Şiddet ve eğlencenin birlikteliği: Antik Pergamon’da gladyatör dövüşleri
MÖ 133 yılında Pergamon Krallığı’nın Roma’ya devredilmesi ile kentte Roma dönemi başladı. Gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri gibi şiddet içerikli eğlence kültürü zamanla Pergamon’da da benimsendi.
İzmir’in Bergama ilçesi tarihsel süreçte verimli Bakırçay Nehir Vadisi’nin avantajlı koşulları ile erken dönemlerden itibaren insan topluluklarının iskan için tercih ettikleri bir yer oldu. Her ne kadar prehistorik ve protohistorik buluntular olsa da Pergamon’un kent olarak asıl öne çıkışı Helenistik dönemde gerçekleşir. Helenistik dünyanın sanat alanında en önde gelen başkentlerinden biri olan Pergamon, bu verimli arazilerin avantajlı koşulları eliyle serpilip gelişir. Bakırçay Vadisi’nin merkezinde yer alan konumu, kuzey-güney yol ağlarının kenarında yer alması kentin ekonomik anlamda öne çıkmasında etkili olur. Yanı sıra, antik Pergamon’un liman yerleşimi Elaia (Zeytindağ), kentin denizaşırı mesafelerle iletişimini sağlayan önemli bir merkezdi. Kentin Doğu Akdeniz’e açılan kapısı olan Elaia, liman vasfını tamamlamasına değin kent ile yoğun bir ilişki içerisinde olur.
Pergamon, Büyük İskender sonrasında, ardıllar arasında meydana gelen hakimiyet mücadelesinde öne çıkar. Akropol ya da Kale dağı olarak bilinen hakim tepe erişilmesi zor yükselti olarak dikkati çeker. Bugün kenti ziyaret etmek için İzmir yönünden gelen gezginler, kente yaklaştıkça akropol tepesinin ihtişamından etkilenmektedir. Bu heybetli yükselti Pergamon krallarına korunaklı bir yuva olurken, güvenli bir şekilde krallığın egemenliğini yaymak adına temel taşı oldu.
İskender sonrasında kentin ilk hakimi Lysimakhos olur. Lysimakhos, 9 bin gümüş talent (yaklaşık 180 bin kg.) değerindeki hazinesini koruması için Philatairos’u görevlendirir. Lysimakhos’un saf dışı kalması ve hazinenin bir mirasçısının olmaması Philatairos’u bağımsız bir krallık kurma konusunda cesaretlendirir. MÖ 282 tarihinde Philatairos otonom bir krallık olarak Pergamon’da varlık göstermeye başlar. Philatairos’un ilk işi güçlü liderlerle temas kurmak, aynı zamanda stratejik öneme sahip akropol tepesini gelecekte planladığı krallığının ana üssü olması için inşa faaliyetlerine girişmek olur. Kuşkusuz, hatırı sayılır miktardaki hazine kendisi adına faaliyet gösterecek bir ordunun kurulmasına da imkan vermiş olmalıdır.
Philatairos’u sırasıyla I. Eumenes ve I. Attalos izler. Galatlara karşı kazandığı zafer sonrası kral ünvanı kullanan I. Attalos, Pergamon Krallık Hanedanının da başlangıcı olarak görülür. II. Eumenes iktidarı ise akropolün, dönemin en başarılı şekilde tasarlanarak ileri bir seviyede kentleşme örneği ortaya konulması ile karakterize edilir. Teraslar üzerinde oluşturulan yapı adaları ve bunların üzerindeki mekanlar şeklinde tasarlanan kent çok sayıda antik kent tarafından örnek alınır.
