Şiirin imkânı

Nâzım Hikmet’in sağlığında ve Türkiye’deyken yayımlanan kitaplarından en önemlisi diyebileceğimiz hem de şiirin imkânlarını bütün boyutlarıyla içeren yapıtı 'Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'dır. İlk baskısı 1936’da yapılan destan Nâzım Hikmet’in o güne kadar yayımlanan şiirleri arasında başyapıt olarak değerlendirilir…

Google Haberlere Abone ol

Şiirin imkânını iktidarla olan çatışmasına bakarak belirlemek mümkündür. (Yazı içerisinde iktidar kavramının erk, güç, muktedir, patron vb. anlamında kullanıldığını ve kullanılacağını belirtelim.)

İktidar şiire karşıdır. Çünkü şiirin imkânları iktidarı ürkütür. Özgün özün üretimi, dolaşımı ve etkililiği bakımından iktidar şiirin gerisindedir. Başka birçok alandaki gücüne karşın şiir karşısında egemenlik sağlayamama iktidar için başka araçların devreye sokulmasını zorunlu hale getirir. Şiirse iktidarın kontrolü altında var olmaya karşı çıkar. O nedenledir ki iktidarla çatışmayan şiir yoktur. Tam da bu, iktidarın baskısına, tahakküm altına alınmaya karşı başkaldırıdan, çatışmadan doğar şiir. Şiir, muktedirin dilinin üstünde dil oluşturmak, sözünün üstüne söz söylemektir.

Öte yandan iktidar yanlısı, iktidar övgüsü yapan şiirler yok mudur? Doğrusu yoktur. Çünkü şiirin yenilik, tazelik gibi çok önemli bir özelliği vardır. Eskimiş, eprimiş, klişeleşmiş, kalıplaşmış şiirin, şiir sözünün şiirsel bir değeri yoktur. İktidar yanlısı olan ya da iktidar güzellemesi yapan şiirlerse çoğunlukla bu niteliktedir. Sözcüğün bütün anlamlarıyla eskidir…

Divan şairlerinin çoğu saraya yakın ve padişahlar tarafından desteklenmiştir. Ancak şiir nedeniyle başı kesilmiş, derisi yüzülmüş, katledilmiş şairlerin olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Bir kısım şair, padişahın gazabına uğramamak ve altın keselerini alabilmek için şiir dil kalıplarına, yerleşik düzene olan sadakatini bozmamıştır. Sultanın kabulü ve altın kesesini almanın yolu eskimiş, yeniliğini, tazeliğini yitirmiş, aşınmış, aşılmış şiir sözlerinin tekrarıyla mümkün olmuştur. İktidarın her daim dizinin dibinde tuttuğu şairle ve şiirle ilgili esas budur. Bu evcilleştirilmiş şiir bütün imkânlarından vazgeçmiş, ölü şiirdir.

Yaşayan şiir yenilikçiliğiyle, yaratıcılığıyla imkânlarını seferber eden şiirdir; bu nedenle de iktidarla uzlaşmaya girmesi mümkün olmayan şiirdir; fason üretimi yapılamayan şiirdir. Sanatın teknik olarak yeniden üretilebilir olduğu çağda şiirin yeniden üretimi doğasına aykırıdır. O nedenledir ki şiir bir arayıştır deneydir denilmekte.

Şiirin imkânlarıyla aynı zamanda ürpertici, ürkütücü de olabilir. Ama kim için? Tabii ki iktidar ve çevresi için. Yaşayan şiirin tabiatında içkin iktidar karşıtlığı, zor ve baskı aygıtına sahip güçler için tehdit ve tehlike sayılır. Çoğunlukla da iktidar, yaşayan şiirin, yani yenililik ve yaratıcılık vasıflarını haiz şiirin sesini kısmak, sözünü kesmek, önünü kapatmak yönünde her türlü yaptırımı uygulamaya yönelir. Bu konuda uzun uzadıya düşünmeye gerek olmadan Nâzım Hikmet’i ve başına gelenleri örnek gösterebiliriz.

