Beyaz Diş biraz ‘ailemizin kurdu’ olmuş...

‘Beyaz Diş’, kendini izlettiren ve bazı açılardan ilgi çeken ancak sinemaseverleri derinden sarsmayacak veya hafızalarında önemli bir yer tutmayacak bir yapım. Özellikle romanı okumuş olanlar için…

Google Haberlere Abone ol

Jack London’ın ünlü romanı ‘Beyaz Diş’ bilindiği üzere hem tasvir ettiği dönemin özelliği (Altına hücum dönemi!), hem de hikayeyi alışılmadık bir şekilde insanların değil, ana karakterin yani Beyaz Diş’in bakış açısından anlatmasıyla okurlara yepyeni bir deneyim sunan, edebiyat dünyasının bir klasiği, bir başyapıtıdır. O dönemdeki doğal yaşamı ve yine o dönemdeki Kızılderili-Beyaz adam ilişkilerini, okurlarının iliklerine kadar hissettiren bir eserdir. Roman birçok kere televizyona da uyarlandı ancak şahsen bizim aklımızda en fazla kalan örneği 1991 yılında çekilen başrolünde Ethan Hawke’ın oynadığı (White Fang) versiyonuydu.

Bu hafta gördüğümüz romanın animasyon versiyonu ise, eserin ruhuna tamamen ihanet etmeyen, hem bakış açısı hem de anlattığı konular açısından aynı yoldan gitmeye çalışan, ancak sonuçta bütün bu konulara sadece ‘şöyle bir dokunan’, sert olayları yumuşatan ve de en vahimi, ana karakteri vahşi doğanın içinden çıkmış, çok güçlü bir kurt gibi değil daha çok normal şartlarda büyümüş, bir şekilde yolunu çizen, içinde saf iyilik dışında bir şey barındırmayan, amiyane tabirle, klasik bir ‘ailemizin kurdu’ gibi lanse eden bir yapım.

Yarı kurt-yarı köpek annesinin yanında, zorlu doğa koşullarında büyüyen, daha sonra annesiyle bir Kızılderili kampına dahil olan, ardından da Kızılderili sahibi tarafından, zorla beyaz adamlara dövüş köpeği olarak satılan Beyaz Diş’in öyküsü gerçekten de özellikle o dönemdeki beyaz adamın açgözlülüğünü ortaya çıkaran, değişmekte olan bir Amerikan toplumunun bütün dinamiklerinin doğal hayatı ve içindeki canlıları nasıl etkilediğini gösteren çok başarılı bir yapımdı.

Her ne kadar 1991 yapımı, olayları daha çok, daha sonra Beyaz Diş’in sahibi olacak genç çocuğun açısından anlatsa da film, yine de karların esiri olan bir ülkede, doğal yaşamı, insanların ilişkilerini güzel bir şekilde işleyip, ana konusuna başarılı bir bakış getiriyordu.

Yeni versiyonundaki asıl sorun ise, ana karakterin geçirdiği bütün olayların fazla ‘gevşek’ bir şekilde anlatılmasında yatıyor. Hem kitapta ( hem de romanın bizce çok başarılı bir uyarlaması olan çizgi romanda) öncelikle bu kurdun nasıl ‘Beyaz Diş’ olduğu başarılı bir şekilde anlatılıyordu.

Annesinin bir vaşak saldırısından sonra sakat kalması, Beyaz Diş’in sonrasında şiddetli ve kanlı bir şekilde kendini diğer kızak köpeklerine kabul ettirmesi, ardından da kabus gibi geçen bir köpek dövüşü dönemi yaşaması ve benzer birçok olay bu özel kurdun nasıl güçlü bir karaktere dönüştürdüğünü gösteriyordu. Aynı şekilde sırasıyla ve zorla önce annesinden, sonra Kızılderili sahibinden koparılması yine bizce ‘Beyaz Diş’in bağımsızlık tutkusunun temel direğini oluşturuyordu. Oysa en küçük yaştan beri, onu düşmanlarına karşı dirençli kılan, yaşadığı acı olaylar, büyük engeller, bu filmde ya hiç gösterilmemiş ya da çok hızlı geçilmiş gibi duruyor. Bütün bu hayattaki büyük dalgalanmalar, filmdeki ufak tefek sorunlar veya aşılması çok zor olmayan durumlar gibi sunuluyor.

Filmi izledikten sonra, aklımıza gelen ilk noktalardan biri belki bu eserin animasyona uygun olmadığı düşüncesi oluyor. Filmdeki yumuşak ve hızlı tutum belki bu hikayeyi daha büyük kitlelere tanıtmak için yapılmış olabilir ama dediğimiz gibi bu ‘kilo kaybı’ bizi giderek asıl eserin sertliğinden, vuruculuğundan, gerçekçiliğinden uzaklaştırıyor.

Filmin animasyonlardaki teknik başarıya tabii ki bir lafımız olamaz ancak bu tutum bir edebiyat başyapıtını layığıyla uyarlamak için yeterli olmuyor. Belki bu film ‘Beyaz Diş’ uyarlaması gibi değil de benzer bir öykü olarak sunulsaydı sonuç daha kabul edilebilir hatta belki keyif verici olabilirdi.

Sonuçta ‘Beyaz Diş’, kendini izlettiren ve bazı açılardan ilgi çeken ancak sinemaseverleri derinden sarsmayacak veya hafızalarında önemli bir yer tutmayacak bir yapım. Özellikle romanı okumuş olanlar için…

Yönetmen: Alexandre Espigares

Seslendirenler: Virginie Efira, Raphael Personnaz, Dominique Pinon, Nick Offerman, Rashida Jones, Paul Giamatti…

Ülke: Fransa, Lüksemburg