Akropoldeki yapıların merkezi oldukça dik bir yamaca inşa edilen tiyatrodur. Muhtemelen kentin merkezinde tiyatronun yer alması tesadüf değildi. Helenistik dönemin ileri bir kültür başkenti olan Pergamon, tiyatro aracılığıyla tüm antik dünyaya seslenebilmişti. Tragedya, komedya, dram türünde oyunların yanı sıra retorikçiler halka burada seslenir, düşünürler fikirlerini burada paylaşırdı. Tiyatronun üst terasında inşa edilen Athena Tapınağı da benzeri bir düşüncenin ürünü olmalıdır. Akıl tanrıçası Athena’ya adanan kutsal alan, tiyatro ile birlikte kentin kültürel ve bilimsel faaliyetlerin hamisi olduğu mesajını veriyordu. Athena kutsal alanında inşa edilen stoaya komşu dünyaca ünlü Pergamon Kütüphanesi ise kent çekirdeğinin kültürel ağırlığını daha da güçlendirdi. Kütüphanede geliştirilen bilim, tiyatroda halka sunuluyor, buradan tüm kente bilim ışığı saçılıyordu.
MÖ 133 yılında III. Attalos’un ölmesi ve vasiyeti gereği Pergamon Krallığı’nın Roma’ya devredilmesi ile kentte Roma dönemi başladı. Helenistik kültür başkenti olarak çok sayıda mimari yapı ve plastik sanat açısından öne çıkan Pergamon kenti, Roma adetleri ile tanıştı. Özellikle gladyatör ve vahşi hayvan dövüşlerinin Roma’da çok sevilmesi zamanla bu şiddet içerikli eğlence kültürünün Pergamon’da da benimsenmesini sağladı.
DOĞU’YA YABANCI BİR EĞLENCE KÜLTÜRÜ OLARAK GLADYATÖR DÖVÜŞLERİ
Doğu’da kitlesel bir eğlence olarak gladyatör dövüşleri/oyunlarının düzenlenmesi kesin olarak Roma adetlerinin yaygınlaşması ile gerçekleşir. Batı Anadolu’da MÖ 71-70 tarihlerinde Lucullus tarafından Ephesos’ta tertiplenen gladyatör dövüşleri bölgedeki ilk gladyatör dövüşleri olarak bilinir. Ancak Roma’nın Doğu Akdeniz’de bölgesel bir güç olarak ortaya çıkması, giriştiği savaşları zaferle taçlandırması Roma adetlerinin moda haline gelmesi ile çok daha erken gladyatör dövüşlerinin doğuda kabul edildiği, törenlerde yer verildiğine dair verilere sahibiz.
Bazı antik kaynaklardan öğrendiğimize göre, Roma liderlerinin gövde gösterileri taklit ediliyor, zafer alaylarında savaş oyunlarına yer veriliyordu. Suriye Kralı IV. Antiokhos, Seleukos’un başkenti Antiokheia (Antakya) yakınlarındaki banliyö yerleşimi Daphne’de göz kamaştırıcı bir gösteri düzenlemişti. Bu gösteri, Helenistik gelenekleri ve Roma’dan ithal edilen kültürel yeniliklerin harmanlanmasıyla oluşuyordu. Antiokhos, MÖ Haziran 168’de Ptolemaioslara karşı başlattığı bir savaş sırasında Romalılar tarafından aşağılanmıştı. İskenderiye’nin bir banliyösü olan Eleusis’te, C. Popilius Laenas liderliğindeki bir Roma heyeti, onu Mısır’dan askerlerini çekmeye zorladı. Doğu Akdeniz’de karar vericinin Roma olduğu empoze edilen bu hareket açıkça Antiokhos’un siyasi anlamda zayıflığını ortaya koydu. Ancak Antiokhos, yine de bu durumu fırsata çevirdi. Ptolemaios Hanedanı ile girişilen mücadelede kazandığı bazı askeri başarıları ve elde ettiği ganimetleri muhteşem bir zafer alayı düzenleyerek propagandaya dönüştürdü.
