Seyyar: Altı da üstü de Beyoğlu

Puhu TV'nin yeni dizisi "Seyyar" izleyicilerle buluştu. Cem Özüduru'nun yönettiği dizi, çevrimiçi yerli yapımların izinden gidiyor ve popülist söylemler kullanmayı ihmal etmiyor.

Google Haberlere Abone ol

Haydar Ali Albayrak

Türkiye'nin ilk internet platformlarından Puhu TV uzun süre sonra yeni iç yapımı "Seyyar" dizisiyle döndü. Öncülüğünün yanı sıra tek ücretsiz platform olan Puhu TV geçtiğimiz senelerde "Şahsiyet" ve "Fi" gibi hayli başarılı yapımlara imza atmıştı. Peki "Seyyar" nasıl görünüyor? "Şahsiyet" kadar nitelikli yahut "Fi" kadar piyasa taleplerini karşılayan bir dizi mi? Bunu kuşkusuz zaman gösterecek ancak ilk elden "Seyyar"ın genel anlamda yerli çevrimiçi dizileri anımsatırken polisiye olaylara ve suç türünün çizgisine dayandığını, yani bir bakıma epeydir çiğnenip aşınmış bir yoldan ilerlediğini not düşebiliriz.

İSTANBUL'UN GÖBEĞİ, ANADOLU'NUN BAĞRI

İlk bölümüyle yayınlanan "Seyyar"ın konusunu ve karakterlerini kısaca aktaralım. Yasin Gencer (Ozan Ağaç) Beyoğlu'nda seyyar arabasında pilav satarak geçimini sağlayan kendi halinde bir esnaftır. Sevgilisi Çiğdem (Özge Özacar) ile yaşamakta, Tarlabaşı'nda tuttuğu dükkanı tadilattan geçirip açmanın hesabını yapmaktadır. Aslen Tokatlı olduğunu belirten, dededen öğrendiği tarifiyle gururlanan, iddiasız yelekler giyip nazara inanan saf bir adamdır Yasin, hani bir parça da çekingen ve Çiğdem'in deyişiyle panik... Beyoğlu'nun göbeğinde Anadolu'nun bağrıdır Yasin, Çiğdem ise geçmişinden yaralar taşımaktadır. Abisi dahil olmak üzere mahallenin erkekleri tarafından tacize uğrayan Çiğdem, yaralamadan hapis yatmış ve kendini savunarak yaşamaya alıştığından düşe kalka bıçkın bir karaktere bürünmüştür. İşler tam yoluna girmişken kendi tarifinde kavrulup giden genç çiftin yoluna adeta taş koyarlar, daha doğrusu bir paket!

Polis çevirmesini gören Tufan, üzerindeki uyuşturucuyu alelacele seyyar pilav arabasına saklar. Devamında işin ucu emniyet amiri Suat'a ve ticareti yönlendiren bitirim midyeciye değin uzanır. Yozlaşmış polis karikatürü Suat (Erdem Kaynarca), Tufan ve Ömer gibi gençleri kullanarak pis işlerini yaptırmakta, yine midyeci (Yaşar Karakulak) vasıtasıyla büyük müşterilere ulaşmaktadır. Uzatmayayım. Yasin paketi kendi eliyle karakola götürür, dürüstlüğü sayesinde şüphe çekmez, paket teslim alınıp delil odasına kaldırılır. Hatta kaldırıldığı yerde bir dalavere sonucu değiştirilir, yani "kurtarılır" ancak her şey halloldu derken bu kez Suat paketten dökülen üç-beş gramın peşine düşer ve pilavcının yakasına yapışır.

DUYARLI KRİMİNAL ANLATILAR ÇAĞINDA: GENÇ, AGRESİF VE POPÜLİST

"Seyyar", daha önce bahsettiğim üzere çevrimiçi yerli yapımların izinden gidiyor ve popülist söylemler kullanmayı ihmal etmiyor. Polisiye, televizyona kıyasla dinamik ve genç işi silahlı külahlı anlatı kalıbı tuttu, platformlar da ticaretin doğasına uyarak hazır seyirci vaat eden öykülere yöneliyorlar. Cem Özüduru'nun yönettiği "Seyyar", polisiye temeline sosyo-kültürel katlar çıkıp diğer yandan "dokusunu koruyan semt" tatları katmak istemiş. Şiddete ve tacize uğrayan, genel bir ifadeyle "ezilen kadın" karakteri de son dönemde sıklıkla işleniyor. Örneğin Netflix’in "Fatma" dizisi tamamen bu karakterle inşa edilmişti.

"Seyyar"a dönersek dizinin öyküsü şimdilik aksamıyor. Yoz polis Suat karakteri ne denli klişe olsa da sırıtmıyor fakat hani milyonların döndüğü bir sektörde üç-beş gramın peşine düşülmesi pek inandırıcı durmuyor. Üstelik Suat bunu nasıl fark ediyor, ayrı bir muamma! Paketin yırtık olmasından uyuşturucunun çalındığı sonucuna nasıl varıyor mesela? O paket emniyette ya da başka bir yerde başka bir sebepten yırtılmış olamaz mı? Anlaşılan o ki Çiğdem'in sabıkasını öğrenen Suat, belki polis refleksi gösterip kanaatini hırsızlıktan yana kullanıyor. Bu basit çelişkileri bir kenara bırakırsak "Seyyar"ın genç ve agresif bir kadro ile dikkat yol aldığını görüyoruz. İlerleyen bölümlerde yeni isimlerle daha dingin, dengeleyici tiplerle karşılaşmamız kuvvetle muhtemel fakat esas meselenin harala gürele geçeceğini tempoya ayak uyduracak karakter seçiminden anlıyoruz. Dizide herkes genç, herkes yırtmanın ve aynı oranda hayatta kalmanın derdinde. Kimsenin geleceği garanti değil.

