güzellik vardır.

Bizim için dut ve kiraz birer alegori. Hayatımızdan çalınan anlam, yaşama sevgisi ve doğanın güzelliğiyle koparılan bağlarımızın karşılığı bunlar. Ancak aynı alegoriyle söylemek gerekirse; yoksulun çalınan umudu, elinden alınan iş ve çalınan geleceği zenginin elindedir. Yine geleceksizlerin elinden alınan kiraz ve dutlar, zenginin sofrasındadır. İntihar etmek değil asıl olan; asıl olan, zenginin sofrasından gerekirse (ki gerekir) zorla almaktır payına düşeni.

Sıra, başta sorduğumuz iki sorunun cevabında.

Filmin sonu neden öyle bitti; önce onu cevaplayalım. Filmin sonunda hem yönetmen hem de Bedii gerçek karakterleriyle filmde belirir, film seti ekranlara gelir. Yani çekim sahnesini izlemiş oluruz ve böylece filmin kurgusundan çıkarız aslında. Bu sırada en dikkat çekici şey, daha önce filmin çekildiği alanda hiç yeşillik görünmezken ekran birden yeşil alanlara odaklanır ve toprak rengi birden gider. İşte bu yöntemin en etkileyici yönü, daha önce çorak olarak gördüğümüz alanın yeşil bölümlerinin de olduğu; ancak intiharı kafaya koymuş birinin bakış açısı hep olumsuza odaklandığından, bizim de sadece o çorak alanı görmemizdir.

Bedii’nin gözünden izledik biz de filmi. Onun karamsarlığını ve doğayı nasıl gördüğünü anlamamız için bize de yönetmen tarafından sadece çorak alanlar gösterildi. Ancak filmin sonunda yönetmenin bu yöntemiyle, bakış açısının ve ruh halinin insanın gördüklerini nasıl etkilediğini fark etmiş olduk.

Gelelim diğer soruya.

Bedii neden bir mezarlığa değil de kendi belirlediği bir alana gömülmek istedi. Üzerine neden toprak atılmasını istiyordu; zaten ölen kişinin bir şekilde birileri tarafından gömüleceğini bilmiyor muydu?

Bu sorunun yanıtını Bedii’nin bir diyaloğunda buldum ben. Ona neden ölmek istediğini soran kişileri hep yanıtsız bırakmıştı Bedii; ancak bir diyalogda, gömülmek istediği yer konusunda bir söz söyledi: Ben bir ağacın köküne saçacağı gübreyim.

Kendine mezar olarak belirlediği yer bir mezarlık değil, yol üzerinde cılız bir ağacın altı. Tam da bu ağacın dibine kendine yer kazmış olması, ağaca en azından gübre olmak istemesinden, yani ölümünün doğaya bir faydasının dokunmasını istediğinden. Bu noktada, intihar etmek istemesini, yaşarken kendini faydasız biri olarak görmesi olarak yorumlayabiliriz. Ancak yukarıda da söylediğimiz üzere intihar sebebiyle çok ilgilenmiyoruz. Ölümünün bir ağaca gübre olmasını isteyen bir insan, faydalı olmak isteyen bir insan var karşımızda. İşte film boyunca bu sebeple üzerine toprak atacak birini arıyor. Yoksa çoğu intihar vakasında kimse düşünmez böyle bir şeyi. Canına kıymak isteyen kıyar geçer ve sonrasına çok bakmaz.

Bu korona günlerinde, bu umutsuzluk ve belirsizlik günlerinde, hayatı duyumsamanın önemine ve hayatın güzelliğine dair izlenesi bir film Kirazın Tadı. Ağzımızdan, zihnimizden ve ruhumuzdan eksik olmasın dutun, kirazın tadı. Hatta çoraklaşan dünyamıza ve ruhlarımıza gereken, ihtiyacımız olan, daha fazla kirazın tadı…