Berlin: Pazardan karpuz seçmek ile festivale film seçmek arasında bir fark var mı?

Ege köylerinde şeytan tükürmüş diye bir deyim varmış. Yaşlı kadınlar kötü bir şey olduğunda ‘Buna Şeytan tükürmüş’ derlermiş. Şeytanın tükürdüğü kişi de bir daha belini doğrultamazmış. El Profugo'da da benzer bir durum var. Şeytanı bilmem ama biri bizimle çok kötü alay ediyor gibi geldi bana. Pazardan aldığınız karpuz kelek çıkarsa kenara koyarsınız, ancak iki saatiniz boşa gitmez.

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Boyacıoğlu

El Profugo (The Intruder) ana yarışmadaki filmlerden biri. Arjantin yapımı bu filmin Türkçeye çevirisi biraz sorunlu. Sözlük anlamı ‘mütecaviz, davetsiz gelen misafir, işgalci’. Ancak burada bir kadının vücuduna girmeye çalışan bir kötü ruh söz konusu. ‘Kötü’ sıfatını ben ekledim, çünkü filmde birçok olay çok belirsiz, ne bileyim belki de iyi bir ruhtur. Sanırım filmin en doğru çevirisi ‘İçimdeki Şeytan’.

Başrolde seslendirme sanatçısı bir kadın var. Sürekli uzak doğu yapımı korku filmlerini seslendiriyor. Bu büyük bir sorun, çünkü bu filmleri izleye izleye kadının ruh hali bozuluyor ve gaipten sesler duymaya başlıyor, sesini kontrol edemiyor, hayaller görüyor. Hayal derken güzel görüntüler aklınıza gelmesin. Filmin başında intihar eden (o da biraz belirsiz ya, öldürülmüş de olabilir) sevgilisi sürekli ortaya çıkıp duruyor.

Kimse kadına yardımcı olamıyor. Bu konularda deneyimli biri, kadına "Bir şeyler ters giderse Nelson sana yardımcı olabilir" diyor. Nelson seslendirme stüdyosunda kadınla birlikte çalışan teknisyen. "Ne ters gidebilir?" sorusuna da "Her şey" diye cevap veriyor. Yardımcı olması gereken Nelson da bu diyalogdan hemen sonra kaybolup gidiyor, akıbeti belirsiz. Bu arada salonda da bir şeyler ters gidiyor, izleyiciler birer ikişer yerlerinden kalkıp dışarı çıkıyorlar. Filmin sonunda galiba kadın içine girmeye çalışan şeytana aşık oluyor. Farkındayım, her cümle galiba ile başlıyor ama gerçekten filmde her şey o kadar belirsiz ki, farklı bir şey yazmak mümkün değil.

Ege köylerinde şeytan tükürmüş diye bir deyim varmış. Yaşlı kadınlar kötü bir şey olduğunda ‘Buna Şeytan tükürmüş’ derlermiş. Şeytanın tükürdüğü kişi de bir daha belini doğrultamazmış. Bu filmde de benzer bir durum var. Şeytanı bilmem ama biri bizimle çok kötü alay ediyor gibi geldi bana. Pazardan aldığınız karpuz kelek çıkarsa kenara koyarsınız, ancak iki saatiniz boşa gitmez.

'NASİPSE ADAYIZ'DAN POLİTİK ELEŞTİRİ 

Ercan Kesal yıllardır arkadaşım, aynı zamanda hem sinemadan hem de doktorluktan meslektaşım. Ercan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, ben de 1971’de fakültenin ilk yılını Ege’de okumuştum. Ercan, ayrıca çok yakın dostum, Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nezih Özdemir’in sınıf arkadaşı. Kendisi henüz bilmiyor ama bu yıl içinde Dokuz Eylül Üniversitesi’nde bir konferans verecek. Nezih’in ricası. Buradan duyurmuş olayım, Berlin’de söylemeyi unuttum. Ercan Ocak ayında Rotterdam Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan ilk filmi ‘Nasipse Adayız’ın tanıtımı ve Avrupa Film Pazarı’ndaki gösterimi için Berlin’e geldi (Buraya da bir parantez açayım. ‘Nasipse Adayız’ çok kendine özgü bir film, çünkü sinemamızda bir benzeri yok. Ülkemizdeki politik sistemi çok güzel eleştiriyor. Bu kadar bilgi yeter. Gerisini siz merak edin diye yazdım bunları).

Çok sıkışık bir programın arasında zaman yaratıp biraz sohbet ettik. ‘Peri Gazozu’ kitabının İngilizce baskısını verdi. Ayrıca çantasından çıkartıp gösterdi, kitabın Yunanca baskısı da yapılmış. Söylediğine göre orta Anadolu’da geçen öyküler Yunanlılara da yakın geliyormuş. 1924’teki mübadelede bir buçuk milyon Yunanlı'nın Anadolu’yu, beş yüz elli bin Türk’ün de Yunanistan’ı terk etmek zorunda kaldığını biliyor muydunuz?

Bu nedenle Anadolu’da geçen öyküler aynı zamanda Yunanlıların da öyküleridir ve kitaba ilgi göstermeleri kolayca anlaşılabilir. Sohbet ederken birden "Sen ölünce sana bir türbe yapacağım, yurt dışındaki festivallere katılmak isteyenler gelip çaput bağlayacaklar ve festival dileyecekler, Cannes için kırmızı, Venedik için mavi, Berlin için de küçük ayıcıklar" dedi. Aklına nereden böyle şeyler geliyor, bilemiyorum. Ancak şimdiye kadar duyduğum en ilginç iltifat olduğunu söyleyebilirim.