Sansürü ifşa eden film: Zer

Kazım Öz ile bu Cuma vizyona giren Dersim Katliamını konu alan yeni filmi Zer’i, Kürt sorununu ve sansürü konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Kazım Öz’ün sekizinci filmi Zer, Cuma günü vizyona girdi. Dersim Katliamı’nı anlatan kurmaca filmdeki iki sahne Üst Denetim Kurulu tarafından sakıncalı bulundu. Öz ise çıkarılan sahnelerde ekranı karartmayı seçti. “Devlet şunu desin yani; ‘Burada bir sahne vardı, şöyle şöyle sakıncalı bir sahneydi, biz de bunu çıkarttık’ desinler. Çok olağanüstü bir şey değil aslında bu yaptığım şey. Seyirciyi haberdar ediyorum ben” diyor Öz.

Zer, Kazım Öz’ün sekizinci filmi… Fotoğraf’la başlayan belgesel-kurmaca harmonisine Zer’le devam ediyorsunuz. Kazım Öz’ün gerçeklik ve Kürt sorunu bağlamında sinema sanatına bakışı nedir?

Kürt sorunu yıllarca, bence bir gerçeklik sorunu olarak var oldu. Kürt sineması için de benzeri bir sorun var oldu aslında. “Kürt sineması var mı yok mu” diye. Hepsinden öte Kürt’ün kendisi için de benzeri bir sorun var oldu. “Kürt var mı yok mu?” diye. Bu tartışmaya giden meselenin adı aslında Kürt sorunu. Tabii ki genelde çektiğim hikâyeler, bu sorun etrafında dönen hikâyeler oldu. Benim için de mesele şuydu: Oradaki hakikati, oradaki gerçeği anlama çabası… Benim açımdan belirleyici olan buydu aslında: Anlama çabası.

Zer, Dersim Katliamı’nı konu alan ilk kurmaca film bildiğim kadarıyla… Zer, devletin 38’de yaptığı katliamı anlatıp seyirciyi yüzleşmeye davet ederken, günümüzde abluka altına alınmış, sıkıyönetim ile yönetilen Dersim’i de seyirciye sunuyor. Munzur hâlâ kan kırmızı mı akıyor?

Maalesef hâlâ kan kırmızı akıyor. Sadece Munzur da değil! Şu an Dicle ve Fırat da kan kırmızı akıyor. Bu nehirlerin tüm kolları kan revan içinde… Hepimiz için çok talihsiz bir gerçeklik, talihsiz bir dönem…

'YOLA GİTMEK DEVRİMCİ BİR EYLEMDİR'

Zer’de, dikkat çeken bir diğer nokta, yol hikâyesi olması… “Yol” mefhumu, size yabancı değil. Çünkü Fotoğraf’ta, Bahoz’da, Bir Varmış Bir Yokmuş’ta da yol hikâyesi anlatıyordunuz. “Yol”un sizin için hikmeti nedir?

“Yol”, benim hayatımdaki en önemli kavramlardan biri. Kişisel olarak da yolda çok vakit harcıyorum. Çünkü sürekli bir yerlere gidiyorum. Yolu severim. Hem imgesel olarak hem de somut olarak… Yol gitmek, bence çok devrimci bir eylemdir. Bir değişimdir, bir arayıştır. Bir de şununla alakalı tabi: Kürtler de sürekli yollarda… Sürekli yer değiştirdikleri için, dağıldıkları için…

Bahman Ghobadi, “Sinema Kürtler için çok uygun bir sanat. Çünkü sürekli olarak hareket halindeler. Sinema da hareketli bir sanat… Fotoğrafın hareketinden oluşur” diyor.

Çok doğru.

Siz genelde Türkiye Kürtleri üzerine filmler yapıyorsunuz. Kürdistan’ın diğer bölgelerinde geçen, üzerine çalıştığınız bir hikâye var mı?

Şu an, hâlihazırda öyle bir şey yok. İsterim ama biraz daha yaşamak lazım oralarda. Masa başındaki kurguyla pek olanaklı olacağını sanmıyorum. Gidip geliyorum, oralarla bağlantım oluşmaya başladı. Herhalde yolum oralara doğru düştüğü için, sinemam da oralara düşecektir diye tahmin ediyorum.

“KÜRTLER HÂLÂ BAĞIMSIZ SİYASETLERİNİ YAPAMIYORLAR”

Şarkılar, ezgiler, kalemler, kâğıtlar gibi kameralar da Kürtler için bir hikâyelerini anlatma aracı dönüştü. Sizin sinema serüveninizi ele aldığımızda, 90’lar ve bugün özelinde, Kürtlerin hikâyesinde ne değişti?

