Kabul edilebilir bir Churchill portresi…

Darkest Hour, bazı katı ticari kuralların dışına taşmayan ancak bu kurallar içinde etkileyici ve sürükleyici bir anlatım bulan bir politik dönem filmi. Filmin çizdiği Churchill portresi ise, değindiğimiz gibi kabul edilebilir, yenilir yutulur cinsten!

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İngiliz yönetmen Joe Wright’ın son filmi, daha önce çektiği birçok film gibi yine bir dönem filmi. Yönetmen tasvir ettiği dönemi (2. Dünya Savaşı) filmin arka planına yerleştiriyor ve hikayesinin merkezine bu dönem sırasında İngiltere’nin durumunu dolayısıyla zamanın İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in savaşa karşı reaksiyonunu koyuyor. Genelde ölçülü ve abartısız görünen Darkest Hour zaman zaman fazla basit çözümlemelere ve gereksiz dramatizasyon içeren sahnelere başvursa da son kertede önemli bir dönemi anlatan ve rahatsız derece de militan olmayan, hazmedilebilir bir Churchill portesini çizen bir yapım olarak duruyor.

1940 yılında Nazi Almanya’sı gücünün doruğundadır ve işgal ettiği bütün Avrupa ülkeleri ona teker teker boyun eğmektedir. O dönemin İngiltere’si de işgalin eşiğine gelmiştir ve askeri güç olarak Nazi Almanya’sının çok altındadır. İngiltere’nin temsilciler meclisinde muhalefetin baskılarına dayanamayan iktidar partisi, savaşı yönetebilecek yeni bir başbakanı yani Churchill’i önerir. Kral’ın da onayını alan Churchill hem ülkesini korumaya çalışır, hem de ülke içerisindeki tepkileri göğüsleyebilecek bir politik mücadeleye başlar.

BU TARZ FİLMLERDEKİ ENDİŞELER... 

Çok önemli bir dönemi anlatan, özellikle bu dönemdeki çok önemli bir lideri işleyen filmlere, temkinli bakıyoruz. Bu tür filmlerden sinematografik yönden, yani yönetmenlik, sanat yönetimi ve oyunculuk gibi açılardan genelde üst düzey sonuçlar çıksa da, çoğunlukla bu filmler Amerika çıkışlı (gerçi bu film İngiltere çıkışlı!) oldukları için, ister istemez dönemin tek taraflı bir tasvirini, başkarakteri yüceltme çabasını ve saklanmaya çalışsa da yer yer kendini gösteren aşırı milliyetçi mesajları barındırırlar. Bu bağlamda aklımıza ilk gelen örneklerden biri Saving Private Ryan filmidir herhalde! Darkest Hour’un ise bu tuzaklardan tamamen kurtulduğunu söyleyemeyiz ancak yine de kararında bir militan anlatım, ölçülü bir karakter yüceltme ve akıcı bir senaryoyla düştüğü tuzaklardan en az hasarla sıyrılmayı başardığı söylenebilir.

Film ilk olarak bizce güzel bir çıkış noktası buluyor ve neden Churchill’in kriz zamanında çok önemli bir göreve getirildiğini inandırıcı bir şekilde sunuyor. Kavgaların ve ithamların eksik olmadığı İngiltere Avam Kamarasında (Temsilciler Meclisi) bu kişinin göreve getirilmesi ikili bir amaç taşıyor: Hem bir hata durumunda ideal bir günah keçisi bulmak, hem de İngiltere’nin olası mağlubiyetini engellemek için (ülkenin içinden) yapılabilecek barış anlaşması önerilerine direnemeyecek bir politikacı çıkarmak. Ancak bilindiği gibi beklenen olmuyor ve Churchill hem Nazi Almanyası'na boyun eğmiyor hem de zamanla karşısında olan politikacılar ve başta kendisini pek istemeyen İngiltere Kralının desteğini alarak krizde olan ülkesini, bir anlamda ayağa kaldırıyor.

CHURCİLL PORTRESİ BİLDİĞİMİZ GİBİ... 

Filmin başkarakterinin yani Churchill’in çizilen portesine ve verdiği reaksiyonlara bakacak olursak, izlenen yol bilindik ama kesinlikle başarısız değil. Başta da değindiğimiz gibi ölçülü bir karakter yüceltme var fakat yönetmen karakterin bütün insani zaaflarını ve psikolojik zayıflıklarını da seyirciye göstererek onun insani yönüne de dikkat çekiyor. Bunu yaparken abartıp karakteri özellikle itici yaparak ucuz bir tezat ('Bu kadar zavallı bir adamdan nasıl bu kadar büyük bir lider çıkar?' bakış açısı!) bulma peşinde koşmuyor. Churchill biraz ters, inatçı ve sarkastik sayılabilecek bir ironi anlayışına sahip bir adam ancak aynı zamanda da zeki, kararlı ve gerektiğinde yumruğunu masaya vurabilecek bir lider gibi tanıtılıyor. Başka bir deyişle ana karakterin zaafları ve güçlü yanları bize sunulurken, Churchill’i bize olduğundan daha da sempatik gösterecek (yakın zamandaki diğer ‘Churchill’ (2017) filmi bunu yapıyordu!) merhamet, anlayışlı bakış, hümanist yön gibi ekstra özellikler gözümüze sokulmuyor. Dolayısıyla filmden anladığımız kadarıyla, Churchill kuşkusuz önemli bir figür ve lider ancak kesinlikle hümanist bir insan değil.

BAŞARILI BİR TEMPO VE OYUNCULUKLAR... 

Filmin es geçmemiz gereken bir sinemasal başarısı olduğu da bir gerçek. Darkest Hour dönemin kaynayan politik kazanını, siyasal çekişmelerini ve politik pazarlıklarını dinamik ve akıcı anlatımla bize tanıtıyor. İngiltere’nin içinde bulunan Avam Kamarası/Lord’lar Kamarası, Kral’ın söz hakkı ve kriz yönetimi gibi bütün politik çarklar etkileyici bir şekilde beyaz perdeye yansıyor. Bir siyasal krizi yönetmenin bir savaşı kazanmaktan çok daha önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Filmin oyuncularına da ayrı bir parantez açmamız gerekirse bütün oyuncuların, başarılı performanslarıyla filme büyük katkıda bulunduklarını söyleyebiliriz ancak Churchill’i oynayan Gary Oldman, amiyene tabirle, bir kez daha ‘döktürüyor’. Vücuduna eklenen protezler ve yapılan makyajıyla Churchill’i gerçekten ete kemiğe büründürüyor ve filmin yer yer aksadığı bölümlerde (mesela metroda geçen sekans biraz inandırıcı değil!), performansını daha da üst bir seviyeye taşıyarak, filmi adeta sırtlıyor. Goldman gerçekten çok büyük bir oyunculuk başarısı gösteriyor ve bizce bir kez daha Oscar ödülünü kucaklarsa şaşırtıcı olmaz!

Sonuç olarak Darkest Hour, bazı katı ticari kuralların dışına taşmayan ancak bu kurallar içinde etkileyici ve sürükleyici bir anlatım bulan bir politik dönem filmi. Filmin çizdiği Churchill portresi ise, değindiğimiz gibi kabul edilebilir, yenilir yutulur cinsten!

Yönetmen: Joe Wright

Oyuncular: Gary Oldman, Kristin Scott Thomas, Ben Mendelsohn, Lily James, Ronald Pickup, Stephen Dillane, Samuel West, David Schofield…

Ülke: İngiltere