Postmodern bir 'Pamuk Prenses'

Anne Fontaine'nin beyazperdeye taşıdığı uyarlama 'Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği' izleyiciye günümüzde geçen bir ‘Pamuk Prenses’ hikayesi sunuyor. ‘Pamuk Prenses’i temsil eden genç kızın ‘masumiyetini’ nasıl kaybettiğini ve bunun nelere yol açtığını sert bir şekilde gösteren film klasikleşmiş bir masalın şaşırtıcı, etkileyici, biraz cüretkar ve modern bir yorumu gibi...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yönetmen Anne Fontaine’nin, Grimm kardeşlerin romanından uyarladığı ‘Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği’ daha önce de birçok kez (tam yedi kez!) beyaz perdeye taşınmış bir uyarlamanın son örneği. Dolayısıyla, seyirci olarak asıl merakımız, artık çok uzun zamandır klasikleşmiş filmin konusundan ziyade yönetmenin bu konuya nasıl bir bakış getireceği üzerine oluyor. Daha doğrusu asıl hikayeden yola çıkarak yönetmenin hangi noktalara parmak basacağı, karakterleri hangi doğrultuda kuracağı ve hikayenin gidişine nerelerde müdahale edeceği daha çok merakımızı uyandırıyor.

Filmin Türkçe adının oldukça kısıtlayıcı olduğunun kanısındayız, çünkü her ne kadar filmde ‘Masumiyet’ ve bunun evreleri kilit bir rol oynasa da filmin orijinal adı ‘Blanche Comme Neige’in (Kar Kadar Beyaz) bizce hem metaforik anlamda hem de bağlantıda olduğu efsane karakter açısından (Bilindiği gibi ‘Blanche Neige’ dilimizde ‘Pamuk Prenses’tir) çok daha kapsayıcı ve yerinde duruyor.

‘Blanche Comme Neige’ son kertede bize, günümüzde geçen bir ‘Pamuk Prenses’ hikayesi sunuyor ancak bunu yaparken, çocukluk fikirlerimizi yıkmak pahasına, filmin karakterlerini sorunlu kişiler olarak çiziyor, hikayenin gidişini bazen ‘Thriller’ türüne çeviriyor ve son olarak baş karakterimiz ‘Pamuk Prenses’i temsil eden genç kızın ‘masumiyetini’ nasıl kaybettiğini ve bunun nelere yol açtığını sert bir şekilde gösteriyor.

Claire, babasını kısa bir süre önce kaybetmiş, üvey annesi Maude’un işlettiği otelde çalışan genç ve güzel bir kızdır. Daha çok kendi halinde ve sakin geçen hayatı, esrarengiz birinin onu kaçırıp, öldürmeye çalışmasıyla sarsılır. Saldırganından bir şekilde kurtulmayı başaran Claire, kendini üç genç adamın paylaştığı bir dağ evinde bulur. Burayı önce bir sığınma yeri olarak gören Claire, zamanla bu üç adama bağlanır ve yeni hayatını bu kasabada kurmaya başlar. Ancak üvey annesi Maude’un onun peşini bırakmaya niyeti yoktur.

'HATIRLADIĞIMIZ PAMUK PRENSES DEĞİL!'

Aslında ‘Blanche Comme Neige’i izlemeden önce, doğal olarak filmin başkarakterinin hepimizin tanıdığı ve hatırladığı masum, iyilik dolu, genç bir kahraman olmayacağını tahmin edebiliyorduk! Ancak yönetmen Anne Fontaine bu karakteri o kadar farklı bir şekilde günümüze uyarlamış ve baş kadın kahramana o kadar geniş bir özgürlük alanı sağlamış ki, film ilerledikçe kendimizi klasik hikayeden ve karakterden uzaklaşmış gibi hissediyoruz.

Hatta eğer yönetmen daha sert bir anlatım tercih etseydi ve Claire karakterini daha serbest bıraksaydı, baş kahramana karşı belli bir antipati bile besleyebilmemiz mümkün olabilirdi. Ancak Fontaine filmindeki bu esnekliği dozunda tutuyor ve Claire’in hissettiği duyguları başarılı bir şekilde seyirciye nakledip, filminin ‘trash’ bir Pamuk Prenses yorumu olmasının önünü kesiyor.

İlk bakışta Claire’in yeni hayatına başladığı bu kasabada giderek rahatlaşan tavırları ve film boyunca yakınlaştığı her adamla bir şekilde yatması (biri yanlışlıkla olsa da tam dört değişik adam (!)) başkarakteri ‘her önüne gelenle düşüp kalkan’ kadın gibi gösterebilecekken, yönetmen başka bir yolu seçiyor ve bu tavrı bir ‘düşkünlükten’ ziyade bir ‘ihtiyaç’ gibi sunuyor. Başka bir deyişle Claire bu adamları sadece zevk almak için kullanmıyor aynı zamanda kendi gerçek ‘cinselliğini’ de keşfediyor ve bir anlamda karşındaki adamın da hayatını besliyor, değiştiriyor.

'CLAİRE’İN ‘AÇLIĞI’!'