Antakya’ya döner dönmez kutlamalara, tüm Helenleri yani Kıta Yunanistan, Küçük Asya’daki Helen şehirlerini ve kendi imparatorluğu içindeki kolonilerini ve gelmek isteyen herkesi davet etmek için elçiler gönderdi. Kutlamalar, Eylül-Ekim MÖ 166’da Antiokheia’nın güneyindeki Daphne’deki Apollon Tapınağı’nda yapıldı. Diodorus Siculus’a göre, Antiokhos festivalde, dünyanın dört bir yanından en seçkin insanları bir araya getirdi (31.16.1). 30 gün süren festivalde ayrıca bedava merhem ve zeytinyağı dağıtıldı. Festival, hala oldukça büyük olan Seleukos Krallığının servetini ve askeri gücünü davetlilere gösteren çok etkileyici bir geçit töreniyle açıldı. Geçit töreninin başında, çeşitli zırhlarla donatılmış ve Seleukos İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinden toplanmış yaklaşık kırk altı bin piyade yürüdü. Dikkate değer bir diğer özellik, geçit töreninin başını çeken Roma zırhlarıyla donatılmış beş bin kişilik birlikti. Piyade tugaylarını, Helenistik dünyada eşi benzeri görülmemiş bir Roma geleneği olan 480 gladyatör izledi. Askeri güç gösterisi, ‘Yoldaşlar’ ve ‘Kraliyet Dostları’ olarak adlandırılan yaklaşık 2 bin elit dahil olmak üzere 9500 süvari ile tamamlandı; 144 atlı araba; 2 fil tarafından çekilen araba ve son olarak 36 savaş fili geçit töreninde yerini aldı.
Diodorus, Daphne’deki festival hakkında yaptığı yorumda, “Bu görkemli oyunları ve bu şaşırtıcı festivali düzenlerken, Antiokhos’un tüm seleflerini geride bıraktığını not etmektedir” (31.16.2) demektedir. Kesilen kurbanlar, askeri geçitler her ne kadar Helenistik dünyada bilinen bir uygulama olsa da gladyatör dövüşleri ve vahşi hayvan avlarının festival programına dahil edilmesi Roma eğlence anlayışının bir yansımasıydı. Peki, bu önemli detay nasıl festival programına dahil edilmişti?
IV. Antiokhos Antiokhos, babası III. Antiokhos’un Magnesia Savaşı’nda Roma’ya yenilmesinden sonra, Roma’ya verilen yirmi Seleukoslu rehineden biri olarak Roma’da 189’dan 176’ya kadar, yaklaşık on üç yıl boyunca esir hayatı yaşadı. Yirmili yaşlarından otuzlu yaşlarına kadar, yaşamının önemli bir döneminde Roma’da bulundu. Açıkçası birçok Roma geleneğinden etkilendi ve Suriye’ye döndüğünde bazılarını oraya tanıttı. Antiokheia’da Jupiter Capitolinus’a adanmış bir tapınak inşa ettirmesi de bunlardan biridir. Halkın karşısına çıktığında bazen Helenistik kraliyet kıyafetleri yerine Roma usulü toga giyiyordu. Zafer geçit törenlerinde Roma zırhlarıyla donatılmış birlikleri, Roma kadar güçlü olma mesajını veriyordu. Daha da önemlisi, Roma’da kaldığı zamanlarda kamusal gösteriler önemli değişiklikler geçirirken, Roma’daki gösterilerin kültürel ve siyasi etkilerini görmüştü. Dolayısıyla, Daphne’deki Roma gösterilerinde benzer bir etki yaratma çabasına girdi.
Ayrıca Helenistik festival repertuarına yeni yabancı gösterileri de tanıtmaya istekliydi. Roma’nın küresel güç olarak kendini göstermesi, kendine has eğlence ve gösterilerin klasik dünyada kabul edilmesini kolaylaştırdı. Helenistik bir hükümdar olarak Antiokhos da Roma gösterileri düzenlemeli, krallığındaki yenilikler eliyle etkisini arttırmalıydı. Ancak kral, Roma gösterilerini sadece taklit etmiyor, aksine önemli ölçüde onları geride bırakmayı amaçlıyordu. Daphne’de topladığı 480 gladyatör, Roma’da şimdiye kadar düzenlenen dövüşlerdeki gladyatör sayısından çok daha fazlaydı.