Kürtlerin hikâyesinde büyük oranda bir şey değişmedi çünkü Kürtler hâlâ temel hak ve hürriyetleri konusunda dünyanın en şanssız halkı… Kürtler hâlâ yaşadıkları ülkede kendi dilleri ile yayın yapamıyorlar, eğitim alamıyorlar, örgütlenemiyorlar, bağımsız siyasetlerini yapamıyorlar. Bu doksanlarda da böyleydi, günümüzde de böyle… Zaman zaman iyileşti, zaman zaman kötüleşti ama köklü bir çözüm hâlâ yaşanmadı. Hatta bugün baktığımızda çok daha derinleşti bu sorun. Belki şöyle de diyebiliriz buna: Bu acaba çözümün öncesi mi? Çözüm öncesi çok daha katı ve kaotik olur ortam. Bir yandan öyle bir umut da görüyorum. Son kötülük yani…

Ezgilerden bahsetmişken, Jan, filmde babaannesinden duyduğu türküyü aramaya giden bir karakter… Kürtler için sözlü kültürün önemi nedir?

Kürtler için kültürün neredeyse önemi sözlüdür. Yazılı kültür, tam da işte bu yaşadığı politik ortamdan dolayı mümkün gözükmüyor. Örneğin ana akım medyada herhangi bir televizyon kanalında hâlâ akşam saat sekizde Kürtçe hiçbir şarkı, masal, tartışma, sohbet göremiyorsun.

Örneğin şu an en çok izlenen kanallardan CNN Türk, NTV programlarının yüzde otuzunu mesela Kürtçe’ye ayırırlarsa bir gün, bu sorunun çözüldüğü anlaşılır. Orada hâlâ bu konuyla ilgili bir ambargo var. Kürt filmleri çekiliyor değil mi? Biz bir gün tek bir tane bile Kürt filmi izledik mi? Digitürk mesela… Bir sürü film alıyor her sene. Neden bir tane bile Kürt filmi almıyor? TRT mesela… Onda da yok. Sadece TRT Şeş yaptı bunu ama o çok yalıtılmış bir alan ve tamamen kontrol altında. Tam da ötekileştirilmiş bir alan olarak örgütlendirilmiş orası.

Siz filmlerinizi televizyona satamıyorsunuz yani? Size yönelik bir ambargo mu var?

Bugüne kadar tek bir tane filmim bile, muhalif bir-iki kanal haricinde, televizyonda yayınlanmış değil. Macaristan’da yayınlandı, Avustralya’da yayınlandı, Almanya’da yayınlandı, Fransa’da yayınlandı ama ulusal televizyonlar ısrarla yaptığım filmleri yayınlamıyorlar. Bunu yakınmak için söylemiyorum. Neden yayınlanmadığının farkındayım. Gerçeği göstermek için söylüyorum bunu. Kimsenin kendini kandırmaması gerektiği için…

Bu sorun olduğu gibi duruyor ve Kürtlerin aleyhine devam ediyor. Türk halkı da bundan mağdur oluyor, ben bunu görüyorum. Türkiye ekonomisi de mağdur oluyor. Burada asıl mesele, temel hak ve hürriyetlerini hâlâ kullanamayan Kürtler meselesi…

kazimoz Kazım Öz

'SADECE KÜRTLERE ÇEKİLEN FİLM NEDEN OLMUYOR?'

Şimdi sizin şöyle bir sıkıntınız var: Filmlerinizi televizyon almıyor çünkü Kürtçe filmler çekiyorsunuz. Filmlerinizi AVM sinemaları almıyor ya da sınırlı olarak –bir iki salonda- alıyor. Yine aynı sebepten ötürü… Filmlerinizden para kazanamıyorsunuz. Peki, filmlerinizi nasıl finanse ediyorsunuz? Bir sonraki filminizi nasıl çekiyorsunuz?

