Yozlaşmış bir toplum ve Game of Thrones

Sosyal bilimlerde ve özellikle sosyolojinin içinden geçerek 'topluluk' ve daha da modern haliyle 'toplum' gibi iki varlıksal düzeyi incelikli bir şekilde biçimlendirdiğimizi ve güçlü bir anlam içeriğiyle tinsel yaşamımıza soktuğumuzu söyleyebiliriz. Sosyal bilimlerde bir kez “toplum” denen gerçeklik var olduktan sonra güçlü bir şekilde kendisini siyasal düzlemde temsil etmiştir.

Google Haberlere Abone ol

Sezai Koyunbakan [email protected]

DUVAR - GOT’a dair internette gezinmeye başladığınızda en iddialı tahlillerin dizideki sembolizm çözümlemeleri olduğuyla karşılaşıyorsunuz. Örneğin, Stark ailesine dair yapılan tahlil Starklar ile “beyaz” rengi arasında kurulan ilişkidir. Starklar Kuzey’de yaşadıklarından hakim mevsim kıştır ve etraf genelde karlarla örtülüdür; bunun dışında bayraklarındaki kurt başının yerleştirildiği bayrağın zemini de beyazdır. Yorumcular buradan hareketle beyazın masumiyeti ifade ettiği gibi “yeniden doğum”u da düşündürdüğünü söylüyorlar.

'Game of Thrones' hırsızlarından yeni tehdit'Game of Thrones' hırsızlarından yeni tehdit

Eğer Duvar’ı, Westeros’u mümkün kılan yapı olarak düşünürsek, Starklar gerçekten de Westeros için tarihi bir kesinti yaratmışlardır ve bugün izlediğimiz taht mücadelesine de izin veren coğrafya ve dinle özdeşleşen bütün dağılımlar duvardan sonra mümkün olmuştur. Çok eskilerde, kıtanın kahramanlar çağında yaşayan Brandon Stark tarafından, diğer adıyla Bran Stark tarafından kuzeyin kontrolünü Starkların aldığını da sembolize edecek şekilde inşa edilmiştir. Bu kişi aynı zamanda Stark Hanesi’nin de kurucusudur.

hodor

BRAN STARK İLE GELEN TOPLUMSAL ÇÖZÜLME

Sembollerden devam edeceksek, dizi de gerçekten 'Duvar' ile başlar ardından Winterfell’e geçer ve kendimizi Stark ailesinin içinde buluruz. İlginç bir şekilde çocuklardan birisi Bran Stark’tır; kurucu atanın ismini taşımaktadır. Duvar ile birlikte eğer Westeros’ta toplumsal yaşamın başladığını söyleyebilirsek bu sefer de bizlere kurucu kahraman Bran Stark'ın ismini taşıyan Stark'la birlikte “çözülme” izletilmektedir. Duvar’ı inşa ettiren Bran gibi bizim Bran da bir kuleye tırmanır ve “ensest” bir ilişkiye tanıklık eder. Adeta Duvar’ın “toplumun kıyısı” olması gibi yine toplumun kıyısında duran bir ilişkiye, ensest bir ilişkiye tanıklık ederek düşer ve Bran için toplumsal düzlem bedeninin felç geçirmesiyle son bulur.

John Snow IKEA'dan giyiniyormuşJohn Snow IKEA'dan giyiniyormuş

Bu düşüşün sonucu Bran’in toplumun dışına atılması olduğu gibi tüm Westeros için de çözülmenin başlangıcıdır. Yine de “yeniden başlangıç”ın izlerini toplumun dışına atılan Bran Stark’ın bu sefer de Üç Kuzgun’a dönüşüp tanrılar katına yükselmesinde bulabiliriz. “Her şeyi” gören Bran Stark çözülme ile birlikte birbirine giren denkleme hakim kılınarak yeniden doğuşu da mümkün kılacak güçlerden en önemlisi kılınmıştır. Acaba Westeros, kendisinin “gerçek nedeni” olarak Stark hanedanını tanımaya mı itilmektedir?

Stark ailesi “İlk İnsanlar” soyundan gelmektedir. Westeros’a Andallar gibi Essos kıtasından gelmişlerdir; bugün seyrettiğimiz olaylardan 12 bin yıl önce. İlk geldiklerinde kıtanın yerlileri 'Ormanın Çocukları' idi. Onlarla uzun yıllar sürecek kavgalara tutuştuktan sonra bir barış yapıldı ve kıtaya yeni bir düzen geldi. Hakim din Ormanın Çocukları’nın dini olan ve bugünkü Westeros’ta “Eski Tanrılar” diye geçen “Ormanın Tanrıları” dinidir. Nihayetinde Bran Stark’ı Üç Gözlü Kuzgun’a dönüştüren süreçte Bran Stark’a eşlik edenler tuhaf görüntüleriyle Ormanın Çocukları’dır. Bugün de Starklar’ın kendilerinde melezlenmiş kültür, Duvarın Ötesi’nin kültürü ve Güney’in kütürünün melezlenerek bir sentezini sunmaktadır. Andallar ise İlk İnsanlar’dan çok sonra bundan 6 bin yıl önce Essos kıtasından yeni bir göç dalgasıyla kıtaya ayak basan insanlardır ve Targaryenler ile Lannisterler bu ırktandır.

