Louis Garrel işi ciddiye alıyor!

Louis Garrel'in yönetmenlik açısından belli bir olgunluğa ulaştığını kanıtladığı 'Sadık Bir Adam' filmi 9 Ağustos'ta vizyona girdi. Garrel filminin merkezini basit bir ‘Aşk mı, şehvet mi?’ ikilemine hapsetmeyerek, kendi ‘aşk’ planının kurbanı olan bir karaktere eşlik etmemizi sağlıyor.

Google Haberlere Abone ol

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan ‘L’homme fidele’ yani Türkçe adıyla ‘Sadık Bir Adam’, konusuna göz attığımızda ve türünü göz önüne aldığımızda sadece hoş bir romantik komedi filmi gibi duruyor. Bu değerlendirme yanlış olmasa da, aslında biraz ‘yetersiz’ kalıyor. ‘Sadık Bir Adam’ türünde bir başyapıt seviyesine ulaşmasa da, hem diyaloglar, hem olayların işleyişi hem de oyunculuk performansları bazında benzerlerinden açık bir şekilde öne çıkan, baştan sona keyifle izlenen bir yapım… Zaten oyunculuk açısından rüştünü kanıtlamış Louis Garrel’in yönetmenlik açısından da belli bir olgunluğa ulaştığının ciddi bir göstergesi…

Abel ve Marianne, 40’lı yaşlarda, uzun yıllardır beraber yaşayan bir çifttir. Bir gün Marianne Abel’e onu, başka bir adam için terk edeceğini açıklar. Üstelik bu adam Abel’in en yakın arkadaşı olan Paul’dur. Abel ve Marianne sekiz yıl ayrı kalırlar ama asla bağlarını tamamen koparmazlar. Bu kadar senenin ardından Paul’un cenazesinde buluşurlar ve Abel’in içinde hala Marianne’la beraber olmak için bir umut vardır. Ancak bu sefer hem Marianne’nın Paul’den olan oğlu Joseph, hem de Paul’ün küçük kız kardeşi Eve olaya dahil olacak ve olaylar daha da karışık hale gelecektir.

ROMANTİK KOMEDİLERİN SAKİN YOLU…

Aşk ve ilişkiler üzerine filmleriyle kendi başına adeta bir ‘ekol’ yaratmış Woody Allen sinemasını ve birkaç sıra dışı örneği bir kenara koyarsak, Hollywood yapımı romantik komedilerinin izlediği klasik bir hikaye ve olay akışı vardır: Birbirinden çok farklı iki ana karakter kazara veya hiç beklenmedik bir anda karşılaşırlar. Beraber çok uyumsuz oldukları halde aralarında yavaş yavaş bir yakınlık ve giderek aşk doğar. İlişkileri inişler ve çıkışlar yaşadıktan sonra ya birbirlerini pozitif yönde değiştirir ya da oldukları gibi kabul ederler ve sonunda mutlu bir beraberliğe yelken açarlar. İlişkileri sırasında önlerine çıkan engeller ise bazen aralarındaki sosyal uçurum, bazen aralarına giren başka karakterler bazen ise onulmaz bir hastalık olabilir. İyi örnekleri kadar kötü örnekleri de olan bu tür filmler sırtlarını genelde star ‘aura’sı yüksek olan karizmatik oyunculara ve teknik açıdan başarılı bir estetik bakış açısına dayarlar ve sonuç hoş ama biraz ‘boş’ olabilir. Bazı durumlarda ise bütün bunlara ilginç bir senaryo ve anlamlı diyaloglar eklenir ve filmin başarı çıtası tabii ki yükselir.

Avrupa çıkışlı romantik komedilerde ise durum biraz daha farklıdır çünkü bu yapımlar da belli bazı şablonların dışına çıkmasa da, belki içlerinde barındırdıkları ‘Avrupai’ duyarlılık, belki de yönetmenlerin estetik anlayışı kadar filmin mesajına verdikleri önem, ortaya çok parıltılı ve şık olmayan ancak daha ‘dolu’ yapımlar çıkarabilir. Burada, filmin oyuncuları ‘star’ imajlarından değil senaryodaki rollerinden destek alırlar, diyalogları ağdalı değil ancak samimi bir şekilde akar ve en gerçekçi durmayan eylemler bile filmin işleyişi içinde belli bir mantığa oturabilir.

HAZIRLIKLI BİR LOUIS GARREL!

Fransız oyuncu Louis Garrel’e ise ülkesi dışında çok tanınmasa da, bahsettiğimiz türde ve daha birçok değişik tarzda yapımlarda rol almış önemli oyunculardan biri. Yurtdışı tanınırlığı Vincent Cassel, Olivier Martinez, Jean Reno veya Gerard Depardieu kadar olmasa da kendisi Benoit Magimel, Romain Duris veya Tahar Rahim gibi, genç olduğu kadar deneyimli ve önemli yönetmenlerle de (Roman Polanski, Jean-Luc Godard, Arnaud Desplechin, Xavier Dolan…) çalışmış bir jenerasyonun öne çıkan isimlerinden biri olarak dikkatimizi çekiyor.