Filmlerimizi daha çok yapım öncesi bütçeleriyle çekiyoruz. Yapım sonrası ya da dağıtım sonrası bize çok büyük dönüşler olmuyor. Biz bir filmi bitirdiğimizde, biliyoruz ki o filmin geri dönüşü olmayacak! Dolayısıyla yeni film için tıpkı senaryo çalışır gibi para bulmaya çalışacağız. Bu da çok ciddi bir Kürt nüfusuna sahip bu ülkede, antidemokratik bir durum…

Sadece Kürtlere hitap eden filmler neden çekilmesin ki bu ülkede? Sadece kadınlara, sadece çocuklara, sadece belirli yaş gruplarına çekilen filmler oluyor da Kürtlere çekilen film neden olmuyor? Bu da ticari bir hak aynı zamanda… Kültürel ve siyasal haklar yanında bu da engellenmiş bir hak… Bir filmi yapıp gösterememek ya da baskı altında çeşitli sıkıntılarla göstermek başlı başına bir Kürt sorunu ya da anti-demokrasi sorunu…

Bu biraz da şununla alakalı değil mi? Sinemanın bir temsil sanatı olduğunu temel alırsak, Kürtlerin sinemada öyle ya da böyle görünmesinde bir gariplik yok. Ancak gariplik şurada: Kürtler sinemada Türkçeyi kaba konuşan ya da militarist/şoven bir karakterde görünürse o filmin pazarlanması ana akım medyada daha kolay oluyor.

Kesinlikle doğru bir tespit… Biraz daha taviz versek ya da kimliğinden, kişiliğinden, duruşundan vazgeçmen durumunda işler kolaylaşabilir. Ama o zamanda doğru bir sinema yapmamış oluyorsun ya da olması gerekeni yapmamış oluyorsun.

Filmde Ahmet Aslan da ufak bir sahnede oynuyor. Nasıl ikna ettiniz onu?

Ahmet’in olması güzeldi, bu filme çok yakıştığını düşünüyorum. Hem şarkısıyla, hem de filmdeki dervişin dünyasını yansıtması açısından… Özel bir şey oldu bence… Jan, Dersim’e gittiğinde Ahmet Aslan gibi biriyle karşılaşmasa film eksik olurdu.

Filmi üç görüntü yönetmeni ile çekmişsiniz. Nasıl geçti o süreç?

Programları uymadı. Çekimlere Feza Çaldıran’la başladık. Dersim’deki görüntüleri o çekti. New York’a gelemediği için Eyüp Boz’la devam ettik. Hastane sahnelerine ikisinin de programı uymadı, o sahneleri de Orçun Özkılıç ile çektik. İlginç bir deneyim oldu benim açımdan da.

Ne kadar sürede çektiniz filmi?

Üç ayrı program şeklinde çektik. Dolayısıyla biraz uzun sürdü. Altı aya filan yayıldı galiba.

Filmin Amerika’da geçen sahnelerinde çok zorlandınız mı? Biraz o süreci anlatır mısınız?

Çok zorlandık. Bazı sahneleri illegal çektik, izinsiz çektik. Bazı mekânlara girdik, kovulduk. Hava koşulları bizim çok aleyhimizeydi. Figürasyon bulma konusunda zorlandık çünkü bütçemiz yoktu. Bildiğin Amerika’da helak olduk yani. Amerika rüyası değil Amerikan kâbusu gibi oldu orası.

Kürt- Alevi bir film kahramanını anlatan, Dersim’de geçen Zer’in müzikleri de çok güzel… Mustafa Biber’i tebrik etmek lazım…

Mustafa gerçekten iyi çalıştı. Mustafa’yla iki filmimde çalışmıştım. “Ax” ve “Fotoğraf”… Birbirimizi tanıyorduk. Çalışma ahlakı ve disiplini konusunda… Müzik temalı bir film olduğu için özel bir çalışma gerektiriyordu “Zer”. O yüzden Mustafa’yla çalışmak iyi oldu.

'SEYİRCİ BİLECEK! BU FİLMDE BAZI SAHNELER ATILMIŞ'

Gelelim sansüre… Projeye bakanlık destek verdi değil mi?

Evet.

Ne kadar destek aldınız?

400 bin.

Başka nerelerden destek aldınız?

Köprüde Buluşmalar’dan aldım 10 bin Euro. Onun dışında bir kurumdan destek almadım. Ama film büyük bütçeli bir film oldu. Kişisel çabalar ve kişisel ortaklılarla filmi çektim.

Bakanlıktan destek çıkınca, size verilecek tutarı üçe bölerek veriyorlar değil mi? Biri çekimden önce, biri çekim sırasında, biri de çekim bittikten sonra…

Tabii. Benim filmimin dosyası daha önceden kapanmıştı zaten. Bir sıkıntı yoktu yani… Ancak ticari vizyona gireceğiniz zaman Üst Denetim Kurulu’na giriyorsunuz. Sıkıntı orada oldu.