ÖTEKİLERİN KALBİNDE KÜLTÜRÜ SEYYAR YAŞAMAK VE YAŞATMAK

Aksiyon ve polisiye ekseninde biçimlenen "Seyyar"ı ayrıca iki açıdan değerlendirmekte fayda görüyorum: Bir semt/kültür anlatısı olarak ve bu anlatıya seyyar emek vasıtasıyla eklemlenen kent unsurlarının yürüttüğü asil-yabancı çekişmesi olarak... "Seyyar"a öncelikle "bir Beyoğlu öyküsü" diyebiliriz. Son yıllarda ciddi bir dönüşüm geçiren semt, meydandaki cami açılışıyla bir kez daha gündeme taşındı. Gezi Parkı direnişi, AKM'nin kapatılması başta olmak üzere civardaki sanatsal faaliyetlerin tasfiyesi, Arap turist rağbeti derken değişen kültürel dokusu ve sosyal yapısıyla Beyoğlu, çekişmenin sürdüğü, bin yıl daha sürecek göründüğü sahalar arasında. Ancak ilgiyi günümüze mal etmek doğru değil çünkü Beyoğlu -eski adıyla Pera- hemen her dönem Yeşilçam'ın, gösteri dünyasının vitrini olagelmiş. Gerek eğlence mekânlarının çeşitliliği gerek ülke tarihinde yer tutan 6-7 Eylül gibi önemli kırılmalara sahne olmasıyla kah tekleyen kah çarpıntılı bir kalp vazifesi görürken film yapımcılarına da ev sahipliği yapmış Beyoğlu; yapımcılar ise zaman zaman arka sokaklarına eğilen birçok filme yönelmiş. Bu ilginin yerli film sektörünün zirveyi gördüğü 60'larda ve artık çöküşe sürüklendiği 80’lerde artması ise düşündürücü. Diğer yandan yine bu durum Beyoğlu'nun her şartta anlatacakları olduğunu ortaya koyuyor. Beyoğlu her daim yaşayan bir semt, müdavimleri değişse de şehrin tamamına hitap edebilen bir çekim merkezi. Yılbaşı kutlamaları metropolün varoşlarını Taksim Meydanı'na pompalıyor, eylem ve direnişler hak arayanları çağırıyor, yine İstanbul'a adım atan yerli turist ne hikmetse soluğu Beyoğlu'nda alıyor!

"Seyyar" dizisi dönemin havasını da yansıtarak son yıllarda kültürünün adeta seyyar bir pozisyona sürüklendiği Beyoğlu'na bir kez daha arka sokaklarından, dolayısıyla kriminalize bir cepheden ve görünmez emek tartışmasından yaklaşıyor. Beyoğlu'nun arka yakası, tutunamayanların dünyasına açılıyor. Üstelik bu dünya bizzat onu yaşayanlar/yaşatanlar tarafından bile çoğunlukla yadırganan, öcüleştirilen bir dünya ve bu iki yüzlü tavır, semti aynı zamanda "şehrin safrası" yapıyor. Beyoğlu onsuz edemeyenlerin arka sokaklarına dair ayıp ve korkutucu öyküler anlattığı, şehir efsaneleri türettiği bir semt. Öyle ki semtin diğer yüzünde yani ilçenin Tarlabaşı'ndan Haliç kıyılarına dek uzanan kısmında siyasi iktidarın oy değirmenini döndüren muhafazakâr bir öfke diri tutulurken bölgenin kültürel çehresine de bir tür tekinsizlik anlatısı hakim kılınıyor. Beyoğlu'nun bir yanağı makyajlı iken bir yanağı jilet izleriyle dolu diyebiliriz. Arka sokakları tokat yedikçe süsleyip püslediği vitrini uzatıyor. Hal böyle olunca kendi cazibesini bizzat kendisi yaratıyor. Çatışmanın olduğu yerden hikâye doğar. "Seyyar" da çetrefil meseleleri tam anlamıyla bu göbekten düğümlemiş.

Beyoğlu 60'larda çekilen filmler için kadın satılan, insanların yıldız yapılma vaadiyle ağa düşürüldüğü arka sokaklarıyla ürkütücü bir pozisyondaydı, bu bakış 80’lerde yumuşamasa dahi çeşitlendi ve alt kültürler filme çekilerek tanınmaya, başka bir deyişle muhatap alınmaya başlandı. Günümüzdeyse Beyoğlu kötü şöhretini korumakla beraber sosyal çalkantıların akla gelen ilk adresi sayılıyor. Ezilenlerin, ötekilerin dayanışarak hayatta kalabildiği "Kayıp Şehir" (2012) dizisi yakın dönemden örnek verilebilir. 80’lerde ve giderek 90'larda tanınan ötekilerin artık romantize edildiği bir süreci gözlemliyoruz. Beyoğlu'nun arka sokakları salt ayıplanmıyor, anlaşılıyor. İşte bu koşullarda "Seyyar" belli ki "biraz öyle biraz böyle" bir üslup tutturacak. "Kendi halinde" olanlar sınırları aşacak, sınır ihlal edenler hizaya girecek. Çalkanıp durulacak! Eh, altı da üstü de Beyoğlu!