François Ozon filmleri Berlin Film Festivali'nde

Berlin Film Festivali’de Fransız yönetmen François Ozon'un, ‘Tanrı’nın Yardımıyla’ filmi yarışıyor. Gerçek bir olaydan yola çıkan film, 1990’lı yıllarda Fransa’nın Lyon kentinde 70 çocuğa cinsel tacizde bulunan bir papazın hayatını konu alıyor.

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Boyacıoğlu

BERLİN - François Ozon, Fransız sinemasının çok sevilen bir yönetmeni. Berlin Film Festivali Yarışma Bölümünde yer alan ‘Tanrı’nın Yardımıyla’ (By the Grace of God) filminden sonra da bu sevgi devam edecek mi, pek emin değilim. Gerçek bir olaydan yola çıkan film, 1990’lı yıllarda Fransa’nın Lyon kentinde 70 çocuğa cinsel tacizde bulunan bir papaz ile ilgili. Lyon’da yaşayan beş çocuk babası Alexandre, yıllarca önce kendisine cinsel tacizde bulunan papazın hala görevde olduğunu ve çocuklarla çalıştığını öğrenince şikayette bulunuyor. Ancak Kardinal olayı kapatmak niyetinde ve şikayet hiçbir zaman resmiyet kazanamıyor. Bu arada Alexandre ile yüzleşen papaz suçunu kabul ediyor ama çok pişkin bir şekilde olayın üzerinden çok zaman geçtiğini söylüyor. Diğer kurbanların ortaya çıkmasıyla olay büyüyor. Kurbanlar bir dernek kuruyor ve tuttukları avukat ile haklarını arıyorlar. Film oldukça uzun: 137 dakika. Ozon hiç acele etmeden yavaş yavaş, geriye dönüşlerle, yıllarla önce geçmiş olayları izleyiciye anlatıyor. Tacize uğradıktan sonra hiçbir zaman normal bir hayat yaşayamayan, hatta intihar eden insanlar ortaya çıkıyor. En büyük sorun aradan yirmi yıl geçince zaman aşınımı nedeniyle suçun sorgulanamaması. Kardinal kendisine yapılan başvuruları dinlemesine karşın çözüme yönelik bir adım atmıyor, susmayı ve olayın üzerini örtmeyi tercih ediyor, papaz ise işine devam ediyor. İncil'deki ‘çocukları seviniz’ sözündan yola çıkan Kardinalin ‘pedofili’ sözcüğünü duymaya bile tahammülü yok. Basın da olayın üzerine gitmeye pek niyetli değil. Sonuçta Alexandre Papa’ya bir mektup yazıyor. Kurulan derneğin organize ettiği basın toplantısından sonra kamuoyu da olay ile ilgilenmeye başlıyor. Avukatın ‘Çok güçlü ve köklü bir kuruluşa savaş açmış bulunuyorsunuz’ uyarısına karşın hukuksal süreç ilerliyor. Filmin sonunda tacize uğrayan adamın oğlunun babasına yönelttiği ‘Tanrı’ya inanıyor musun?’ sorusu cevapsız kalıyor. Jenerikten önce çıkan yazılar da hiç yenilir yutulur gibi değil: 2019 yılının başında Kardinal hakkında ‘suçu gizlemek ve gerekli önlemleri almamak’ nedeniyle soruşturma açılmış, ancak papazın davası daha başlamamış. Film o kadar güncel ki sanki bir belgeselmiş, hatta günlük televizyon haberiymiş duygusunu oluşturuyor. Salondan çıkarken ‘Acaba böyle bir film Müslüman bir ülkede çekilebilir miydi?’ diye düşündüm.

Fransızlar François Ozon’u ne kadar çok seviyorlarsa Almanlar da Fatih Akın’ı o kadar çok seviyorlar. Akın’ın Yarışma’da yer alan filmi ‘Altın Eldiven’in bu günkü basın gösteriminde 400 kişilik salon film başlamadan on beş dakika önce doldu, bir sürü izleyici dışarıda kaldı. Festival yönetimi akşam saat 20.00’de bir ek gösterim yapılacağını açıkladı. ‘Altın Eldiven’ Hamburg’un St. Pauli semtindeki bir birahanenin adı. 1970’lerin başında Fritz Honka adındaki bir seri katil, kadınları öldürdüktan sonra parçalayıp oturduğu çatı katının gizli bölgelerinde saklamış. Bu konuda 2016 yılında yazılan bir romandan yola çıkan Fatih Akın oldukça sert, zaman zaman izlenmesi çok zor bir ‘korku filmi’ yapmış. Başroldeki Jonas Dassler, toplumun dibine çökmüş alkoliklerin, düşmüş kadınların, eski Nazi subaylarının gittiği ‘Altın Eldiven’ birahanesinin müdavimlerinden biri. Film Fritz Honka’nın öldürdüğü bir kadını parçalama sahnesiyle başlıyor ve çoğu aşırı derecede şiddet ve kan dolu sahnelerle devam ediyor. Gelen haberlere göre ‘Altın Eldiven’ şimdiden birçok ülkeye satılmış. Asıl sorun, özellikle şiddet konusunda hassas olan ülkelerde filmin nasıl oynayacağı. Büyük bir olasılıkla bazı ülkelerde ‘Altın Eldiven’ için 18 + yeterli olmayacak. ‘Altın Eldiven’, ikinci dünya savaşının ardından 1960’larda bir ekonomi mucizesi gerçekleştiren Almanya’nın 1970’li yıllarını çok iyi anlatıyor, kostümler, dekorlar çok özenle seçilmiş, karakterlerin hepsi çok sıra dışı. İçerdiği vahşet ise Tarantino’yu bile kıskandırabilir. Başroldeki Jonas Dassler’in ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında bir Gümüş ayı alması da kimseyi şaşırtmaz.