Yani siz filmi vizyona soktuğunuz için sansürlendi. Bakanlığa filmi teslim ettiğinizde bir sorun yoktu?

Yoktu, yoktu. Bakanlığa filmi teslim ettiğimde, bir sıkıntı yoktu. Zamanında bakanlık filmi alıp izledi ve dosyayı kapattı. Biz bu adama filmi çekmesi için para verdik ve o da bize filmi getirdi diye. Bu tamamen Üst Denetim Kurulu’nun aldığı zıt bir karardır. Filmin hepsi için değil ama kararttığım o iki sahneyi sakıncalı buldular.

Siz filmi tam olarak hangi tarihte bakanlığa teslim ettiniz?

2016 yılında ben bakanlığa filmi teslim ettim. Vizyona girmeseydik bakanlık o dosyayı kapatmıştı. Vizyona girmek için bakanlığın başka bir kuruluna gidiyorsunuz: Üst Denetim Kurulu. Onlar da iki sahneyi sakıncalı buldular. Onların yönetmelikte öyle bir hakkı var. Ben de onların çıkardıkları sahnelerde ekranı kararttım.

Bu yolla sansürü ifşa ettiniz?

Evet, çünkü bilmek gerekiyor sonuçta. Bakanlık ya da devlet illegal bir örgüt değil ki bunu illegal bir yol ile yapsın. Devlet şunu desin yani; burada bir sahne vardı, şöyle şöyle sakıncalı bir sahneydi, biz de bunu çıkarttık desinler. Çok olağanüstü bir şey değil aslında bu yaptığım şey. Seyirciyi haberdar ediyorum ben. Neden? Çünkü böyle tasarlanmış bir film. Dramaturgisinde… Küçük bir ses bile çok önemlidir bir filmde. Rolü vardır ki o filmde o ses vardır. O sesi siz attığınızda seyirciyi kandırmış olursunuz. Seyirci bilecek! Bu filmde bazı sahneler atılmış. Ona göre filmi değerlendirecek. Ayrıca seyirciye sorumluluk düşüyor burada. Seyirci de oturup düşünecek, “neden bu sahneler atıldı?” diye.

BU SAHNE SAKINCALI BULUNDUĞU İÇİN İZLEYEMİYORSUNUZ!

Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek peki?

Bakanlığın şunu düşünmesi lazım: Kendi destekledikleri filme, sansür uyguladılar. Burada mağdur olan biziz. Bu açıdan, bu tür uygulamalara girmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Dersim 38 ile ilgili bir film çekilmiş, keşke bakanlık bunu sahiplenebilseydi. Türkiye toplumunun bu olayla, bu dönemle, bu tarihle yüzleşmesi olarak değerlendirilseydi keşke bu film. Keşke bir yüzleşme aracı haline gelebilseydi… Bu fantezi bir hikâye değil ki… Gerçeklikten gelen bir hikâye… Geçen dönem başbakanı da, bu dönem başbakanı da Dersim’e ilk kez kendilerinin Dersim dediklerini söylüyor. Bu açıdan bakıldığında da, bakanlık açısından bir çelişki var gibi gözüküyor. Bunun da düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Film vizyona da sansürlü olarak mı giriyor?

Evet, sansürlü girecek.

Yine o iki sahnede ekran karartılarak "Bu sahne T.C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü Üst Denetim Kurulu tarafından sakıncalı bulunduğu için izleyemiyorsunuz" cümlesi mi yazılacak?

Hayır, o yazmayacak. Çünkü Üst Denetim Kurulu’nun ona dönük de bir uygulaması var.

“Filmi sansürleriz, sansürlediğimiz yere yazı yazarsanız, o yazıyı da sansürleriz” gibi mi?

(Gülüyor) Evet.

Filminizde bakanlık sansürünü deşifre ettiğiniz için muhtemelen bir daha bakanlık desteği ile film yapmanız zor olacak. Yeni filminizi nasıl yapmayı düşünüyorsunuz?

Bu iktidar hızlı değişen bir iktidardır. Ben yine onların “demokrat” bir dönemine denk gelebilirim diye düşünüyorum. Ben yeni bir film çekene kadar bir demokrasi ihtiyacı doğabilir ülkede. Gerek iktidar tarafından, gerek muhalefet tarafından… Onun için o fon her zaman bizim kaynağımız olarak duracak, onu hedefleyeceğiz her zaman.