Bu odalarda nefes almakta zorlanıyoruz!

Sonuç olarak ‘Ölümcül Labirent’, kapalı mekan gerilim filmlerinde, güncel bir olaya odaklanarak, modern bir örnek olma çabasında ancak, ne yazık ki, değişik olmaya çalışırken kendi özünü de kaybeden bir deneme… Benzer bir konunun ‘Cube’ filminden ‘Saw’ serisine kadar defalarca işlendiğini hatırlarsak, ‘Ölümcül Labirent’ ne ilki kadar paranoya ve belirsizlik yaratıyor ne de ikincisi kadar şiddetli ve sert oluyor.

Google Haberlere Abone ol

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan ‘Ölümcül Labirent’ (asıl çevirisiyle ‘Kaçış Odası’), bu türdeki gerilim filmlerinin sıkça sırtını dayadığı, entrikalar ve tuzaklarla örülü bir kapalı mekanda, birbirinden çok farklı altı karakterin hayatta kalma mücadelesini konu alıyor. Yönetmen filminin gerçekçi havasını sağlam bir temele bağlamak için, ana karakterlerinin içine bulaştığı olayı, Türkiye dahil bir çok ülkede hala uygulanan ve giderek yaygınlaşan ‘Kaçış Odası’ oyununu kullanarak anlatıyor. Sonrasında bu popüler interaktif oyunun gerçek oyuncuları için ilginç olduğunun farkına varan yönetmen, seyircileri de bu heyecana katmak için filmine biraz şiddetli, (sözüm ona) beklenmedik olayların yaşandığı sekanslar katarak, beceriksizce bir gerilim ve heyecan hissi yaratmaya çalışıyor. Ortaya çıkan sonuç, karakterlerin kendilerini fazla erken ortaya çıkardığı, gerçekçilikle gerçek üstü bir hava arasında sallanan, nefesi çabuk kesilen başarısız bir gerilim filmi denemesi…

Birbirinden karakter ve geldikleri sosyal tabaka olarak çok farklı altı kişi, bir oyun merkezi tarafından, birincinin ciddi bir para ödülü kazanacağı bir ‘kaçış odası’ oyununa çağırılırlar. Başta klasik bir şekilde başlayan bu oyun giderek daha tehlikeli, daha içinden çıkılmaz bir hale dönüşür ve yarışmacılar kendilerini yabancı ortamlarda hayatta kalma mücadelesi içinde bulur. Karakterlerin geçmiş travmalarının tekrar su yüzüne çıktığı, kişiliklerinin ve hırslarının tehlikeli yönlerini ortaya çıkaran bu süreç, her taraftan beliren tuzakların da devreye girmesiyle kabus gibi süren bir maceraya dönüşür.

KAÇIS ODASI DEĞİL KABUS ODASI…

‘Ölümcül Labirent’ aslında fena olmayan bir sekansla başlıyor. Filme, birçok tehlikeli etaptan geçmiş olduğu belli olan bir yarışmacının son oyun odalarından birinde verdiği mücadeleye tanık olarak başlıyoruz… Bizde belli bir merak ve heyecan uyandıran bu sekanstaki (bunun sonradan bir flash forward olduğunu anlıyoruz) ipuçlarının ve tehlikelerin film ilerledikçe mantıklı bir çerçeveye oturmasını bekliyoruz ancak bu asla gerçekleşmiyor… Oyun odalarındaki çözüm şifrelerinin ve kurtulma ipuçlarının anlaşılmaz ve seyirciye uzak olması bir yana, ana karakterlerin belli bir reçeteden çıkıyor gibi durması, yine karakterlerin peşlerinde sürükledikleri travmaların sönük kalması ve oyun odalarında kurulan ortamların sıradan olması, filmi giderek aşılması güç bir açmaza doğru sürüklüyor.

Örneğin ana karakterlerden biri olan Zoey’nin çok çekingen ama grup içerisinde en zeki olan kişi olması, bu tür oyunlarda uzman bir gencin olaya kilit noktalarda müdahale etmesi veya grup içerisinde en aklı selim duran ve lider konumundaki karakterin giderek daha bencil ve tehlikeli hale dönüşmesi o kadar daha önce defalarca gördüğümüz şeyler ki bunlar açıkça hiçbir sürprize yol açmıyor… Bu karakterlerin eylemleri, çekişmeleri, tutumları ve hatta teker teker elenmeleri (yani ölmeleri!) bile öylesine beklendik ve kurulmuş bir şekilde ilerliyor ki filmin asla içine giremiyoruz, hikayeye kapılamıyoruz.

BU ORTAM KİMİN ESERİ?