Aslında Claire karakterinin, kendisi için her yönüyle yeni olan bu kasabada patlak veren bir ‘açlığı’ var. Ancak bu ‘açlık’ dediğimiz gibi sadece sekse veya erkeklere karşı bir ‘açlık’a indirgenemez, filmde Claire’le cinsel ilişkiye girmeyen diğer adamlar da kızın bu ‘aura’sından etkileniyorlar. Gerek sosyal konumları, gerekse karakterleri nedeniyle Claire’i bu açıdan düşünmüyorlar ancak bu genç kızın farklı tavrı, kendi iç dünyalarını, pozitif anlamda sarsıyor, değiştiriyor.

Film tam anlamıyla bir ‘kendini keşfetme’ sürecine evrilmişken işin içine Claire’in üvey annesi Maude da dahil oluyor ve olayın rengi değişiyor. Üvey kızının bu ortadan ‘yok olmasının’ peşinde olan Maude (sürprizleri bozmamak için fazla detaya girmeyeceğiz) hikayeyi hem ucundan kıyısından bir ‘Thriller’ havasına sokuyor, hem de sanki başka bir yola sapmış ‘Pamuk Prenses’ hikayesinin orijinal masalla bağlantılarını tamamen koparmamak için bir ‘sigorta’ görevi görüyor. Soğuk ve sert havasıyla, orijinal masaldaki ‘kötü cadı’ rolünü üstelenen Maude, Claire’le yaptıkları bir piknikte ona zehirli bir elma uzatarak adeta hikayenin bir ‘Pamuk Prenses’ uyarlaması olduğunu bize hatırlatıyor. Ancak bu referans hikaye içine başarılı bir şekilde yedirildiği için ‘eğreti’ durmuyor, filmin gerçekçi havasını zedelemiyor.

'DİĞER ADAMLAR…'

Bir kez daha Claire’in hayatlarını etkilediği ama yatmadığı adamlara dönecek olursak, bu karakterleri de başkahramanın ‘cinsel özgürlüğünden’ ayrı tutmamız zor gibi duruyor. Bu bağlamın dışında kalan tek figür belki Claire’in evini paylaştığı adamlardan biri olan Vincent oluyor. Claire Vincent’la, yine unutmuş olduğu eski hayatının adeta bir penceresini açıp onun müzik tutkusunu paylaşıyor. Kendisi de keman çalmayı bildiği için onun viyolonseline eşlik ediyor ve onunla arkadaşlığına bu düzlemde de devam ediyor. Bizce bu eylem de bir açıdan bir ‘özgürleşme’ olarak görülebilir.

Onun dışında kasabanın rahibi Guilbaud, Claire’in adeta günah çıkarır gibi anlattığı cinsel ilişkilerini (yargılamadan) dinliyor, yine kasabanın kitapçısı Charles ise bir anda dayanamayıp Claire’den sırtına vurmasını isteyip ufak bir mazoşist(!) ricada bulunuyor. Bu sapkın bulunacak davranış bile Claire’in (cinsel) ışığının, dış dünyaya biraz kapalı bir mekanda insanları nasıl etkilediğinin bir kanıtını oluşturuyor.

'LOU DE LÂAGE’DAN TEKRAR YOK!'

Claire karakterini canlandıran Lou de Lâage, yönetmen Anne Fontaine’nin seçebileceği en iyi oyuncu olsa gerek. De Lâage sadece çok ciddi bir oyunculuk performansına ve rolün gerektirdiği ‘aura’ya sahip birisi değil aynı zamanda da bu tür rollere aşinalığı olan bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Hatırlayacak olursak Lou de Lâage, 2015 yılında çekilen ‘Bekleyiş’ (L’attesa) filminde de Jeanne karakteriyle benzer bir genç kız portresi çizmişti. Ancak Claire ve Jeanne karakterleri arasında benzer özellikler olsa da bunlar asla tekrarlanan performanslar değil! Jeanne daha çok acıyla ‘yoğrulmuş’ bir evde, yarı-umutsuz bir bekleyişte kendini bulan ve cinselliğini keşfeden, androjin görünümlü bir genç kızı gösteriyordu. Claire ise dediğimiz gibi çok daha kadınsı, olgun ve cüretkar bir karakter gibi gözüküyor. Kötü üvey anne rolünde usta oyuncu Isabelle Huppert ve diğer büyük oyuncu Benoit Poelvoorde’in başını çektiği yedi adamı (bir anlamda yatağının başında bekleyen yedi cüceyi!) canlandıran başarılı oyuncular da filme ciddi bir katkıda bulunuyorlar.

Sonuç olarak ‘Blanche Comme Neige’ klasikleşmiş bir masalın şaşırtıcı, etkileyici, biraz cüretkar ve modern bir yorumu gibi duran başarılı bir yapım. Filmin tonu ve başkarakterin davranışları seyircilere bazı açılardan sert gelebilir ama ormanın içinde yedi cücelerle mutlu mesut yaşayan bir Pamuk Prenses filmi de beklemiyorduk herhalde!

Yönetmen: Anne Fontaine

Oyuncular: Lou de Lâage, İsabelle Huppert, Charles Berling, Damien Bonnard, Jonathan Cohen, Richard Fréchette, Vincent Macaigne, Pablo Pauly…

Ülke: Fransa