Nâzım Hikmet’i ve şiirini bir başka konuda da örnek göstermek mümkün. Denilebilir ki o hem şiirin imkânlarını kendi anlayışı doğrultusunda yapıtlarında bütün açıklığıyla sergilemiş olması bakımından hem de şiirin iktidar için nasıl bir tehdit oluşturabileceğini, direniş gösterebileceğini örneklemiş olması açısından modern Türkçe şiirde tek başına bir okuldur.

Nâzım Hikmet’in sağlığında ve Türkiye’deyken -ama elbet hapis olarak- yayımlanan kitaplarından en önemlisi diyebileceğimiz hem de şiirin imkânlarını bütün boyutlarıyla içeren yapıtı 'Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'dır. İlk baskısı 1936’da yapılan destan Nâzım Hikmet’in o güne kadar yayımlanan şiirleri arasında başyapıt olarak değerlendirilir. Şiiri girişinden bir bölümle hatırlayalım:

Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi,
duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,
gümüş ibriklerde şarap,
bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi.
Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak
Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi.
Çelebi hünkâr idi amma
Âl Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi.
Köylünün göz nuru zeamet
alın teri timar idi.
Kırık testiler susuz
su başarında bıyık buran sipahiler var idi.
Yolcu, yollarda topraksız insanın
                ve insansız toprağın feryadını duyar idi.

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Nâzım Hikmet, Yeni Kitabcı, 1936.

Şiirin imkânları nelerdir? Dili genişletmesi, yenilemesi, güncellemesi, yeni söyleyiş, imge, metafor, mecaz örnekleri oluşturması… Düşünsel, duygusal algıyı değiştirmesi, yerleşik dünya tasavvuruna müdahale etmesi, yeni farkındalıklar oluşturması, yeni öneriler, teklifler, talepler getirmesi… Bunları içeren sözler üretmesi, söz için dilsel deneyler sunması… Söyleyiş örnekleri sağlaması… Yerleşik olanın, verili olanın çarkına çomak sokması, arıza çıkarması; aksayan, tıkanan, kopan, kırılan, işlemeyen sistem aygıtını ve parçalarını teşhir etmesi; görünür, bilinir duruma getirmesi vb. Tüm bunların için dilsel karşılık bularak sözsel temsiline zemin hazırlaması şiirin imkânları içerisinde sayılabilir. Şiir, sahip olduğu imkânlarla dili genişletmekle kalmaz, aynı radikallikle dili değiştirme gücünü de sahaya sürer. Dilsel yaratı ve anlatı türleri içinde dili köktenci biçimde değiştirebilme gücü bakımından en önde şiir yer alır.

Tüm bunların izini Nâzım Hikmet’in şiirinde sürebiliriz. Ancak 'Şeyh Bedreddin Destanı'nda bunlarla birlikte, hatta bunları da aşan biçimde yapılan bir şey daha vardır. Tarihi bir kişilik ve kimlik olan Şeyh Bedreddin’le birlikte şiire konu edilen dönem ve olaylar, şiirin imkânları içerisinde yeniden kurgulanmıştır. O güne kadar olmadığı biçimde, destana konu kişiler ve olaylar yeni bir yorumla dile getirilmiştir. Aşağıdaki dizelerde olduğu gibi:

Bu kasaba İznik kasabası.
Bu ev esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
    sakalı büyük
             sakalı ak.
Çekik çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.
Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş.
Hattı talik ile yazıyor
                “Teshil”i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.
Bakıyor:
Başı tıraşlı
kalın kaşlı
ince uzun boylu Börklüce Mustafa.
Bakıyor:
kartal gagalı Torlak Kemâl..

'Şeyh Bedreddin Destanı'nda hem biçim ve teknik yönünden hem de içerik yönünden şiirin imkânlarına imkân katılmıştır. İktidar için tehdit ve tehlike yaratan şairin bu başarısı, bu uğraşıdır. Şair diliyle, sözüyle, şiiriyle resmi tarihi, resmi söylemi, resmi anlatıyı altüst edebilir, ters yüz çevirebilir. Bütün ezberleri bozabilir. Bir isyancının, iktidarın anlattığı gibi hain değil, bir halk kahramanı olduğu gerçeğini dilin, sözün tüm etki gücünü kullanarak ve iktidarın dilini güçsüz, takatsiz, halsiz bırakacak biçimde ifade edebilir.