Kapalı ve sıkışık mekanlarda geçen gerilim filmlerinin asıl gücü, ana karakterlerin salındığı ortamın ne kadar tehlikeli olmasından değil, bu ortama neden konuldukları sorusundan kaynaklanır. Bu cevabı verilmeyen soru, hem ana karakterler arasında genel bir paranoya ilişkisine yol açar, hem de onların bulundukları ortama yabancı olmalarının altını çizer… Örneğin ‘Cube’ (1997) filminde kendilerini yabancı ve çıkışını bilmedikleri bir ortamda bulunan karakterler, bu dünyanın ne amaçla üretildiğini sorguluyordu: Bu ortam zengin bir çılgının eğlenceli bir oyun projesi miydi, derin devletin bazı insanlar üzerinde yaptığı bir deney miydi yoksa uzaylı varlıkların (!) dünyayı istila hamlelerinden biri miydi?

‘Ölümcül Labirent’te ise ana karakterlerin hangi amaçla ve nasıl bir yere geldiklerini az çok tahmin ettiklerini görüyoruz… Bu işleyiş filmin gerçekçi olma çabası göz önüne alındığında belki kabul edilebilir, ancak sanki yönetmen bunu umursamıyor ve bu oyun odalarını adeta birer ölüm odası gibi sunup, bu mekanın çok daha ciddi ve derin bir planın parçası olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Zaten o zamana kadarki gidişatı iyi-kötü kabul etmiş seyirci, kendini kaybolmuş, neye inanacağını şaşırmış, filmin nereye doğru gittiğini kestiremez bir halde buluyor. Bizce, kaybolmuş olan sadece seyirci değil, yönetmen de filmini sağlam bir yere bağlamaya çalışırken kendisinin koyduğu bütün gerçekçi dayanakları yavaş yavaş çürütüyor.

TUZAKLAR DA DÜŞÜK, TRAVMALAR DA…

Filmde karakterlerin salındığı oyun odaları değişik açılardan tehlikeli ve sert ortamlar gibi gösteriliyor. Ancak bu ortamlardaki tehlikeler o kadar sınırlı ve hayal gücünden yoksun şekilde sunuluyor ki seyircideki hayal kırıklığı daha da artıyor ve her kaçış odası sekansından sonra içimizden ‘hepsi sadece bu muydu?’ hissiyatı geçiyor. Karakterler hangi tehlikelilerden geçmiş olursa olsun veya hangileri ölmüş olursa olsun durum pek değişmiyor. Böyle filmlerde kurulabilecek ortam ve tuzakların olasılıklarını düşünürsek, ana karakterlerin ya çok sıcak ya da çok soğuk bir hava tarafından tehdit edilmesi veya her şeyin ters asılı olduğu bir bar ortamında (!) tutunmaya çalışması gibi kullanılan şeyler neredeyse aceleye getirilmiş hatta biraz çocukça sekanslar gibi duruyor.

Karakterlere derinlik katması beklenen travmalar da tuzaklar gibi tahmin edilebilir ve fazla basit görünüyor. Birinin savaşta yaşadığı şoku ve yarayı unutamaması, bir diğerinin en iyi arkadaşının boğulmasına şahit olması veya bir üçüncünün göçen bir toprak sırasında bir yakının ölüşüne şahit olması sönük, öngörülebilir ve pek şaşırtmayan olaylar… Sanki karakterler baş edilmesi zor travmalarla değil de ufak pişmanlıklarla uğraşıyorlar. Üstelik bu pişmanlıkların hikayenin gidişatına ciddi bir katkı sağlamadığını göz önüne alırsak bunların, sadece fazla düz ve özelliksiz duran bazı ana karakterlere derinlik katmak amacıyla eklendiğini, iliştirildiğini söyleyebiliriz.

Sonuç olarak ‘Ölümcül Labirent’, kapalı mekan gerilim filmlerinde, güncel bir olaya odaklanarak, modern bir örnek olma çabasında ancak, ne yazık ki, değişik olmaya çalışırken kendi özünü de kaybeden bir deneme… Benzer bir konunun ‘Cube’ filminden ‘Saw’ serisine kadar defalarca işlendiğini hatırlarsak, ‘Ölümcül Labirent’ ne ilki kadar paranoya ve belirsizlik yaratıyor ne de ikincisi kadar şiddetli ve sert oluyor.  Bizce film, kendini tam nereye koyacağını bilemeden bütün bu benzerleri arasında geziniyor ve zorlama bir finalle de bitiyor.

Bizce fena olmayan ve farklı olabilecek bir çıkış noktası ile başlayan bu filmi izledikten sonra aklımızdan tek bir düşünce geçiyor: ‘Olmamış!...’

Yönetmen: Adam Robitel

Oyuncular: Taylor Russell, Logan Miller, Deborah Ann Woll, Jay Ellis, Tyler Labine, Nik Dodani, Yorick Van Wageningen, Jessica Sutton…

Ülke: ABD, Güney Afrika