Kentsel dönüşüm barınma hakkını yok etti

Yönetmen Bingöl Elmas, son belgeselini anlattı. Bingöl, Feriköy Paşa Mahallesi'nin kültürel ve ekonomik farklılıklarını konu ediniyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İstanbul'un hemen her yerinde yükselen rezidanslarda, nasıl bir kent kurgusu var? Binlerce kişinin mağduriyeti üzerinden yükselen bu yapılarda yaşamak, nasıl oluyor da bir bireysel başarı hikâyesine dönüşüyor? Yönetmen Bingöl Elmas, “Komşu Komşu! Huuu!” belgeseli ile şehrin göbeğindeki bir kentsel dönüşüm hikâyesine odaklanıyor.

Belgeselin çekildiği Feriköy Paşa Mahallesi sakinleri, çok küçük bir alanda çok büyük farklarla yaşıyor. Bir kısmının kapısı herkese açık, yoldan geçerken selamlaşmak mümkün… Fakat bir kısmının kapısını çalmak için bile, önce özel güvenliği aşmanız gerekiyor. Bir tarafta yemekateştepişiyor, diğer tarafta iseoldukça geniş Amerikan mutfaklarda. Belgesel sinemacı Bingöl Elmas, her iki hikâyenin de peşine düşüyor ve bu hikâyeleri perdeye aktarmak üzere emanet alıyor.

.

Şimdiye kadar 6 ayrı belgesel çektiğinizi biliyoruz. Peki, belgesel sinemayla nasıl tanıştınız?

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezunum ama belgeselle ilişkim Belgesel Sinemacılar Birliği’nde çalışmamla başladı. Öncesinde daha çok gazetecilik yapma derdi içindeydim. Fakat ana akım medyada çalışınca kendimi ifade etmenin ve asıl dert ettiğim şeylerden bahsetmenin çok mümkün olmadığını gördüm. Sonrasında Belgesel Sinemacılar Birliğinde 7 yıl çalıştım ve orada uluslararası festivaller yaptık. Etrafımda çok değerli belgesel yönetmenleri ve hocalarımız vardı. Onların da desteği, yönlendirmesi ve paylaşımlarıyla 2005 yılında ilk filmimi çektim.

Türkiye’de sadece belgesel sinema yaparak hayatınızı sürdürmeniz mucize gibi bir şey... Sinema salonlarında, televizyonlarda belgesel göstermiyor. Üretimi ve izleyicisiyle buluşması gerçek üstü bir çaba sonucunda mümkün. Festivaller, film günleri, özel gösterimler aracılığıyla belgeseli izleyicisiyle buluşturabiliyoruz. Bazen bu gösterimlerin ve etkinliklerin yapılmasında da aktif rol alıyoruz. Popüler kültür ürünü tüketilen bir zaman ve mekânda elbette o kadar da kolay değil. Özel bir çaba gerektiriyor. Üretim koşulları da hepinizin malumu destek mekanizması yok ve her seferinde yoktan var ederek yol almaya çalışıyorsunuz. Belgesel sinema, kendimi ait hissettiğim ve kendimi iyi ifade ettiğimi düşündüğüm bir alan ve gücüm yettiğince devam etmeyi istiyorum.

Belgesellerinizin hepsi önemli toplumsal meselelere temas ediyor. Seçtiğiniz konuyu ayrıntılandırma süreciniz nasıl oluyor?

Korkunç bir medya, sicili bozuk bir sistem, çarpıtılmış bir tarih, üstü itinayla örtülmüş ya da çarpıtılmış hakikat. Bu ortamda ses olmak istediğiniz çok hikâye var. Tanıklık etmek, kaydını tutmak, üstü örtülü olanı aralama isteğiniz oluyor. Yani dert ettiğiniz şeylerin ayrıntısını anlatmak ve onun sesini çoğaltmak istiyorsunuz. Ben de öyle bir gayret içindeyim.

Türkiye’de çekilen ve özellikle toplumsal meseleleri ele alan pek çok belgeselde sinematografik dil zayıf kalıyor. Sizin belgesellerinizse, konusuyla beraber görsel olarak da öne çıkıyor diye düşünüyorum. Sizce, belgesellerde sinematografik dili kurmak neden önemli?

Evet, oldukça önemli, bunun gayreti içindeyim. Belge filmlerin ya da haber programlarının belgesel olarak tanımlandığı zamanlar da belgesel sinema ısrarı içinde olan yönetmenlerin çabası önemli. Türkiye’de daha sık güzel belgesel sinema örnekleriyle karşılaşmaya başladık. Bütün bu üretim koşullarının olanaksızlıklarına rağmen ciddi bir belgesel üretimi olduğunu düşünüyorum ve bu bana çok kıymetli geliyor. Biz belgeselin sinemanın bir türü olduğunun mücadelesi içindeydik ve iyi üretimlerle de bunu tarif etmeye çalışıyorduk. Bu bir sinema alanı, ama belgeye dayanan ve belge ile ilişkisi daha sıkı olan bir alan. Bir biçim kurmaya çalışıyoruz ve sinematografisi ile ilgili kafa yoruyoruz.