Andallar da 6 bin yıl önce kıtaya ayak bastıklarında uzun süre bu sefer daha önce kıtaya yerleşmiş olan İlk İnsanlar ile savaşırlar. Ancak kıtanın güneyini ele geçirseler de Kuzeyde yaşayan Starklar, Kuzey ile Güney’in kesiştiği boğazda Andalları durdururlar ve Kuzey Starkların yönetiminde kalmak şartıyla yeniden bir barış dönemi başlar. Bugün izlediğimiz ve kıtaya hakim olan siyasal formasyon olarak şövalyeliğe dayanan Feodal sistem, demir işlemeli zırhlarla birlikte Andallar tarafından kıtaya getirilmiştir. Ve ticaret de.

Ensest’i iki sülalede de görüyoruz: Lannisterler’de ama aynı zamanda eski haneden olan Targaryenler’de de. Targaryenler adına kıtaya hakim olan kral da tahta geçince iki kız kardeşiyle evlenmiştir. Eğer enseste dair yeni bir açılım getiremiyorsak sosyal bilimler içinden “toplumsal” olanı “doğa olan”dan ayıran ve insan tarafından konan evrensel yasa olarak tanımaya devam etmek dizinin bu sembolizm üzerine kurulduğunu söylediğimizde bizi çok ötelere götüremeyecek.

llyodclarke

Zaten bildiğimiz bir şeyi dizi üzerinden teyit etmenin bir anlamı yoktur. Önemli olan şey bir dizinin içine eğer bu sembolizmi yerleştirecekseniz hangi unsurlarla bir arada yürüdüğüdür ve dizi tamamlandığında dizinin kendisini bir bütünlük olarak ortaya koyduğunda enseste dair de bir anlam kayması yaratmasıdır. Eğer böyle yaklaşırsak İlk İnsanlar ile Ormanın Çocukları’nın ensest ile olan ilişkilerine dair bir şey söyleyemezsek de siyasal formasyon olarak kıtanın daha eski yerlilerine göre daha merkezileşmiş bir siyasallık formasyonu olarak feodalliğin Andallar ile birlikte ensesti yeniden çağırdığını söyleyebiliriz.

ULUS VE TOPLUM OTORİTESİ

Sosyal bilimlerde ve özellikle sosyolojinin içinden geçerek “topluluk” ve daha da modern haliyle “toplum” gibi iki varlıksal düzeyi incelikli bir şekilde biçimlendirdiğimizi ve güçlü bir anlam içeriğiyle tinsel yaşamımıza soktuğumuzu söyleyebiliriz. Sosyal bilimlerde bir kez “toplum” denen gerçeklik var olduktan sonra güçlü bir şekilde kendisini siyasal düzlemde temsil etmiştir. Söylemek istediğim şu ki bugün “ulus egemenliği” denen şey hiç şüpheye düşmeden biraz da sosyolojinin “toplum” denen gerçekliği tarafından ele geçirilmiştir. Siyasal düzlemde konuşan bir kişi kendi sözünü dile getirirken iki otoriteye dayanır: birisi ulus ise ötekisi toplumdur. Bu tür bir siyaset hiç olmadığı kadar bir “birliğin” kendi siyasal ufkunu “şimdi neyse o” olarak kendini dayatarak arar.

Tarihsel bir sıralama yapılsaydı her topluluğun sürekli olarak kendisini düşündüğünü söyleyecek bir bakış açısı altında “kutsal unsurlar”dan “taht”a, taht’tan da “ulus”a geçen bir “kendini” değişik semboller altında düşünme pratiğini tüm tarihe yayardık. Böylece bizim siyaset formumuzdaki “öz sevicilik” tüm tarihe eşit bir şekilde dağıtılmış olunur ve bizim yaptığımız gibi bir “Türk toplumu” birlik içinde düşünülerek siyasal ufuk belirlenir. Günümüzün “siyasal düzlem”i olarak bize dayattığı ve ancak bir devlet çatısı altında mümkün olan bu siyasallık sürekli olarak seksen milyonu birbiri üzerine düşünmeye çağırır. Özellikle “sandık”ın kurulması sürecinde, yaklaşık 7-8 ay herkes bir trans halinde 80 milyonu düşünür.