Bugüne kadar kaydedilen en yüksek sayı, MÖ 183’te pontifex maximus P. Licinius Crassus’un cenaze töreninde sunulan 120 gladyatördü (Livy 39.46.1-2). Belki de Antiokhos, bu gösteriyi izlemişti!
Başlangıçta bu gösteriler iyi karşılanmamıştı. Suriyeliler, bu tanıdık olmayan gösterilerden çok korkmuştu. Ölümle veya ağır yaralanmalarla sonuçlanan kanlı oyunlar Doğu’ya yabancı idi. Fakat zamanla gladyatör müsabakaları kabul görmeye ve hatta popüler olmaya başladı. Gladyatör gösterileri daha kabul edilebilir bir eğlence biçimi haline geldi. Üstelik yerel Suriyeliler gladyatör olarak eğitilmeye bile başlandı. Bu durum Antiokhos’un Roma’dan büyük maliyetlerle getirttiği gladyatörleri ithal etmesine gerek kalmadığı anlamına geliyordu. Dolayısıyla, bu ithal edilen kültürel biçim, en azından Antiokhos’un saltanatı sırasında Seleukos yerel kültürüne asimile oldu. Roma siyasi gücü klasik dünyaya hakim oldukça Roma türü eğlenceler benimseniyor, hatta bu gösteriler için devasa yapılar inşa ediliyordu. Tüm bilinen Akdeniz siyasal gücü elinde bulunduran Romalılar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, eğlenmek isteniyordu.
ANTİK BERGAMA’DA ROMALILARIN EĞLENCE ANLAYIŞI
Pergamon antik kenti Roma çağında akropolün eteklerindeki, Bergama Çayı (Antik Selinos) yönüne yayılım gösterdi. Ova düzlüğünde yeni açılan yapı adaları devasa boyutlardaki Roma yapılarının inşa edilmesi için de oldukça uygundu. Helenistik kültürün yayılım merkezi olarak işlev gören akropoldeki dik tiyatro ise Romalıların eğlence anlayışına ev sahipliği yapmaktan uzaktı. Gladyatör dövüşleri, vahşi hayvan avları, su oyunları ve araba yarışları gibi geniş katılımlı gösteriler için yeni yapılar inşa edilmesi gerekiyordu. İşte tam da bu nedenlerle bir amfitiyatro ve bir stadyum yapısı inşa edildi. Bir tiyatro yapısı ile birlikte bu üç gösteri mekanı Roma döneminde kentin eğlence merkezi olarak planlanmış yapılar grubu idi.
Bergama’da Musalla Mezarlığı olarak bilinen alan, gösterilerin yapıldığı binaların toplandığı mevkidir. Muhtemelen Antiokhos örneğinde olduğu gibi, MÖ 2. yüzyıldan beri Roma tarzı eğlenceler Pergamon’da düzenleniyordu ve bu eğlencelerin merkezi bu yapılar topluluğu idi.
Bergama, ihtişamlı amfitiyatro yapısının inşa edilmesine zemin hazırlayacak güçlü bir Roma kültürü takipçisi bir kent olmuştu. Daha Pergamon kralı II. Eumenes ile başlayan yoğun dost ve müttefik ilişkileri, krallığın Roma’ya bırakılması ile zirve yaptı. Hal böyle olunca Roma kültürünün kentte erken dönemlerden itibaren etkili olduğunu söylemek mümkün.
Musalla Mezarlık Tepesi ile onun batısında yer alan bir dağ yamacı arasında inşa edilen Pergamon amfitiyatrosu, dağ yamaçlarına dayanan destek duvarları ile daha sağlam bir zemine oturulmuştu. İki yükselti arasından geçen dere, muhtemelen amfitiyatronun ortasında su oyunları düzenlenmesine imkan sağlamaktaydı. Derede setler yapılarak bir tür suni göl haline getiriliyor, böylece amfitiyatronun merkezinde su ile ilgili gösteriler için istenilen alan yaratılıyordu.
