Aramızdaki hukuk: Marriage Story

Noah Baumbach yönetmenliğinde çekilen Netflix yapımı dram filmi Marriage Story, Oscar'dan eli boş döndü. Film, evli bir çiftin New York'tan Los Angeles'a kadar uzanan boşanma hikayesini konu ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Bercan Aktaş

Netflix’in filmi Marriage Story (Evlilik Hikâyesi) Oscar’da umduğunu bulamayıp tek dalda -En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Laura Dern- başarıya ulaşıp ödül töreninden buruk ayrıldı. Pek çok ödül törenine yansıdığı gibi bu yıl da toplumsal ve politik mesajlar havada uçuştu. Bu yılın aday filmlerinden Joker ve Parazit başta olmak üzere sahnelenen yapımların politik mesajları ve etik kaygıları üstünde bir müddet daha konuşulacağa benziyor. Marriage Story’nin mesajı ise bize çok tanıdık bir yerden geliyor. Bir ayrılık ve aşk hikayesinden değil, hukuktan…

Filmin öne çıkan mesajı yaşam ile hukuk arasındaki bakışımsızlığı ortaya koymasında yatıyor. Öyle ya da böyle, bir yargılamanın tarafı haline gelindiğinde bu artık hiçbir şeyin eskisi gibi sürmeyeceğinin ilanı oluveriyor. Filme yayılan yargılama ise bir boşanma davası. Avukatlık mesleğine ince bir dokundurma var: Müdafisi oldukları kişiler olduğu gibi birer insan olmaktan çıkıyor ve eylemleri yasalarca tanımlanan karakterlere dönüşüyorlar. Hem de dünya kadar para karşılığında. Filmdeki bir avukat mesleki deformasyonunu tanımlarken “ceza avukatları kötü insanların iyi yönlerini görür, boşanma avukatlarıysa iyi insanların kötü yönlerini” diyor. Ceza davasının tarafı olmak başlı başına kimseyi kötü insan yapmadığı gibi, boşanma davasının tarafı olmak da başlı başına kimseyi iyi insan yapmıyor, muhakkak.

HER DAVANIN KADERİ

Davada kim daha fazla kusurlu sorusunun yanıtı aranıyor. Söylenen her şey olgusal olarak doğru; ama mahkeme salonuna bütünüyle yanlış anlama sinmiş. Avukatlar birbirleriyle yarışırken kimin hangi eyleminin yargılandığı uçuculaşıyor. Öyle ki filmin en insani sahneleri yaşamla bağını kopartmış hukuki bir argümana dönüştüğünde trajikomedi boy veriyor. Ortadaki çelişkinin, uyuşmazlığın, daha doğru bir ifadeyle davanın kaybolduğuna tanık oluyoruz. Belki de her davanın kaderidir bu.

Filmin gerilimi bir zarfla başlıyor. Kahramanlarımızdan birisi boşanma davası tebligatını nasıl ileteceğinin üstüne düşünürken yaşam olduğu gibi akıyor ve muhatabı onu gündelik rutininde mutfağının tezgahında buluveriyor. Filmde karakterlere yüklenen naiflikler o andan itibaren yer değiştiriyor ve yargılamanın dahliyle birlikte film yeniden başlıyormuşçasına bir seyir izleniyor. O ana kadar ilişkinin yıkıma dayanan huzursuzluğunu anlamakta güçlük çeken ihmalkâr taraf naifleşirken, naifliğini avukatıyla paylaşan taraf kendisiyle birlikte ilişkisini hukuki bir girdapta buluveriyor. Tebligatla birlikte bir şeyden haberdar olmak ile bir yargılamanın varlığıyla yüzleşmek arasındaki çizgi inceliyor, belirsizleşiyor. Haberdar olmak; yargıla(n)mak veya suçla(n)mak demek oluyor. Bir ihtilafın bilgisini haiz hale gelmek, kişiyi aynı zamanda o ihtilafın tarafı kılıyor.

Hukuk fakültesinden mezun bir arkadaşım bir sohbetimizde, şikayetle karışık, sınav kağıdına iyi/kötü, doğru/yanlış ahlaki yargılar değil, hukuki bulgular yazmalarının istendiğini söylemişti. Bu durum insanın dedektiflik kabiliyetini mi, yoksa gaddarlığını mı arttırır, bilemiyorum. Sonuçta bu önemli bir meslek ve hukukun insanlar arasındaki sorunları çözmek için meşru mercii olduğunu biliyoruz. Marriage Story'nin dürttüğü bakış açısında ise yaşamın bütünüyle hukuka tercüme edilebilmesinin, her temsilde, yeniden-takdimde olduğu gibi, yaşamdan bir şeyler kopartmak pahasına ilerlemesi bulunuyor. Hayatında en az bir defa hukuken yargılanmış olanlar bilirler: Kendi yaşamlarını son derece etkileyecek kararların eşiğinde kurulan savunma stratejileri ile insani eylemlerin arasında ekşi bir gerilim vardır. Film, yargı ediminin mevcudiyetinizden daima bir şeyler koparmaya kadir olduğunu gösteriyor.

Marriage Story'nin kendine özgün konusuyla işlediği problem epeydir üstünde durmamız gereken bir soruya kapı aralıyor. Hukukun korumasına en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda mı yaşıyoruz, yoksa hukukun yaşamın her alanına dönük hilekâr saldırganlığından mı kurtulmaya çalışıyoruz?