Bugün iktidarın çıldırmışçasına “arınma” etrafında tesis ettiği politikalar seçim dönemlerinde özellikle “sandık” sayesinde birbirinin kaderi haline getirilen 80 milyonun birbiri üzerine kendi durdukları noktadan nasıl bir “arınma” isteyeceğini düşünmektir. Tam bu noktada siyasal düzlemin merkezi olarak “taht” ve “devlet” gibi iki unsurun nasıl farklı bir “siyasal düzlem” inşa edeceği üzerine düşünülebilir.

starks

Ama, burada yapılan çözümleme ve internette GOT üzerine yapılan sembol çözümlemeleri zaten bildiğimiz şeyleri tekrar etmenin ötesine geçmiyor. Dediğim gibi en iddialı çözümlemeler özellikle renkler üzerinden giderek “haneler”in karakterlerini ve bu karakterlerle ilişkilenen nitelikleri vurguluyor.

Diziyi izlerken Starkların bayrağına bakıp “İşte zemini beyaz, demek ki yeniden doğumu Starklar gerçekleştirecek; o halde diziyi buna göre izleyeyim” demiyoruz; veya Kule’de Cersei ile Jaime’in ensest ilişkisiyle yüz yüze geldiğimizde, “Vay anası, işte ensest, işte toplumun kıyısı” falan da demiyoruz. Muhakkak yönetmen elindeki dilsel ögelerin sembolik değerlerini kullanarak aktarmak istediği şeyi en güçlü nasıl aktarabilirim diye düşünüyordur. Ancak şu kesin ki anlatının bel kemiğini oluşturan şey dil olarak isterseniz renkleri kat edin isterseniz giysileri kat edin o dilin içinde kalarak kendisini tüketmez. Özellikle sinemadan bahsediyorsak ne kadar fazla dilin seferber edilebileceğini de akılda tutmak gerekir.

Burada sanat eserinin tinsel bir bütünlük olarak görülmesi gerektiği, içine çektiği tüm sembolleri kendi bütünlüğüyle kurduğu sembolik olanın içinde yeniden bir araya getirdiği eğer bir sembole özellikle vurgu yapacaksak bu sembolün tam da sanat eserinin kendi otonom yapısının içinde ancak verili sembol yerinden kaydırıldığı taktirde değinmek gerektiğini göz önünde bulundurmak gerekir.

Game of Thrones'da ejderha nasıl savaştı?Game of Thrones'da ejderha nasıl savaştı?

Eğer kırmızıya illa değinecekseniz dizinin kendi bütünlüğü içinde “Aman Allah'ım, kırmızıya bak ne hale geldi” dedirtmesi gerekiyor. Eğer “kırmızı”, başka bir sembolü kurmak için kullanılan bir unsur ise, diyelim ki "gücü" düşündürtmek için, bu sefer düzlemimiz güçtür ve kırmızı artık uyandırılması gereken bir sembol değildir; çünkü bakışımızı kuran fenomen artık güçtür ve kırmızı onun altında ayrışan bir unsur olarak yeniden çıkmayacaktır ortaya.

Bahsettiğimiz dönüşümü belgesel-deneysel sinemasında Mohsen Makhmalbaf Salaam Cinema filminde izleyiciye sunmuştur. Çekeceği bir film için oyuncu seçimleri yapmaktadır. Sıradaki kişi kendisini çirkin bulan bir erkektir. Yönetmen kendisine “hangi rolde oynamak istersin” diye sorunca kendisinin biraz ürkütücü bir suratının olduğunu düşündüğünden “kötü adam rolünde” diye cevaplar. Yönetmen ise Salaam Cinema filminin devamı olan Ekmek ve Çiçek filminde bu "çirkin adamı" bize sempatik bir karakter olarak sunar.

Peki bu dönüşüm nasıl olmuştur? Sokakta karşılaşacağınız zaman sizi biraz tedirgin edebilecek grotesk yüz hatlarına sahip birisi nasıl olmuş da son derece sıcak ve sempatik birine dönmüştür? Cevabı Aristoteles veriyor: Tragedya eylemin taklit edilmesi sanatıdır. Anlayacağınız belli araçlarla kendisini ortaya koyan bütün dillerdeki dağılım “eylem” sayesinde gerçekleşmektedir. Kendi başına ne semboller ne de karakterler vardır; her şeye rengini veren “eylem”dir. Amacını kendi içinde taşıyıp kendisini kendine yeter şey olarak sunan ve fenomeni oluşturan şey “eylem” ise verili herhangi bir sembolün bir eylem içinde yerinden kayması mümkündür. Eylem, aynı zamanda siyaset felsefesinin, din felsefesinin, etiğin ve sanat felsefesinin kesişim noktasıdır. Bunun üzerinde durmak gerekecek.