Amfitiyatro, su oyunları dışında Pergamon’un gladyatör ve vahşi hayvan avı gösterilerinin de merkezi idi. Augustus döneminden itibaren giderek popüler hale gelen ve kalabalık halk kitlelerinin sıkı takip ettiği gladyatör dövüşleri, Roma ile eş değer bir kavramdı. Çoğu zaman gladyatörler, bir tür din görevlisi sıfatı da olan ‘muneris’in tuttuğu ve yetiştirdiği kölelerdi. Yanı sıra, ücretli dövüşen özgür gladyatörler de bulunuyordu. Amfitiyatrolarda genellikle günde dört-beş çift dövüşçünün mücadelesine yer veriliyordu. Antik kaynaklar, bu dövüşlerin bazen uzun sürdüğünü, bazı zamanlar on iki saat süren dövüşler olduğunu aktarır.
Antik Çağ’da avlanmak da özel bir öneme sahipti. Roma için avlanmak, eril yaşamın bir tür göstergesi olarak benimsenmekte, iyi asker ve siyasetçiler avda gösterdikleri hünerler ile kendi imajlarını güçlendirmekteydi. Venationes denilen vahşi hayvan avı amfitiyatrolarda yer verilen önemli bir gösteri türü idi. Bu hayvanlar ya işin uzmanı avcılar tarafından avlanmakta ya da kendi aralarında çarpıştırılması ile vahşi hayvan mücadelesi sağlanmaktaydı. Genel kural sabah saatlerinde gladyatör dövüşleri, öğleden sonra ise av gösterilerinin düzenlenmesiydi. Vahşi hayvanların ithal edilmesi, bunların çok sayıda hayvanla birbirlerine kırdırılması oldukça kanlı ve bir o kadar da pahalı bir eğlence idi. Örneğin, büyük Roma kentlerinde Afrika’dan getirilen hayvanlar, kalabalık izleyiciyi etkilemek için iyi bir imkandı. Bunun için de kesenin ağzının açılması gerekli idi. Masrafların çok yüksek olması nedeniyle bu tür eğlenceler genelde imparatorluk kararı ve fonları ile sağlanmaktaydı. Örneğin, panter ve aslan avları ile kıyaslandığında boğa avları daha az masraflı idi. Bu nedenle sıklıkla boğa avlarına gösterilerde yer veriliyordu.
Bazen de vahşi hayvanların karşısında tutsak veya toplumdan dışlanan kişiler çıkarılırdı. Elleri kolları bağlı şekilde sahneye çıkarılan bu kişiler kısa sürede vahşi hayvanlar tarafından öldürülürdü. Özellikle Hıristiyanlığın yasaklı olduğu dönemlerde Pergamonlu Hıristiyanlar amfitiyatroda dinlerini terk etmemeleri nedeniyle katledilmişti. Bu nedenle Erken Hıristiyanlık döneminde Pergamon amfitiyatrosu ‘din şehitlerini’ anmak için de bir mekan olarak düşünülmüştü.
Bergama’yı ziyaret edecek gezginlere, Roma dünyasının kanlı gladyatör gösterilerini ve bu eğlence anlayışı için inşa edilen devasa yapıları mutlaka yakından incelemeye davet ediyoruz. Hem Bergama Müzesi’nde hem de ören yerlerinde Roma’nın eğlence anlayışını hatırlatan çok sayıda detay ziyaretçilerini bekliyor. Gezi sırasında Hegel’in şu sözlerini hatırlayalım: “Tarih sahnesi bireylerin ve halkların kurban edildiği bir mezbaha gibidir”. Dünya medeniyetine özel hukuk, miras hukuku kavramlarını armağan ederek önemli bir hizmeti yerine getiren Roma İmparatorluğu’nun başka yüzünün olduğunu da bilmemiz gerek…
*Dr. / Bergama Belediyesi, UNESCO Alan Başkanlığı