Garrel’in filmine yönetmen olarak bu kadar hakim olmasının sebebi, değindiğimiz önemli yönetmenlerle yaptığı işbirlikleriyle edindiği deneyim kadar aynı zamanda filmin senaryosunda, yaşayan en büyük senarist ve uyarlamacılardan biri olan Jean-Claude Carriere’le yaptığı ortak çalışma da diyebiliriz. Hatırlanacağı üzere Louis Bunuel’in bir çok senaryosundan Volker Schlöndorff’un ‘Teneke Trampet’ filmine kadar çok sayıda başyapıtın senaryosunda imzası bulunan Carriere’in, hem filmin diyaloglarındaki inceliğe ve duyarlılığa hem de hikayenin zarif virajlarına ciddi anlamda katkı vermiş olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz bu sayede Garrel’in filmi, bu tür yapımların düştüğü duygusal tuzaklara düşmüyor, samimiyetsizliğe bulaşmamayı başarıyor ve de belki de en önemlisi, filmdeki birçok mantığa sığmayan olayı ‘inanılır’ kılıyor.

Abel gibi bir karakterin kendisini çok sert bir şekilde terk eden (üstelik en iyi arkadaşı için!) bir kadına 8 sene sonra tekrar dönmesi, kendisine yıllarca umutsuz bir aşk besleyen çok genç bir kızın bu aşkına (asıl nedeni farklı) cevap vermesi gibi olaylar birçok durumda seyirciye ‘uydurma’ hatta gülümsetecek kadar mantık dışı gelecekken, burada hiçbir şekilde sırıtmıyor tersine gerçekçi duruyor.

Üstelik Garrel filminin merkezini basit bir ‘Aşk mı, şehvet mi?’ ikilemine hapsetmiyor, hikayesine sürekli bir tempo katarak, bir kadından başka bir kadına savrulan (hatta ‘taşınan’) kendi ‘aşk’ planının kurbanı olan bir karaktere eşlik etmemizi sağlıyor. Ne zaman ki iki kadın Abel için ‘karşı karşıya’ geliyor, herkesin birbirine karşı çevirdiği dolaplar ortaya çıkmaya başlıyor, işler iyice sapa sarıyor ve gerçekten nereye bağlanacağını tahmin edemediğimiz bu hikaye gayet sağlam bir şekilde sonlanıyor.

Yönetmenin neden filmini siyah-beyaz çekmek istediğini gelince: bizce bunda hem Garrel’in o dönem Fransız sinemasına (‘Yeni Dalga’ akımı ile başlayıp devem eden..) bir tür ‘saygı’ selamında gönderme isteği, hem de filminin gerçekçilik havasını yoğunlaştırma hedefi var.

OYUNCULUK PERFORMANSLARI IŞILDIYOR!

Louis Garrel, bir kez daha karakterine çok hoş bir derinlik ve asla kayıp olmayan bir ‘ironik’ boyut katıyor. Filmin yönetmeni olduğunu düşünecek olursak, ne kendi oyunculuk performansını ‘başıboş’ bırakma, ne de kendini ‘ön plana’ çıkarma gibi bir hevesi olmaması, özellikle yönetmen olarak ciddi bir ‘olgunlaşma’ evresine geçtiğini işaret ediyor. Marianne karakterini canlandıran Laetitia Casta ise, bizce yaş aldıkça daha da ‘anlam’ kazanan fiziğiyle ve dozunda oyunculuğuyla rolünün hakkını gerçekten veriyor. Filmin oyunculuk açısından en hoş sürprizi, ilk filmi olmamasına rağmen (tam olarak altıncı!) filmin başrollerinden birinde, artık ayrılmış olan Vanessa Paradis-Johnny Depp çiftinin gerçek hayattaki oyuncu kızları Lily-Rose Depp’i görmemiz oluyor. Kariyerinin devamını merakla bekliyoruz.

Sonuç olarak Louis Garrel, asla üstten bir bakış takınmayarak, kendince nasıl gayet başarılı bir romantik komedi çekilebileceğinin örneğini bize sunuyor. Bu türde her film bu düzeyde olsaydı, ‘tadından yenmezdi herhalde!’

Yönetmen: Louis Garrel

Oyuncular: Laetitia Casta, Louis Garrel, Lily-Rose Depp, Bakary Sangaré, Vladislav Galard, Dali Bensellah, Diana Courseille, Joseph Engel…

Ülke: Fransa