Charles Aznavur da kadroya dahil oluyor

Ben kendi hesabıma bir süre yeni Fransız filmlerinden uzak durmaya karar verdim. Cannes Film Festivali'nde her yıl olduğu gibi bu yıl da bir sürü Fransız yapımı film var. Ancak ‘Cannes’ın her geçen yıl daha çok Fransızlaşması’, festivalin sonuna doğru yazmayı düşündüğüm başka bir yazının konusu.

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Boyacıoğlu

CANNES - Sabah 8.30 gösterimi. Salon oldukça boş. Bakalım sabahın köründe uyanıp geldiğime değecek mi? Belirli Bir Bakış Bölümü’nde Christophe Honore imzalı ‘212 Numaralı Oda / Büyülü Bir Gecede’ (Chambre 212 / On a Magical Night) adlı filmi izleyeceğim. Filmin başına Marie yirmi yıllık kocası Richard’ı terk ederek evinin karşısındaki otelin 212 numaralı odasına yerleşiyor. Ayrılığın nedeni Marie’nin başka bir erkekle yaşadığı ilişki. Richard ile tartışması sırasında bunun çok doğal bir şey olduğunu, çünkü yıllardır iki kardeş gibi yaşadıklarını ve hiç sevişmediklerini söylüyor. Daha sonra evliliği sırasına kuzeni dahil, on iki farklı erkekle ilişkisi olduğunu öğreneceğiz. Jenerik akarken eski bir Charles Aznavur şarkısının neredeyse tamamını dinliyoruz.

212 Numaralı oda, tam Marie ve Richard’ın evinin karşısında. Dolayısıyla evde olanları odadan gayet rahat izleyebiliyoruz. Odaya önce yirmi yıl önceki genç Richard, daha sonra da Richard’ın gençliğinde bir ilişki yaşadığı piyano öğretmeni geliyor. Arada Marie’nin ölmüş annesi ve anneannesi ortaya çıkıyorlar, ikisi de Marie’nin kirli çamaşırlarını (yani sevgililerinin listesini) ortaya döküyorlar. Bu arada gençlik, yaşlılık, hayat ve aşk gibi konularda bol bol felsefe yapılıyor. Bazı komik replikler de var. Sonra kapı çalınıyor ve Charles Aznavur da kadroya dahil oluyor. (Ben buna çok şaşırdım gerçekten)

Marie ile genç Richard’ın birkaç kez sevişmesine tanık oluyoruz. Müzik öğretmeni odayı terk edip Richard’ın evine gidiyor. Richard öğretmenini başta tanıyamıyor ama sonra eskilerden konuşuyorlar. Yeni yürümeye başlamış sevimli bir bebek de var ama aslında hiç doğmadığı için bazen bir taş bebeğe dönüşüyor. Marie’nin eski sevgilileri birden odaya doluşuyor ve bir kavga çıkıyor. Son sevgili, genç Richard’ı dövüyor. Genç ve yaşlı Richard’lar önce birbirlerini tanımasalar da daha sonra arkadaş oluyorlar ve dertleşiyorlar. Bunuel’e selam yollayan bir film var karşımızda. Bazı eleştirmenlere çok ilginç ve özgün gelebilir. Ya bir başyapıt ile, ya da bir rezalet ile karşı karşıyayız, ancak bunu zaman gösterecek.

Sonuçta sabah oluyor. Bütün hayaller/hayaletler kayboluyor. Marie otelden çıktığında Richard ile karşılaşıyor. İşine geç kaldığı için beraber kahvaltı yapamıyorlar ama akşama buluşmak için sözleşiyorlar.

Ben kendi hesabıma bir süre yeni Fransız filmlerinden uzak durmaya karar verdim. Cannes Film Festivalinde her yıl olduğu gibi bu yıl da bir sürü Fransız yapımı film var. Ancak ‘Cannes’ın her geçen yıl daha çok Fransızlaşması’, festivalin sonuna doğru yazmayı düşündüğüm başka bir yazının konusu.

Çin Halk Cumhuriyeti’nden Diao Yinan’ın yönettiği ‘Yaban Kazı Gölü’ (The Wild Goose Lake) ana yarışmada yer alıyor. Film ne yazık ki sıradan bir hırsız - polis hikayesi. Üstelik sonu başından belli. Hırsızlar arasında kavga çıkıyor, arada bir polis ölüyor. Sonrası kaçma, kovalamaca. Oldukça vahşi sahneler de var. Kaç kişinin vurulduğunu sayamadım. Yüzlerce benzerini izlediğimiz bu film neden yarışmaya seçilmiş, anlamak mümkün değil. Çin Halk Cumhuriyeti’nde birçok filmin sansürden geçemediği için yurt dışına çıkamadığını biliyoruz. Son örneği Berlin Film Festivali’nde yaşandı. Acaba bu filme nasıl izin vermişler? Sonunda polis hırsızları dize getirdiği için olabilir mi? İnsan her filmden bir şeyler öğreniyor. Bu filmden öğrendiğim: Çinliler çok sigara içiyor. O kadar.

İnsanlar kırmızı halı döşenmiş merdivenleri çıkarken neden durup kendi fotoğraflarını çekerler, hiçbir anlam veremiyorum. Yağmur yağarken bile poz verip cep telefonlarına gülümsüyorlar. Ne faydası varsa?