Dersu Yavuz Altun: Asıl politik olanlar 'sinema politik değildir' diyenler

Yönetmen Dersu Yavuz Altun'la Türkiye'de sinemanın politikliği üzerine konuştuk. Altun, "Her türlü sansüre karşı tavır almak sanatçı için olmazsa olmazdır" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Senarist ve yönetmen Dersu Yavuz Altun’un yönetmenliğini yaptığı ikinci filmi “AYAZ”, 3-9 Kasım 2017 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öncülüğünde gerçekleştirilen 7. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde yarıştı. Deniz Telek, Özlem Aktaş, Çağlar Tüfekçi, Umut Keleş ve Bahtiyar Engin gibi isimlerin oynadığı filmin öyküsü Altun’un kaleminden çıktı.

Hasan, küçük yaşta, başka bir adamla kaçan yengesini çevresinin baskısıyla öldürür. Cezaevi sürecinde yaptığından derin pişmanlık duyarak aklını yitirme noktasına gelir. Tek çıkış yolu, cezaevinden çıktıktan sonra annesini öldürdüğü için kimsesiz kalan yeğeni Ayaz’ı himayesine alarak, az da olsa onun yüzünü güldürmek… Kamyon şoförü Hasan’ın Ayaz’la çıktığı yolculuğu konu alan filmin festival süreci devam ediyor.

Sinema yolculuğunu, sinema bakış açısını ve bağımsız sinema mefhumunu konuştuğumuz Altun, konu politik sinemaya geldiğinde, “İnsanın tüm eylemleri politiktir. Sanatın politikayla ilgisi yoktur, diyenlerin tavrı da oldukça politik bir tavırdır ve her zaman karşısında olmamız gereken aldatıcı bir söylemdir” diyerek görüşlerini açıklıyor.

Dersu Yavuz Altun

İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?

Yarım yamalak hatırlıyorum; Mahallenin tek televizyonlu evinde, küçük bir salonda 30-40 komşu çocuğuyla birlikte “Çakırcalı Mehmet Efe” yi izlemiştim. Tüm çocuklar bir ay efelenerek dolandık sokaklarda. Azıcık yüksek bir yere çıkan “Bir atlı yaklaşıyor!” diye bağırıp siper alıyordu.

'YAZLIK SİNEMALARA GİDERDİK'

Çocukluğunuzun geçtiği bölgede çok sinema var mıydı?

Ankara Altındağ’da büyüdüm. Yazlık sinemalar vardı… Daha çok onlara giderdik.

Yazmak ve yönetmek hususundaki ortaklıklar sizce nedir?

Temelde bir şey anlatmak, paylaşmak isteği yatıyor bence. Sizin için değerli olduğunu düşündüğünüz, insanlarla paylaşmanın anlamlı olacağını düşündüğünüz bir anlatma isteği temel ortaklık. Bunu bir şiirle de yapabilirsiniz, bir resimle de… Yazmak, hayal kurmak anlamına geliyor daha çok. Yönetmekse, o hayali başkalarıyla paylaşmak için görünür, hissedilir, anlaşılır kılmak eylemi. Bir madalyonun iki yüzü benim için.

“Ayaz” filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?

Ticari bir kaygıyla tasarlanmış bir proje değil Ayaz. Tabii ki ne kadar çok insan izlerse o kadar çok mutlu olurum. “Sinema Seçkinleri”, ya da küçük bir azınlık için yapılan bir film de değil Ayaz. Benim canımı yakan bir meselenin sinema aracılığıyla dillendirilmesi diye özetleyebiliriz. Filmin temel duygusu, düşüncesi seyirci tarafından paylaşılsın istedim. En büyük çabam ve kaygım bu oldu. Meselesi olan, iki çift lafı olan, derinliği olan her sanatsal ürünün başına gelecek olanlar elbette bizim de başımıza geliyor, gelecek.

Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?

Hem coğrafik, hem düşünsel olarak batıyla doğu arasında kalmanın tüm şaşkınlığını ve bedelini ödüyoruz yüzyıllardır. Bu durumun tarihsel bir zorunluluk olduğunu, bizi biz yapan temel gerçeğin de bu olduğunu kabullenmek, bu gerçekle yüzleşmek, dezavantaj gibi görünen bu durumu bir avantaja dönüştürmek mümkün bence. Bu durum aynı zamanda şenlikli bir karmaşa da yaratıyor. Kodlar, adlandırmalar, kategoriler bu canlı ve oldukça dinamik durumun anlık fotoğraflarını çekiyor bence. Oysa akışı görmek, öncesiyle, sonrasıyla tüm süreci yürekten hissetmek, daha sahici, kalıcı, zihin açıcı hikâyeler anlatmak için bambaşka yolculuklara çıkarabilir bizi. Anadolu ya da Afrika, Avrupa ya da Sibirya fark etmiyor bence insanı-yaşamı anlamak ve anlatmak sanatın temel konusu. İlla bir ad koymak gerekiyorsa “Yaşam Sineması” diyebiliriz.

'HAYALLERİMİ İĞDİŞ EDİYORUM'

Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

İnsanın tüm eylemleri politiktir. Sanatın politikayla ilgisi yoktur diyenlerin tavrı da oldukça politik bir tavırdır ve her zaman karşısında olmamız gereken aldatıcı bir söylemdir.

Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?

“Hayallerimi iğdiş ediyorum”, daha ne olsun.

Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?

Konunun beni heyecanlandırması ve anlatılmaya değer dramatik unsurlar içermesi çok önemli. Sonrası biraz esin, bir az mühendislik ama çokça çalışmayla ortaya çıkıyor.

Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

Biz bir film yapalım; düşüncelerine, birikimlerine, beğenilerine önem verdiğimiz insanlar filmi anlamlı-değerli bulsun ve bu film aynı zamanda bizi mutlu edecek kadar çok seyirciye ulaşsın. Bu imkânsız bir formül müdür bilmiyorum ama yapılması gereken bu bence. Daha çok çalışarak bu formülü hayata geçirmek gerekir diye düşünüyorum. İyi bir filmin iyi senaryosu, iyi kadrosu, iyi rejisi, iyi yapım olanakları olmalı. Bu tüm kategorilerdeki filmler için gerekli. Biz bu iyilerin toplamına bakmalıyız. Dolayısıyla, iyi film ya da kötü film diye kategorize etmek daha açıklayıcı geliyor bana.

Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?

Brecht’in tiyatro için yazdığı bir cümleyi sinemaya uyarlayarak özetlemek isterim; “ Sinema sanatı da, tüm sanatlar gibi, sanatların anası ve kaynağı olan yaşama sanatına hizmet etmelidir.”

Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?

Biz de bu bağımsızlık sözü oldukça ironik duruyor. Nasıl bir bağımsızlıksa bu? Bir kere ticari olarak kazanç getirmeyecek (Tekrarlana tekrarlana cılkı çıkan, mafyayla başı derde giren sıradan insan parodisi tarzında) bir hikâyeniz yoksa filminize Kültür Bakanlığı dışında para bulmanız neredeyse imkânsız. Göbekten devlete bağlısın yani. Bakanlığa proje sunacağın zaman, devletle karşılaşmanın serin sularına ayak basmışsın demektir. Oto sansür otomatikman başlar, adı üstünde oto-sansür. Bir sanatçı için yaratma özgürlüğü hava kadar yaşamsal oysa. Bağımlılığın daniskası yani… “Bağımsız sinemacı” yerine, “Beş Parasız Sinemacı” deyimini kullansak ve bu yüzden sermeye –iktidara-kurumlara göbekten bağımlı sinemacı desek daha doğru olur bence. Genç sinemacılar ilk önce bu bağımsız sinema kavramını irdeleyerek yola çıkabilirler.

Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?

Çok fazla etkilendiğim yönetmen var. Çok fazla etkilendiğim film var. Çok fazla etkilendiğim sahne var. Birkaç isme indirgemek haksızlık olur. İzlerken vay bee! dediğim çok sahne var ama onlar zaten çok iyi çekildiği için ben vayyy beee! demiştim. Haddimi bildiğim için ben de yeniden çekme düşüncesi uyandırmadı.

Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?

“Anlamadan anlatamasın”, bu yüzden insanı anlamak için psikoloji, sosyoloji, tarih kitapları mutlaka okunmalı. Tabii ki klasikleri okunmalı. Sinema özelinde, resim tarihi, büyük ustaların resimlerini irdeleyen kitapların çok yararlı olacağını düşünüyorum. Anlatım mühendisliği ve ekonomisi açısından çok fazla kısa öykü okumanın ciddi yararları olacağını söyleyebilirim.

Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?

Bir hayalin, eldeki olanakları (maddi-insani) en iyi şekilde kullanarak somut bir ürüne dönüşmesini planlayan-uygulayan ve bu ürünün hedef kitleyle olabildiğince etkin bir biçimde buluşmasını sağlayan insana yapımcı diyebiliriz. Sete çıkmadan yönetmenin ve yapımcının iş planı - yapım olanakları konusunda ayrıntılı bir mutabakat sağlaması gerekiyor. Hazırlık süreci ne kadar iyi olursa ve soru işaretleri – boşluklar ne kadar azaltılabilirse set süreci de o oranda sorunsuz geçer. Bu işi yapacak olan da birbirini çok iyi anlamış olan yapımcı ve yönetmendir. Her iki insanın da aynı gemide olduklarını asla unutmamaları gerekiyor. Başarının kıvancını, başarısızlığın sıkıntısını birinci elden onlar paylaşacaktır ve üretim sürecinde bu akıldan çıkmamalıdır.

Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?

Yaratma özgürlüğünün olmadığı yerde sanattan söz etmek olanaklı değil. Her türlü sansüre karşı tavır almak sanatçı için olmazsa olmazdır. Sinemacılar da bu toplumun bir parçası. Bir baş aşağı gidiş söz konusu olduğunda bu alçalmadan herkes nasibini alıyor. Kalıcı olanlar bu zamanlarda eğilip bükülmeyenler. Sinemamızı bir mavra-ucuz komedi mezarlığına çevirenler ve bu irtifa kaybını ranta dönüştürenlerin utanacakları zamanlar uzakta değil bence. İlkesizliğin de, düzeysizliğin de bir sınırı var. Bize düşen insana inanmak, umut etmek ve umudu çoğaltmak için çok çalışmak.