“Komşu Komşu! Huuu” filminin özelinde oradaki insanlarla önemli bir ilişkiniz olduğunu düşünüyorum. Belgeselcilerin sahada nasıl iletişim kurduğunu hep merak etmişimdir. Bu süreç sizin için nasıl gelişti?

Biz insanların gerçek hikâyelerine konuk oluyoruz dolayısıyla bir gerçekliğin içerisindeyiz. Özenli ve samimi bir iletişime ihtiyaç var. O hikâyelere birer malzemeymiş gibi davranamayız. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi karşılıklı etkileşim ve iletişim söz konusu.

Komşu belgeseline başlamadan önce kentsel dönüşümle ilgili araştırma içindeydim ve bu süreçte gidip insanlarla birlikte düşünüyor ve onların kent hayalini anlamaya çalışıyordum. “Var olan bir kent var, siz bunun hangi parçasında ve hangi bilinçle yer alıyorsunuz” sorusu çıkış noktasıydı. Benim için en temel şey, sahici ve samimi bir ilişkiydi. Filmini çektiğim karakterlere de hikâyenin bütününe hâkim oldukları ve ne yaptığıma dair fikirlerinin olduğu bir çalışma zamanı sağladım. Uzun vakitler geçirdik. Bana güvenmelerini ve hikâyelerini emanet etmelerini sağlayacak kadar uzun vakitler…

Nasıl ortaya çıktı? Fikrinizi açtığınızda bu nasıl karşılandı?

Gecekondu ve apartmanlarda yaşayanlarla sadece biraz selamlaşmak ve vakit geçirmek yetiyor. Fakat rezidans kısmı için konuşursak; o binalara girebilmek bile çok zor. Birine ulaşmak, görüşmek ve onu ikna etmek daha uzun bir süreçti. Şimdiye kadar ki filmlerinden en zorlandıklarımdan biri diyebilirim.

Belgeselde geçen mahalle şu anda ne durumda? Belgesel sonrasında haberleşebildiniz mi?

En son 8 ay önce gittim, aslında çok merak ediyorum o ev şu anda yıkıldı mı diye. Yaklaşık 2 sene kadar takip ettim. Gidip görmek ve yetişebilirsem de çekmek istiyorum.

Feriköy’deki Paşa Mahallesi şehrin orta yerinde ama altyapısı bile doğru düzgün olmayan, ihmal edilmiş bir yer. Rant potansiyeli belirince bir anda tüm bu sorunlar giderilmiş. Tabi ki her tarafını yüksek binalar sarmış.

sehir1 .

Kentsel dönüşüm şu anda bir canavar gibi eskiye ait ne varsa yutuyor. Apartmanlaşma sürecinde fazlasıyla zarar görmüş mahalle kültürünü şimdi hepten yok ediyor. Küçük evler bir anda koca koca binalara dönüşecekler. Toprak ve gökyüzü görene aşk olsun. Şehir planlaması hak getire, yerel mimari, yerel malzeme, kültürü dikkate alan, hak hukuk gözeten, şehir suçu işlemeyen bir dönüşüm yok ortada. Çok sayıda mağduru var ve olacak.

İstanbul’un canına okundu ya da okunacak. Dehşet olan ise sadece İstanbul’la sınırlı değil köylere kadar yayılmış bir ölümcül virüs kentsel dönüşüm. Çok temel bir insan hakkı olan barınma hakkı da insafsızca piyasanın eline terk edilmiş.

Her iki taraf da bu belgeseli izleyebildi mi? Belki de birbirlerini ilk kez bu belgeselde gördüler.

İki tarafa da yolladım. Ayrıca, mahallede yapılan bir etkinlikte de gösterildi. Kentsel dönüşüm üzerine çok düşünmediyseniz söyleyeceğiniz şeyler başka yerlere gidebilir. Çünkü çok politik bir alan ve içinde bir sürü şey barındırıyor. Barınma hakkı, çevre, şehir kurgusu, kent hayali gibi konularda etraflıca düşünmediyseniz ve de çok fazla propagandaya maruz kaldıysanız durum ciddi kafa karışıklığı demek. Bazı insanlara modern yaşam örneği olarak o korkunç siteler empoze ediliyor ve sonrasında konfor diyerek her şeyi meşrulaştırabiliyorsunuz. Konfor herkesin, her an istediği bir şey. Ama bu konforu sağlarken, kime neler ettiğinizin bilincinde olmalısınız.

Şunu düşünmek gerekiyor, bir taraf ateşte yemek pişirirken diğer taraf konfor içinde yaşıyor, bu adil bir şey mi? Bu mutlaka bir takım çatışmalara neden olacak bir şey. Bu sadece bireysel bir başarı ya da başarısızlık değil, bu bir sistem sorunu. Reklamlara baktığınızda “Yaşamın merkezi siz olacaksınız” gibi bir propaganda var. Bu da insanların dünyada adil ve eşit yaşam kurmasına engel bir anlayış, manipüle eden bir şey ve bütün bunlardan arınmak gerekiyor. Konforlu yaşam elde edilebilir elbette, ama bunun anlamı bir diğerini yerinden etmek olamaz.

