‘Sınıf’ başrolde

Altın Koza’nın ikinci gününde dört film izleyici karşısına çıktı. Bu filmlerden öne çıkansa Kıvanç Sezer imzalı 'Babamın Kanatları' oldu.

Google Haberlere Abone ol

Şenay Aydemir  [email protected]

Altın Koza’da ulusal yarışma filmleri gösteriminin ikinci gününde “Geçmiş”, “Babamın Kanatları”, “Rüya” ve “İftarlık Gazoz” çıktı seyircinin karşısına. “İftarlık Gazoz” vizyona girdiği için vakti zamanında çok yazılıp çizildi, onu bir kenara bırakarak sırayla gidelim.

Çağdaş Sarı imzalı “Geçmiş”i ilk günkü değerlendirmenin devamı olarak ele alabiliriz: Erkek bunalımı yeniden. Ama bu kez çok farklı. Filmi şöyle özetleyebiliriz: Bir adam sigara içer, kadınları aşağılar ama kadınlar bunun peşinden koşmaya devam eder, iç çeker, sigara içer, bir fotoğraftaki kadının peşine düşer, sigara içer, onu bulur, film biter… Sorun şu ki yukarıda yaptığımız özet filmin hem sinopsisi, hem tredmanı hem de büyük ihtimalle senaryosu. Üzerine yazılabilecek tek şey, filmin başrol oyuncusu Bülent Emin Yarar’a yazık olduğu. Filmin ‘efkârlı ıssız adam’ gibi modası geçmiş bir hikayeyi bir kez daha ısıtıp önümüze koyması bir yana, gerçekten sanal bir depresyona inanmamız isteniyor ve bunun için ikna edici hiçbir şey yapılmıyor. Ya da şöyle söyleyeyim: “Adam sigarasını yere atar ve toprak yol boyunca ufka doğru yürür. SON” diye biten film mi kaldı! İlk filmini çeken genç bir yönetmenin, kendi çağının hikayeleri ve estetiğinden bu kadar uzak olması anlaşılır gibi değil.

GÜÇLÜ BİR FİLM

Neyse ki bir başka ilk film, Kıvanç Sezer imzalı “Babamın Kanatları” üzerimizdeki ölü toprağını fazlasıyla atmayı başardı. İstanbul’un yükselen dev konutlarından birisinin inşasında çalışan bir grup işçinin hayatına götürüyor bizi film. 50’li yaşlarını geride bırakmış ve hala çalışmak zorunda kalan İbrahim zorlu bir hastalığa yakalandığını öğrendiğinde bazı tercihler yapmak zorunda kalıyor. Film, bir yandan İbrahim’in hikayesini takip ederken iş kazası, emek sömürüsü gibi ağır koşullarını da üslubunca aktarıyor seyirciye. Türkiye’de sınıf meselesini, kimlik tartışması ile birlikte ele almak ve içinden çıkmak oldukça zordur. Kıvanç Sezer, çalışma hayatı ilişkileri ve hiyerarşisi içindeki kimlik kodlarını doğru yerlere yerleştirirken; sınıf meselesini kimlik sorunun üzerine koyarak anlatmayı başarıyor. Bu da hikayesiyle arasına mesafe koymak için fırsat veriyor kendisine. Vizyona girdiğinde daha ayrıntılı yazarız hiç kuşku yok ki ama “Babamın Kanatları” güçlü bir ilk film olarak festival tarihindeki yerini aldı. Jüri nasıl düşünür bilinmez ama genç oyuncular Musab Ekici ve Kübra Kip’i bir kenara not edelim.

GERÇEK HAYAL KIRIKLIĞI

Derviş Zaim’in “Rüya”sı ise, yönetmenin halk masalları, efsaneler, dini söylenceler üzerine kurulu sinemasına eklenmiş yeni bir halka. Bu kez bütün kadim dinlerde olan “Yedi Uyurlar” söylencesini modern bir hale getiren yönetmen, kentleşme üzerine kafa yormamızı istiyor. Bir yandan mimarinin muhafazakâr ve ranta dönüşen yanlarını anlatırken, öte yandan da başka bir kent hayatının mümkün olabileceğini fısıldıyor usulca. Filmin, Derviş Zaim sinemasında “Filler ve Çimen”den sonra doğrudan Türkiye’nin iç politikasına yönelik göndermeleri olduğunu, inşaat sektöründe dönen rant-rüşvet çarkını açık etme iddiası taşıdığını ve yine bütün hikayenin bir kadın etrafında döndüğünü ekleyelim. Ne var ki, Derviş Zaim gibi deneyimli bir yönetmenin sahne kurmak, mizansen yaratmak, oyuncu yönetmen gibi sinemayı sinema yapan unsurları bu kadar özensiz hayata geçirmesi büyük hayal kırıklığı. Birbiri ardına eklenmiş skeçler halinde ilerleyen film, bütün potansiyeline rağmen sinema duygusu vermeyi bir türlü başaramıyor. Hikayenin aceleciliği, biraz da yönetmenin filmi çekerken yaşadığı acelecilikle at başı gidiyor ve “Rüya”dan bize kalan gerçek hayal kırıklığı oluyor.