YAZARLAR

Şiddetle mücadele laik aile hukuku gerektirir

Yükselen kadın karşıtı politikalar temelde salt cinsiyetçilikle ilişkili olmakla sınırlı kalmayıp laiklik karşıtlığının sonucudur. Bu durumda cinsiyetçi politikalara karşı mücadele de salt kadınların eşitlik mücadelesi ile sınırlı kalamaz. Laik bir ülkede eşit, özgür yurttaşlar olarak yaşamak isteyen temel sorumluluğu.

Herkes ne kadar hazırmış intihar olduğuna inanmaya. Haberler karne günü ölü bulunan 14 yaşında iki kız çocuğunun ölümünü intihar kurgusuyla veriyor. Aile yakınlarından alınan açıklamalar intihar kurgusunu destekliyor. Polisi, savcısı, yargı erki zaten pek hazır kadın ölümlerinde dosya kapatmaya. Şüpheli denilerek şüphe giderilmeden rafa kaldırılan dosya sayısı artık kadın cinayeti sayısına yaklaştı. 14 yaşındaki iki kız çocuğunun birlikte intihar ettiğine ve intihar kaydıyla dosya kapatmaya çok istekli görünüyor herkes.

Kadın cinayetlerinin pek çoğuna intihar süsü verildiği gerçeği haberlere hiç yansımadı. İntihara sürüklenme olgusunun hiç hatıra gelmeyişi çok tuhaf değil mi? Muş Varto’da Z.T ve P.A’nın dershaneye devam ettiği ve iyi bir lise kazanmaya istekli olduğu da eklendiği halde haberlerde hemen intihar iddiası, çocukların bıraktığı söylenen bir ses kaydına bağlanıyor. İntihara zorlamak ya da intihar süsü vermek ihtimali üzerinde soruşturmanın sürmesi gerekiyor. Çünkü okuldan bıktığını söyleyen çocuk dershaneye devam etmez. Aile ise evde kardeşine bakmasını istediği 14 yaşındaki kızını, dışarı çıkmaya, gezmeye teşvik ettiğini söylüyorsa buradaki çelişkiyi görmek gerek. O yaşlardayken kaçımız okuldan, öğretmenlerden bıktığımızı söylemedik ki? Bu cümleler nasıl olur da intihar mesajı sayılır, olacak iş değil. Beşikten mezara kadar kadınlar şiddet görürken, soruşturma bile derinleşmemişken Varto’da iki kız çocuğunun ölümünün intihar olarak gösterilmesi inanılır gibi değil. Okul yöneticilerini, öğretmenlerini ve arkadaşlarını konuşmaya davet etmekte fayda var. O yaşlardaki çocukların ruh halini ailelerden çok arkadaşlar ve öğretmenler bilir zira. 

Aynı hafta Mardin Artuklu ilçesinde bir lohusa kadın, evli olduğu erkek tarafından öldürüldü. Doğum yaptıktan sonra hastaneden taburcu edildiği gün öldürüldü Vatfa Ecevit. Evliliği boyunca erkek şiddeti gördüğüne dair bilgiler dolaşıyor kamuoyunda. Hatta failin ailesi doğruluyor erkek şiddetini. Fail, uyuşturucu etkisinde olduğu iddiasıyla savunma yapmış, ifadesinde. Ancak uyuşturucu etkisindeyken vahşi cinayetinin izlerini silmek için bıçaktaki kanı temizlemeye çalışmayı da düşünebilmiş. Fail Siyar Ecevit, bıçağını temizleye çalışırken ailesini de çağırmış. Sağlık ekiplerini değil, polisi değil, ailesini… Ağır yaralı olan Vatfa anlaşılıyor ki ne kadar olduğunu bilmediğimiz bir süre boyunca tıbbi destek beklemiş. Ve hastaneye götürüldükten sonra müdahaleye rağmen kurtarılamamış

Ataerkil şiddetin sadece bu iki örneği bile ne kadar can yakıcı değil mi? Her yıl gerçekleşen kadın cinayetlerinin sayılarını düşünmek bile insanlıktan çıktığımızı anlamak için yeterli. 2023 yıllık raporunda KCDP, basına yansıyan bilgilerle 315 kadın cinayeti ve 248 şüpheli kadın ölümü tespit ettiğini duyurdu. Basına yansıyanlar diyoruz çünkü resmi makamlar görevlerini yapmıyor, şiddet verisi paylaşmıyor. Şiddeti önlemek, şiddetle mücadele etmek için şiddet verisini düzenli toplamak ve şeffaflıkla kamuoyuna açıklamak devletin görevi. Ancak devlet kaç yurttaşının sırf kadın doğduğu için cinsiyet temelli şiddetle yaşam hakkının ihlal edildiğini açıklama görevini yerine getirmiyor. Şiddetle mücadele etme niyetini ortaya koymadığı anlamına gelmekte bu veri paylaşımından kaçınma politikası. Veri paylaşmaktan kaçınmak başlı başına şiddet faillerini teşvik etmek sayılır, ki öyle de oluyor. Ancak bizim ülkenin yetkili ve etkili makamlarına bu bile yetmediği için cinsiyet temelli şiddetin yuvalandığı yer olan aileyi kutsamakla meşguller. Şiddeti saklayıp aileyi kutsayarak gelinen geçirilen her yılda şüpheli ölümleri de eklersek 500’ün üzerinde kadın cinayeti gerçekleşiyor.