BREZİLYA`DAN İSVİÇRE`YE

Belgesel nerelerde gösterildi ve nasıl yorumlar aldı?

donusum3 .

İlginç bir şekilde, filmin çok sayıda uluslararası festival yolculuğu oldu. “Bu hikaye çok mu lokal kalır, diğer ülkelerin böyle bir derdi var mıdır” gibi sorular soruyordum, kendime. Aslında neoliberal kent dediğimiz şey bütün dünyanın belası, bunu bilmekle beraber yine de hikayemin lokal bulunacağından endişe ediyordum. Bizim kentsel dönüşüm adına balonlarla yıkım yapmamız nasıl algılanır diye düşünmeden edemiyordum.

Film çok ilginç bir şekilde neredeyse bütün Balkan ülkelerinde gösterildi. Portekiz, Brezilya, Kolombiya, Hindistan, İtalya, Almanya, İsviçre gibi dünyanın çok farklı yerlerine konuk oldu. En son Leipzig Film Festivali’ndeydim. Ayrıca pek çok festivalde filmle beraber oturumlar düzenlendi ve söyleşiler yapıldı. Gelen söyleşi sorularına baktığımda emin oldum ve “Ya evet anlaşıldık” dedim.

“FESTİVALLER ARADA KALMAYI SEÇTİ”

Peki, Türkiye’de neler oldu?

Türkiye’deki pek çok festivalde yer aldı aslında. Bakur’a uygulanan sansürü protesto etmek için yapılan boykota katıldık. Eser İşletme Belgesi dedikleri bir tescil belgesi var. Bu belge hep vardı, ama ticari gösterime giren filmlerden isteniyordu. Bu belge aslında diğer ülkelerde sadece teknik bir ihtiyaç, içerik denetleme gibi bir işlevi yok olamaz da. Belgeselin ayrıca ticari gösterim alanı da yok, bu belgenin istenmesi tümüyle üretilenleri denetlemek demek.

Baktılar ve “Bu ülkede çok belgesel üretiliyor, iyi filmler yapılıyor bir de bunlar bizim üstünü kapattığımız her şeyi afişe ediyorlar, biz bunların içerikleri ile ilgili bir kontrol durumuna geçelim” dediler. Bunu da festivaller aracılığıyla yaptılar. Ne yazık ki bazı festivaller de sinemacılarla hareket etmek yerine arada kalmak gibi bir yolu seçti.

BİR DÖNÜŞÜM HİKAYESİ ÇEKİYOR

Şu sıralar günleriniz nasıl geçiyor, hali hazırda uğraştığınız bir proje var mı?

Milliyetçi, hatta ırkçı diyebileceğimiz bir bireyin anti militarist ve barış aktivisti birine dönüşme hikâyesini çekiyorum. Çekimler büyük oranda bitti, şu sıralar kurgusunu yapmaya çalışıyoruz. Bu filmi de sıfır bütçe ile ve bulabildiğimiz küçük olanaklarla yapmaya çalışıyoruz. Dönem itibarıyla var olmak, ayakta kalmak ve hala bu işleri devam ettirmek bile başlı başına bir mesele olduğu için, biz de bundan nasibimizi alıyoruz.

“BİR MUCİZE GERÇEKLEŞTİRMEYE ÇALIŞIYORUZ”

Türkiye’de belgesel sinemacılar için ne yapılırsa bir şeyler daha iyiye gider?

Özerk bir ulusal sinema merkezine ve bunun bağımsız destek mekanizmalarına ihtiyaç var. Kamu tarafından desteklenen veticari olmayan filmlerin gösterilebildiği sinema salonları gerekiyor. Üretim ve dağıtım destek ve teşvikleri tabi ki özerk ve bağımsız kuruluşlar tarafından yapılmalı. Kendi ayakları üstünde durabilen güçlü meslek örgütleri de çok önemli diye düşünüyorum. Bütün bunlar başka diyarlarda mümkün, bizim ülkemizde hayal gibi dursa da.

Yedinci filmimi yapıyorum ve hala sıfır bütçe ile çalışıyorum. Bu her seferinde kolay atlatılabilecek bir şey değil, zaman zaman sizi yıldırıyor. Aslında sürekli ekonomik şiddetle baş başayız. Biz olmayan bir alanda bir mucize gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Güzel olan şey, bütün bu koşullara rağmen aramıza çok sayıda yeni belgeselci katılıyor ve bu katılım öyle tek filmle kalmıyor, çok güzel filmler çıkıyor. Bu da çok ilginç bir şey. İnsanların bu alanda üretim konusunda ısrar ediyor olmaları çok özel bir durum.

donuum6 Yönetmen Bingöl Elmas, Türkiye’de uğradığı saldırı sonucu öldürülen Picca Bacca’nın yarım kalan yolculuğunu siyah gelinlikle ve otostopla devam ettirdi. Yolculuk Pippa’nın son otostop yaptığı yerden başlayıp Suriye sınırında son buldu.