Silvan’daki intiharları Durkheim ve Fanon üzerinden okumak

İntiharlar, toplumsal çözülmenin kendini birey üzerinde gösterdiği bir semptomdur ve sadece bireyi değil, tüm topluma ilişkin bir soruna işaret eder.

Google Haberlere Abone ol

Fırat Çapan*

Gazete Duvar’ın 2 Temmuz tarihli haberine göre son bir yılda Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 29 intihar girişimi olmuş ve bu girişimlerin 18’i ölümle sonuçlanmıştır. Yaklaşık 80 bin nüfusluk ilçedeki bu intihar sayıları Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 verilerine göre(1) 100 binde 9 olan dünyadaki ölümle sonuçlanan intihar ortalamasının neredeyse iki buçuk katına tekabül eden bu oran ürkütücü bir tablonun göstergesi. Üstelik Silvan’daki oranlar 2019 yılı için her 100 binde 2.4 olan Türkiye’deki ölümle sonuçlanan intihar ortalamasının oldukça üstünde bir oran.

Peki son bir senede Silvan’da artan bu intihar oranları bize neyi gösteriyor? Sanırım Silvan’daki bu intiharları bireysel çıkmaza, bunalıma, ekonomik sıkıntılara ailevi sorunlara indirgemek basit bir cevap olacaktır.

19 yüzyılın sonunda Fransız sosyolog Emile Durkheim intihar olgusunu aynı isimli bir çalışmayla derinlikli bir şekilde ele almıştı. Durkheim bu çalışmasında intiharı bireysel bir fenomen olmaktan çok, toplumsal bir olgu olarak işler ve intihara bu perspektiften bakılması gerektiğini savunur. Bunu eserinde şu şekilde ifade ediyor:

"İntiharları sadece birbirinden ayrı ve tek tek ele alınması gereken özel olaylar diye görmek yerine, belli bir toplumda belli bir zaman parçası içinde meydana gelmiş intiharların tümüne bakılırsa, şu gözleme varılır ki; böyle elde edilen toplam bağımsız birimlerin basitçe üst üste konulması, bir araya getirilmesi değildir. Bu sui generis, yani türü kendine özgü yeni bir olgudur. Kendine özgü bir doğası vardır ve üstelik bu doğa öncelikle toplumsaldır." (2)

Buradan yola çıkarak Durkheim toplumsal bağların gücü ile intiharın ters orantılı olduğunu ifade etmiş olur. Dolayısıyla aşırı baskıcı olmamak kaydıyla aile, geleneksel kurumlar ve siyasal toplumla bütünlük intihara karşı bir çeşit koruyuculuk sağlar.

Bunun zıddı Durkheim’in ‘anomi’ kavramıyla tanımladığı ve toplumun bireyi ahlaki ve kültürel olarak yönlendirmekte veya rehberlik etmekte yetersiz kaldığı, toplumun ve bireyin bağlarının kopması durumudur. Anomi’de bireyin ve toplumun standartları birbirinden farklılaşmıştır. Anomi aşırı baskıcı veya aşırı gevşek ve genel normlara sahip toplumsal düzenlerde ortaya çıkar.

Bu noktada ruh sağlığı ve politika ilişkisine dair önemli şeyler dile getiren Martinik asıllı ve Fransız akademi ekolünden sayılabilecek Frantz Fanon’dan da bahsetmek gerekiyor. Fanon, Cezayir bağımsızlık mücadelesinin başlarında, koloni yönetiminin idaresindeki Cezayir'de psikiyatri kliniğinde hastaları tedavi ederken, Cezayirlilerdeki çeşitli patolojik davranışları Fransız koloni yönetiminin baskı ve şiddetine dayandırmaktaydı. Ona göre bu toplumsal baskı ve şiddet patolojik davranışları besliyordu. Fanon’a göre sömürge yönetimlerinde ruhsal rahatsızlıklar sadece bireyin psişik durumunda kaynaklanmıyordu. Sömürge şartlarının toplumsal yapısı ve kültürü, çoğunlukla bireylerin ruhsal durumlarına etki ediyordu. Fanon’a göre özellikle baskıcı toplumsal yapı bireylerin ruhlarında ve kişiliklerinde derin izler bırakmaktaydı.