‘Aile Hukukunu sil baştan’ yazacaklarını duyuran Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, yukarıdaki iki örneğin içimizi yaktığı günlerde verdiği beyanatla Medeni Kanun’u diline dolamıştı. Son aşamaya gelen taslağın Şubat ortalarında Meclis’e sevk edileceğini duyurmuştu Bakan Tunç. YRP’nin İBB için aday çıkarma ihtimaline karşın bu tarihin siyasi koz olarak kullanıldığı söylenebilir. Kadınların hayatları ve hakları bu ülkede siyasi koz çünkü. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ise yine aynı günlerde Medeni Kanun hükümlerini kendince ‘ilga’ etmiş olmalı ki yasaya aykırı ifadeyle “kadının çalışması kocanın iznine bağlı” diyordu fütursuzca. Açıklamalar bize iktidarın yeniden yazmaya niyetlendiği aile hukukunun erkek egemenliğini tahkim ve cinsiyete dayalı şiddeti teşvik edecek hükümler içereceğini düşündürmeli. Şiddetle mücadele etme niyetinden, devletin cinsiyet temelli şiddeti önleme yükümlülüğünden ne denli uzaklaştığını gösteren pek çok örnek daha var. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sonrası 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinin de iptal edilmesi. Ki yukarıdaki iki örnek tam olarak bu genelgenin uygulanmasını gerektiren şiddet vakaları, bu önemli genelgeyi kaldıran yeni genelgenin ise hiçbir somut adım içermeyişi ve yanı sıra kuşku yaratan muğlak ifadeler taşıması çok düşündürücü.

Kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele devrinin kapanıp, erkek şiddetinin aile içinde koruma altına alınacağı bir döneme girdiğimiz söylenebilir. Medeni Yasa ve aile hukuku bu yaklaşımla yeniden yazılmaya kalkışılacak diyebiliriz. Diyanet işleri başkanının söz sahibi olduğu bir Medeni Yasa. Eğitim gibi medeni haklar da Diyanetin kontrolüne geçirilmek isteniyor.

Şiddetin teşvik edilişinin yanı sıra erkek egemenliğini tahkim için kadınların miras hakkının da budanması yönünde düzenlemeler olabilir. Salt şiddetle mücadelenin tersine dönmesi değil kadın yaşamını tehdit eden uygulamalar kapalı kapılar ardında konuşulurken çalışma izni kocaya bağlı olan kadın modeli geliştirme niyeti varsa bu ekonomik şiddetin kapsam alanı kolaylıkla mirası da içine alacak şekilde genişletilebilir. Mal rejimi zaten hedeflerinde ona şüphe yok. Ve yıllardır tehdit unsuru olarak kullanılan nafaka hakkı şubat ayında meclise yürütmenin sunacağı -ki kendi yaptıkları değişikliğe göre anayasaya aykırı- yasa teklifinin içinde yer alabilir. Kadın haklarında ekonomik tırpan paketi, devlet eliyle kadına yönelik ekonomik şiddet paketi diyebiliriz. Hem kadının çalışma hakkını kocanın iznine bağlı kıl hem boşanma halinde nafaka verme!  Eşitlik karşıtı Adalet ve Kalkınma Partisinin adalet anlayışı… İsminde yer verdiği kavram, politikasına temel olmalı şeklinde bir kural yok nasıl olsa.

Cinsiyete dayalı şiddetin ekonomik, psikolojik, cinsel, fiziksel, sözel biçimlerinin yanı sıra bir siyasi biçimi var. Şiddet politiktir evet ama iktidar politikasının tümüyle kadına yönelik şiddeti teşvik eder ve genişleterek sürdürülebilir kılar nitelik taşıması, bir baka boyuta geçtiğimizin göstergesi. Ülkede dindar kesimin de laik bir ülkede yaşama isteğine sahip olması dahi iktidarın laik hukuk karşıtlığını önleyemiyorsa hak savunusu ve eşitlik mücadelesi de başka bir boyuta taşınmak zorunda. Biliyoruz ki yükselen kadın karşıtı politikalar temelde salt cinsiyetçilikle ilişkili olmakla sınırlı kalmayıp laiklik karşıtlığının sonucudur. Bu durumda cinsiyetçi politikalara karşı mücadele de salt kadınların eşitlik mücadelesi ile sınırlı kalamaz. Laik bir ülkede eşit, özgür yurttaşlar olarak yaşamak isteyen herkesin ama en çok da kendisini dindar olarak tanımlayan yurttaşların ve entelektüellerin temel sorumluluğu. İçinden veya küçük gruplarda mırıl mırıl laik ülkede yaşamayı tercih ettiğini söyleyenlerin, sesini yükseltme zamanı geldi de geçiyor bile.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.