İki kadın arasındaki en uzun yolculuk...

İşe Yarar Bir Şey, adının hakkını vererek işe yarar bir şey yapıp mizahı ve umudu kaybetmemiş. Canan’ın pırıl pırıl şeyler okumak istediği gibi karanlık bir film değil pırıl pırıl aydınlık bir film olmuş. Film içinde barındırdığı pürüzlere rağmen hiç tereddütsüz izlenmeli.

Google Haberlere Abone ol

Esra Karataş [email protected]

DUVAR - Pelin Esmer’in 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nde görücüye çıkan yeni filmi İşe Yarar Bir Şey, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle döndü. Filmin başrollerini Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yiğit Özşener paylaşıyor. Asıl hikâye iki kadın arasında geçiyor. Haydarpaşa Garı’ndan yola çıkan film bir yolculuk hikâyesi. Her yolculuk hikâyesi gibi biraz kendine yolculuk ve devinimi de getiriyor beraberinde.

Filmin neredeyse tamamı tren içinde geçiyor. Haydarpaşa Garı’nın, Mavi Tren’in ve ille de tren restoranlarının belleğimizden nasıl uzaklaştırıldığını, aslında İstanbul’un belleklerimizden nasıl silindiğini de bir kez daha hatırlayarak izliyorum filmi. Filmde yoğun olarak bir hüzün havası hâkim. Tren yolculuğu da hüzün için bire bir. Ancak umut ışığı ve yaşama sevinci senaryonun içinde parıl parıl parıldıyor. Bunu sağlayan ise filmin başat karakteri Leyla’nın bakış açısı.

'GİZEMİ CANAN'DA, ODAĞI LEYLA'DA'

Haydarpaşa Garı’nda trenin kalkış saatini beklerken orta yaşlarını sürdürmekte olan bir Leyla’yı görüyoruz. Etrafını büyük bir iştah ve ihtimamla izliyor. Yakın plan çekimle, gar saatine oradan gardaki insanlara kayıyor kameramız. Filmin kahramanı iki kadın karakterlerimizin karşılaşmaları da burada oluyor. Genç bir hemşireyi canlandıran Canan, Leyla’nın aksine huzursuz ve endişeli görünüyor. İki kadın karakterimiz aynı trende aynı yöne onları birleştirecek aynı hikâyeye doğru yola çıkıyorlar. Canan bir iş görüşmesi, Leyla ise 25 yıl sonra lise arkadaşlarıyla görüşmek için trendeler. İki yolcu, filmin büyük çoğunluğunun geçeceği tren lokantasında bir araya geliyorlar. Birbirlerine yabancı olmanın, belki de bir daha birbirlerini görmeyeceklerinin verdiği rahatlıkla oturuyorlar. Leyla için Canan tedirginliğiyle, hikâyesiyle çekici bir kişilik. Film başlarken izleyiciye gösterilen her kare Leyla’nın bakış açısına işaret ediyor. İşin gizeminin Canan’da, fakat odağının Leyla’da olduğu yönetmen tarafından açıkça gösteriliyor. Dolayısıyla biz Leyla’nın penceresinden tanık oluyoruz hikâyeye.

Filmin büyük bölümünün trende geçtiğini söylemiştik, bu tercih karakterleri yakından tanımak ve filmin rengini yakalamak için düşünülmüş bir çözüm. Karakterleri tanırken aynı zamanda trende yolculuk eden alt ve orta sınıf insanların yakınlaşmalarına da olanak veriyor bu seçim. Tren arızalandığında, ya da bir istasyonda biraz daha fazla beklediğinde veya öylesine geçiverirken uzaktan insan hikâyelerine tanıklık ediyoruz. Yönetmenin bakış açısını gözlemleyebileceğimiz Leyla insanlara karşı son derece sevgi dolu. Biraz da oturmuş kişiliğinden ve konumundan geliyor bu tutumu. Yeri ve duruşu net bir izlenim çiziyor. Canan içinde bulunduğu vahim durumun tesiri ile de olsa tam tersi. Hayata yeni başlayan genç kadının telaşı ve yerli yerine oturtamadığı taşlar var henüz. Ve evet bu yüzden etrafına karşı ilgisiz biraz. Tren İzmir yönüne doğru ağır aksak ilerlerken biz de karakterlerimize ve hikâyeye yakınlaşıyoruz.

