Çiğdem Sezgin: Helalleşemedik demek...

Yönetmen Çiğdem Sezgin ilk filmini alattı. Sezgin "Sinemacıların protestoları, sinemacıları birbirine küstürmekten gayrı hiçbir işe yaramadı. Var olan düzende Türkiye Sineması sansüre karşı başarı sağlayamaz. Fakat bir gün mutlaka!" dedi.

Google Haberlere Abone ol

‘’Yönetmenler İlk Filmlerini Anlatıyor!’’ konseptli röportaj dizimizin bu haftaki konuğu Çiğdem Sezgin. Sezgin ile yönetmenliği yaptığı ‘Kasap Havası’ filmini, yapım ve dağıtım sorunlarını, sinemanın ideolojik olarak durduğu yeri konuştuk. Konu senaryo yazma biçimine gelince Çiğdem Sezgin, ‘’Geceleri yazarım, gündüzleri çöpe atarım yazdıklarımın büyük çoğunluğunu. Çöpe gitmeyenlerden senaryo olur.’’ diyerek tarif etti.

Yönetmenler ilk filmlerine her zaman ayrı bir önem gösterir. Yaşamları boyunca ilk yaptıkları filmle anılacaklarını düşündüklerinden diye sanıyorum. ‘Kasap Havası’ filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu? Bugünden filminize baktığınızda, eksik ya da fazla olduğunu düşündüğünüz ya da hissettiğiniz bir bölüm var mı?

66 Çiğdem Sezgin

Filmdeki her şey benim seçimimdi. Şimdiki aklımla filme dönüp baktığımda, senaryosunu yeniden yazmayı ve bazı sahneleri de yeniden çekmeyi isterdim. Filmin bütçesi ve zamanın izin verdiği ölçüde yapmak istediklerimi yüzde seksen gibi bir oranla gerçekleştirdim diyebilirim. Dünyanın en iyi filmini ya da en kötü filmini yapmadığımı biliyorum, rağmen filmimi seviyorum. .

Senaryodaki kişiler ve olaylar iyi tanıdığım insanlar ve tanık olduğum hikâyelerden oluştu. Bizden ve bizim kültürümüzden olmasına gayret ettim. Filmlerini sevdiğim yönetmenlerin bu senaryoyu okumuş olsalar ne yorumda bulunurlar yahut nasıl çekerler, bu soruların cevaplarını bulmaya çalıştım.

Onlar gibi çekmem istemedim ama. Çünkü kendimi sınamak ve kendi üslubumu deneye yanıla keşfetmek istiyordum. Yazarken, nasıl çekeceğimi de görüyordum. Göremediğim sahneleri atıyordum. Atmadığım birkaç sahneyi de çektiğimde attım. İnsan göremediği sahneyi evet atmalıymış, çekmemeliymiş, bunu öğrendim.

Bir filmi değil, bir gerçeği izliyor olmasını hedefledim izleyicinin… Ben, yazarı olarak inanmadığım hiçbir karakteri veya hikâyeyi senaryoma koyamam. Benim inanmadığıma izleyici hiç inanmaz çünkü… Samimiyetsizliğin âlemi yok! Ne kendimi ne de bir başkasını kandırmadım ömrümde… Dürüst olmak iyi bir şeydir, özellikle sinema yapıyorsanız…

SANAT EVRENSELDİR

Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye Sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?

Sanat evrenseldir. Sinema sanatı daha da… Nerede ve nereli insanlarla bu sanatı üretmiş olmanızın hiçbir önemi yoktur. Dünyanın bambaşka bir yerinde filminizi izlerler, etkilersiniz ve iz bırakırsınız. Kimse de filmi milliyeti ile anmaz. Bu işlerle sinema tarihçileri ilgilenir. Sinema okullarında dillendirilir filmlerin coğrafi künyeleri… Film yönetmenine aittir. O yönetmen kimdir nerelidir bunu da sadece kendisi bilir.

Filmlerin yazıldığı ve çekildiği dönemin siyasi, kültürel veya ekonomik fotoğrafını fon olarak kullanmış olmaları o filmleri ve yönetmenleri kategorize etmemeli.

Türkiye Sineması’ndan çok, ‘İlk Filmler Sineması’ tabirini kullanmak sanırım yanlış olmaz, şu dönem sinemamız için. Kürt meselesi odaklı filmler, ‘Türkiye Sineması’ adını doğurdu evet. Gereksiz bir tanım tartışması… İyi filmler yapmaya ve yaptırmaya odaklanmalı sinemacılar…

Devlet de, etnik kimlik ve politik görüş ayırmaksızın, sansür uygulamaksızın, iyi projelere destek vermeli…

736senay

Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Söyleyemeyiz. Bu filmin politik bir cümlesi yok. Kendi içinde işlediği aile, ahlak, kadın erkek eşitsizliği gibi meseleleri, bir politik film olması için sebep sayarsak politik filmler yapanlara ayıp etmiş oluruz. Kutsal bir iş yaptıkları için değil, politik film yaptıkları için…

Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?