Nâzım Hikmet’in tarihsel bir kişiliği, Şeyh Bedreddin’i destanının, şiirinin öznesi olarak seçmesi ve onun adıyla özdeşleşen isyanı yeniden kurgulayıp, yorumlayıp anlatmayı seçmesi boşuna değildir.

Kıyıda çıplak ayaklı bir kadın ağlamaktadır,
bir sazan balığı yüzünden
                  kaleye zincirlenen balıkçının kadını.

Nâzım Hikmet 'Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'nda, topraksız köylünün birleşerek, örgütlenerek isyan etmekten, üretmeyen ama toprağın mülkiyetini elinde bulunduran ağaların, paşaların, sultanların saltanatını yıkmaktan, fermanını yırtıp atmaktan başka çözüm yolu olmadığını şiirleştirmekle kalmaz. Yeni ve daha müreffeh bir hayat ve dünya için destanda aynı zamanda üretim araçlarının kolektifleştirilmesi sonucu oluşacak seçeneğinin modelini de sunar.

Haymana ovasında bir garip kuş öterken,
sıska bir söğüt altında zeytin danesi yedik.
“Varalım,
      dedik.
Görelim,
      dedik.
Yapışıp
      sapanın
            sapına
şol kardeş toprağını biz de bir yol
                     sürelim, dedik.”
Düştük dağlara dağlara,
aştık dağları dağları...

Destanda resmi tarihin, muhalifler, iktidar karşıtları hakkındaki anlatısı da boşa çıkarılır. İsyanın insani ve siyasi boyutlarına dikkat çekilir. Gerçekleştirilen katliam dile getirilir:

Şair, isyanın nedenini gerçekçi maddi tarih anlayışının ışığında yeniden yorumlar. Karl Marx’ın ünlü tarihin sınıf savaşımları tarihi olduğu tezini şiirin imkanları içerisinde somutlaştırır. Siyasi iktidarın yönetim krizine ve mağdurların düzenle olan çelişkilerine, çatışkılarına dikkat çeker.

Egemen üretim tarzının, temel üretim aracı olan toprağın mülkiyetiyle ve kullanımıyla ilgili yapısal sorunlara bağlı olarak oluşan mağduriyetin boyutuna ve hayatiyetine dikkat çekilirken iktidarın siyasal niteliği de teşrih masasına yatırılır.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
                                   her yerde
                                     hep beraber!
                                   diyebilmek
                                     için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.

Destanda olayların tarihsel gerçekliğini, karakterlerin yaşayıp yaşamadığını önemini yitirir. Şiirin imkanlarıyla yaratılmış atmosfer içerisinde konu edilen olaylar, farklı açılardan, zaman zaman yakın plandan aktarılır, zaman zaman geniş bir çerçeve içinde dile getirilir. Bizi ilgilendiren şiirin anlatısı, dili, dünyası olur. Şiirin imkânları içerisinde konuşan şairin sesine, sözüne kulak kesiliriz. Şiirsel kurgunun gerçekle, tarihsel gerçekle bağlaşıklığı noktasında şairin ve şiirin yorumunu esas alırız.

Yenenler, yenilenlerin
                  dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
                                   kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
                                  eşildi nallarıyla.

Nâzım Hikmet’in destanı çok katmanlı okumaya ve yoruma açıktır. Örneğin hem şiirin imkânlarının nelere kadir olduğunu hem de tarihsel bir olayı güncel sorunlara ışık düşürecek biçimde yeniden yorumlayıp anlatır. Konu aldığı yoksul kesimlerin isyanının aslında hiç de tarihin derinliklerinde kalmış bir eylem olmadığını gösterir.

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.

Destan, Serez çarşısında çiseleyen yağmura dikkat çekerek biter. Ama sadece öyle bitmez… Şiirin imkânlarına ilişkin sayısız dersleri bulunduran örnek olarak da biter…