TREN CAMINDAKİ YANSIMA...

Uzun tren yolculuğu esnasında Leyla ve Canan’ın masasına konuk olan iki kadınla aralarındaki sohbet kısmı biraz kısa tutulmuş. Lokanta sahneleri daha renkli olabilirdi ama yönetmen odağını iki kadına sabitlemek istemiş. Sahne almaya giden bu iki kadın karakter masaya geçerken şöyle bir oturup kalkıveriyorlar. İlerleyen saatlerde Leyla gözlem yeteneği sayesinde Canan’ın sırrına eriveriyor. İkilinin arasındaki diyaloglar ve hayatın tren camındaki yansıması seyircinin ilgisini canlı tutuyor. Yine de camdan yansıyan görüntülerin sık kullanılması bu görüntülerin etkisini azalttığını söylemeliyim. Konuşmanın seyri ve geçip giden hayatlara küçük dokunuşlar keyifli bir tat bırakıyor insanda. Etrafa serpiştirilen kitaplar, alınan notlar, yazılan dizeler bir şiirin yazılmakta olduğunun haberini veriyor. Evet, neredeyse şiir gibi bir film yazılıyor Pelin Esmer ve Barış Bıçakçı tarafından.

Diyalogların ve ilişkinin seyrinin ilgi çekici olduğu muhakkak. Fakat hikâyenin bundan sonra evrildiği kısım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

“İşe Yarar Bir Şey” yapmaya karar veren ve Canan’ın hikâyesinde kendine bir yer açan Leyla yoluna Canan’la birlikte devam ediyor. İkisi birlikte yarın yine ve belki yine gidecekleri bir eve konuk oluyorlar. Canan’ın üstlendiği yükü paylaşmaya karar veren Leyla ve pamuk ipliğine bağlı yaşamını sürdürmekte tereddüt eden Yavuz’un edebiyat sohbetine dönüyor hikâye. Bu bölüm ilk bölümle orantılı seyretmiyor. Sanki Leyla bu sohbet için oraya gelmiş. Sohbet ne kadar tatlıysa yaşam da o kadar tatlıya bağlanıyor. Leyla ve Yavuz’un edebiyat sohbetleri küçük bir öykü gibi keyifli. Pencereden süzülen ışık, tül perdenin kıpırdanışları Yavuz’un yaşamla bağını mükemmel bir şekilde anlatıyor. Kalmakla gitmek arasında bir yerde duran Yavuz için hayata bir tül perdenin ardında seyrediyor. Bu seyre kendini kaptırıp kaptırmayacağı Leyla ile yaptıkları sohbetle yaşamın şiirini yazmaya çalışıyorlar.

Ancak filmin ilk yarısı ile ikinci yarısı arasındaki orantı filmin dengesini bir parça bozmuş. Leyla ve Yavuz’u bu arada pek de merakla beklenmeyen 25. yıl mezuniyet yemeği hiç olmasa film hiçbir şey kaybetmeyecekti. Leyla’nın kolayca vazgeçeceği o mezuniyet yemeği ayrıntısından ne yazık ki yönetmen vazgeçmemiş. Zira mezuniyet yemeğinden daha güçlü bir hikâye var karşısında Leyla’nın. Canan’ın ikiliyi bir araya getirmek için sadece bir araç olarak kalması gibi mezuniyet yemeği de bir araç olmalı ve hiç gerçekleşmemeliydi aslında.

Başak Köklükaya’yı tekrar beyazperdede görmek, incelikli oyunculuğu izlemek keyifliydi. Aslında filmin içinde barındırdığı hüzne rağmen yaşam dolu bir film. Başak Köklükaya bakışlarıyla bunu anlatmayı başarabilmiş. Dizi filmlerin aksine sinemada seçici davranan Öykü Karayel’de son derece minimal oynayarak rolünün hakkını fazlasıyla verdi.

İşe Yarar Bir Şey, adının hakkını vererek işe yarar bir şey yapıp mizahı ve umudu kaybetmemiş. Canan’ın pırıl pırıl şeyler okumak istediği gibi karanlık bir film değil pırıl pırıl aydınlık bir film olmuş. Film içinde barındırdığı pürüzlere rağmen hiç tereddütsüz izlenmeli.