Salon şansı bulamayacak, seyirci ile buluşması mümkün olamayacak bir film daha yazıyorum. Kültür Bakanlığı desteği ve film fonları için hazırlanacağım. Bu film ile biraz gişe yaparım umudum vardı. Umut iyi bir kahvaltı imiş (gülüyor). Artık biliyorum ve buna hazırım. Büyük bütçe gerektirmeyen bir filme hazırlanıyorum. Bana güvenen, senaryoyu seven oyuncu ve teknik ekip arkadaşlarımla beraber bir film daha yapacağız. Hiç kolay değil evet. Ama zor diye film yapmaktan vazgeçer mi hiç yönetmen?

Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?

Bu filmde aklıma karakterler geldi. Öyküyü sonra kurdum. Karakterler öykülerini kendileri kurdu hatta. Ben sadece kimle kimi tanıştırsam güzel öykü çıkar, o işe baktım. İşe yaramayan kişileri, gerek öykü gerekse karakterler, dışladılar ve öyküden attılar. Şimdi yazmaya başladığım yeni senaryo da böyle başladı. Daha kolay yazdırıyor kendini. Seviyorum bilgisayar başına oturup ‘bugün ne yaşayacaksınız’ diye klavyeyi tuşlamayı… Şu ara yeni filmin karakterleri ile yaşıyorum kafamda.

'HELALLEŞEMEDİK DEMEK...'

Bir sahneyi yazarken o sahnedeki ana karakterlerden birisi için gözyaşı döker oldum, durdum, ‘O’na bunu nasıl yaptım’ diye… Helalleşemedik demek, rüyama girdi! Bağırdığımı sanarak uyanmışım. Adam yanımdaydı sanki. Ürperdim…

Geceleri yazarım, gündüzleri çöpe atarım yazdıklarımın büyük çoğunluğunu. Çöpe gitmeyenlerden senaryo olur. Zaman zaman çöpten sahne toplarım. Çöpte arayıp bulamadığım oldu bir defa, bilgisayarcıya gittim, buldu bana çöpte kaybettiğim sahnelerimi. Çok sevindim tabi. Şimdi bu senaryoda henüz çöpe giden sahne yok. Daha oralara gelmedik demek bu. Pek kimselerle görüşmek konuşmak istemem yazarken. Çok mutsuz olurum. Hep senaryoyu düşünürüm. Arkadaşlarımı dinleyemem, kendimi kaptıramam hiçbir sohbete. Dinlemeye, anlamaya çalışsam da olmaz, olsa da yalan olur, utanırım. Biraz değişir başka biri olurum kendinden bile sıkılan… Başladım öyle olmaya…

Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?

Filmime ‘gişe filmi’ diyen festivalciler ve sinemacılar olduğu kadar, ‘bu bir festival filmi’ diyen yapımcı ve dağıtımcılar oldu. Film, filmdir sadece… Gişe yapması için bir filmin, belli kodlar var, o kodlarla bezerseniz filminizi, gişe yapabilirsiniz. Ben izlediğim filmleri ‘iyi film’ ya da ‘olmamış film’ olarak değerlendiriyorum naçizane…

Seçtiğim konular ve oyuncular benim gişe filmi yapmamış olduğumun göstergesi… Bu ayrım benim için ne ifade etsin, gişesi olmayacak bir film daha yazıyorum diyorum kendime. Ne yazdıklarımı ne de yazacaklarımı değiştiriyor bu gerçeklik…

Ele aldığınız konularda çeşitli toplumsal meseleleri işlemenizin temel sebebi sanatsal tercihlerden öte siyasal dürtüler mi? Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?

Senaryo yazım aşamasında asla düşünmediğim şeyler bunlar... Aklıma düştüğünde de hemen durdururum. Dışarıdan bakıldığında değerlendirilecek bir meseledir bu. Ben bunların derdine düşersem içtenliğimi kaybederim. Yazamam. Çiğdem olarak ben, neyin derdine düşmüş biri isem, filmim de o derde düşer zaten. Ben Çiğdem olarak hayatta hangi cümleleri kuruyor isem, filmim de aynı cümleleri kuracaktır elbette. Ne kendime ne de filmime bu soruları asla sormam filmi yaparken.

Sıradanlığımı kaybetmekten çok korkarım. Seçilmiş biri olmaktan çekindiğim kadar, seçilmiş sahneleri ve diyalogları yazmaktan da çekinirim çünkü… Her şey bittiğinde izleyici, kritikçiler sinema yazarları yapsınlar isterim teşhisleri. O ana dek yabancılaşmak istemem. Ne yaptığımı bilirim, adını ben koymam.

22

Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?