Bu iki yoruma dayanarak Silvan’daki intiharları hem anomi kavramına, hem de siyasal sistemin bireylerin aidiyet geliştirebilecekleri imkanları ortadan kaldırmasıyla ilişkilendirebiliriz. Silvan’ın 1990’larda yoğun göç alan, daha sonra Hizbullah ve PKK ve devlet arasında yoğun çatışmalara sahne olan ve 600’ye yakın faili meçhule tanıklık eden bir ilçe olduğunu hatırlatalım. Aynı zamanda hendek olaylarının ilk başladığı ilçe olduğunu da not etmek gerekiyor. Covid kapanmaları bir yana, ilçenin seçimle başa gelmiş belediye başkanı yerine atanan kayyumun 3 defa değiştirildiği ve kayyumlardan birisinin soruşturma geçirdiğini de ilave edelim. Yani bir bakıma, ilçede ekonomik sıkıntılar bir yana, hem siyasal hem toplumsal istikrarsızlık ve belirsizlik had safhada.

Tüm bunlardan yola çıkarak, bu intiharları tek tek bireylerin Fanon’un deyişiyle ‘psişik’ durumuna indirgemek yüzeysel bir açıklama olacaktır. Ayrıca bunları salt bir ekonomik krizin sonucu olarak görmek de resmin sadece bir kısmına bakmak olacaktır. Çünkü güçlü toplumsal sistemlerde bireyler toplumsal dayanışmanın ve toplumsal aidiyetin ve değerlerin verdiği destekle ekonomik sıkıntıları aşabileceklerdir. Silvan’daki bu intiharları, ancak toplumsal ve siyasal belirsizlik, birey ve toplum arasında standartların farklılaşması ile siyasal baskının bireyi kendini ifade edebilecek kanallardan yoksun bırakmasına bağlayabiliriz.

Toplumsal ve bireysel standartların çelişkili durumun krize dönüşmesini özellikle son zamanlarda ortaya çıkan rüşvet, usulsüzlük, hukuk düzenin siyasallaşması vb. gibi konularda bireylerin kendilerine uygulanan standartlarla gücü elinde bulunduranlara uygulanan standartların farklı olduğunu, genelgeçer ve herkese uygulanan bir yasal düzenin kâğıt üstünde kaldığını görmeleri ile daha da derinleştiğini söyleyebiliriz. İntihar vakalarının artmasının (Silvan’da yoğunlaşmış olsa da) Silvan'a özgü olmadığı ve Türkiye’nin genelinde bir artış eğilimi olduğu basit bir Google aramasıyla bile göze çarpmaktadır. İntiharlar, toplumsal çözülmenin kendini birey üzerinde gösterdiği bir semptomdur ve sadece bireyi değil, tüm topluma ilişkin bir soruna işaret eder. Sonuç olarak; bu intiharların toplumsal ve siyasal bir krizin yansıması olduğunu ve sorun nereden kaynaklanıyorsa çözümün de aynı yerde aranması gerektiğini söylememiz gerekiyor. Türkiye toplumunun bir bütün olarak yeni bir siyasal uzlaşma ve demokratikleşme ile beraber herkesi kapsayacak ve dayanışma ağlarını güçlendirip bireyin aidiyet hissini pekiştirecek yeni bir toplumsal kimlik inşa etmesi gerektiğini bu intihar konusu vesilesiyle belirtmiş olalım.

*Muhreç Araş. Gör., Mardin Artuklu Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi

1- https://www.who.int/publications/i/item/9789240026643 (erişim:04.07.2021.)
2- Durkheim, Emile, İntihar, (çeviren: Zühre İlkgelen), Pozitif Yayınları, İstanbul: 2013. s.8.