Bağımsız film yapmak isteyen arkadaşlar öncelikle çok zor bir yolculuğa ağır bir yükle çıkmak üzere olduklarını bilerek girmeliler bu savaşa. Daha önce film yapmış yönetmen ve yapımcılarla diyalog halinde olmaları şart. Ben yardımcı olmak için ve deneyimlerimi paylaşmak için hep yanlarında olacağıma söz veriyorum burada. Fonlar, bakanlık destekleri, festivaller, bütçe, kast, post prodüksiyon gibi en önemli konularda bilgi sahibi olmalılar. Çekim aşamasına gelmek için acele etmemeliler. Çekim demek iş bitmiştir demektir. Hevesleri, onları bir an önce sahaya çıkmaya itiyor. Ama tam bir hazırlık çalışması yürütmeden çekime başlamak filme de film sahiplerine de büyük zararlar verir.

Birbirimize yardım etmeliyiz. Bir film yapmak istemek çok güzel temiz ve harika bir heves. İnsanları öldürmeyi, çalmayı, kandırmayı, zarar vermeyi isteyen bir dolu insanın yaşadığı bu dünyada, film yapmak istemek gerçekten kutsal…

Üç beş kişi kişisel çabalarıyla üç beş yılda bir film yapıyor o kadar. İstikrarlı bir biçimde bağımsız sinema yapanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Çok iyi ilk filmler izliyorum. Bütün kalbimle bu filmleri yapan arkadaşlarımın yeni filmlerini iyi koşullarda üretmelerini, çekmek istedikleri filmlerin tamamını çekebilmelerini diliyorum.

Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?

Kieslowski, Haneke, Lars Von Trier… Kieslowski’nin ‘Dekalog 1’ filmidir. ‘On Emir’in Ben Senin Tek Tanrınım’ emri üzerine kurulmuş, bir küçük çocuğun buzlanan gölde boğulması hikâyesi…

‘Vozvrashcheniye.’

‘Öldürme Üzerine Bir Film’in final sekansını çekmek isterdim. ‘Breaking the Waves’in her sahnesi olabilir… Dört Ay Üç Hafta İki Gün’ün otel odasındaki kürtaj sahnesini de… Vozvrashcheniye’de babalarının cesedini taşıyan çocukları…

Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?

Şüphesiz… Sinema, edebiyat olmasa olmazdı. Hasan Ali Toptaş okunmalı.  Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoglu… Bu güçlü edebiyatçılar eserlerini film gibi yazarlar. Eminim yönetmen olsalardı muhteşem filmler çekerlerdi.

Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?

İyi hocaları olan sinema okulları var evet. Ben de bir sinema okulu mezunuyum kıymetli bir iki hocam oldu. Senaryo yazmaya ve kurguya dair iyi beslendim. Fakat öğrenciliğim döneminde hep setlerde çalıştım ve derslerine devam eden iyi bir öğrenci olamadım. Bir sinema okulunda öğrenci olmak, iyi bir şey elbette... Hiçbir şey olmasa da film yapmak isteyen arkadaşlarınız olur ve zengin ya da yoksul bir film arşivi mutlaka vardır. Ve bir kamera, birkaç lamba…

İyi bir yönetmen olmak için çok film izlemek ve mümkün olduğunca film üretmek gerekiyor. Her fırsatta kısa film çeken yönetmen arkadaşlarım var. Onların çok iyi filmler yapacağına inanıyorum.

Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?

Bu sistemde film üreten biri olarak yapımcıdan beklentim, film üretimi için sağlanan bütçeyi doğru ve ekonomik kullanmasıdır öncelikle. Set öncesinde teknik ekip kurmak, mekânları ve teknik malzemeyi hazır etmek, çekim programını inandırıcı ve koşullara uygun hazırlatmak, oyuncu sözleşmelerini yapmak, filmin çekim aşamasında da setin sorunsuz ve sağlıklı çalışabileceği şartları yaratmaktır yapımcının görevi… Set sonrası malum, ses kurgu renk düzeltme ve miksaj aşamaları gelir. Yapımcı bu aşamada filmin seyrini takip eder.

Yapımcı, yönetmene imkânlar dâhilinde olabilecek en iyi çekim ve çekim sonrası koşullarını yaratmakla mükelleftir. Yapımcı- yönetmen olduğum için zaman zaman kendimle kavgalarım oldu. Bazen yapımcı Çiğdem’i bazen de yönetmen Çiğdem’i kayırdığım doğrudur. Önemli olan iki kimliğin de filmin hayrı için savaşmasıdır. Kişisel hiçbir dert olamayacak dozda aşmalı egoları… Her şey geçer çünkü film kalır geriye…

Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?

Sinemacıların protestoları, sinemacıları birbirine küstürmekten gayrı hiçbir işe yaramadı. Var olan düzende Türkiye Sineması sansüre karşı başarı sağlayamaz. Fakat bir gün mutlaka!