Marco Polo'ya göre dünyanın en güzel adası

Bugüne kadar gittiğiniz ülkelerden çok farklı bir yer düşünüyorsanız ya da ‘Kite Surfing’ yapmayı çok seviyorsanız, burası tam aradığınız yer; çünkü Marco Polo’ya göre burası dünyanın en güzel adası ve Hint Okyanusu'nun incisi...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Budizm’in kalbi olan ve ‘pırıl pırıl parıldayan’ anlamına gelen Sri Lanka, bir gezginin hayal edebileceği her şeye sahip; el değmemiş bakir kıyılar, uçsuz bucaksız vahşi topraklar, alabildiğince yemyeşil tepeler, heybetli şelaleler, rengarenk mercanlar, tarihi kalıntılar, her daim çalkantılı bir okyanus, egzotik bir mutfak ve efsaneler…

Güney Asya’da, Hint Okyanusu’nun üzerinde Hindistan’a uçakla sadece bir saat mesafede bulunan bir adacık Sri Lanka… Hani hep adını duyduğunuz, belki haritada yerini bile gösteremeyeceğiniz, belki de bugüne kadar gitmeyi hiç düşünmediğiniz yerlerden birisi…

Bugüne kadar gittiğiniz ülkelerden çok farklı bir yer düşünüyorsanız ya da ‘Kite Surfing’ yapmayı çok seviyorsanız, burası tam aradığınız yer; çünkü Marco Polo’ya göre burası dünyanın en güzel adası ve Hint Okyanusu'nun incisi…

BU DEFTERE HERKES İMZA ATAMIYOR

Uçaktan bakıldığında gözyaşı damlasını andıran adaya ilk kez gittiğimde 2009 yılıydı. Sri Lanka’nın en büyük şehri Colombo’da, okyanusun tam kenarında bulunan Galle Face Oteli buranın en güzel oteli bence... Yaşanan son tsunami felaketinden bir hayli etkilenmesine rağmen, geçmişte ağırladığı konukların da kattığı ihtişamıyla hala ayakta... Dekorasyonuyla geçmişinin şaşaasını hala hissettiren otel, krallara, başkanlara, dünyaca ünlü sanatçılara ev sahipliği yapmış. Otelin kendisine ait bir hatıra defteri var; içinde çok meşhur misafirlerin el yazılarını ve imzalarını görebilirsiniz ama deftere imza atabilmeniz için ya çok ünlü ya devlet erkanı ya da kraliyet ailesi mensubu olmanız gerekiyor.

otel Galle Face Oteli

Ada onlarca tsunamiye şahit olmuş ama yaşanan en kötü tsunamilerden biri 2004'de meydana gelmiş ve binlerce insanın ölümüne neden olmuş... Otelin eski bölümünde halen lobideki halılarda -defalarca temizlemelerine rağmen- tsunamiden kalan tuz ve rutubet kokusunu duyabiliyorsunuz. Tavsiyem, otelin yeni inşa edilen bölümünde kalmanız… Son derece zevkli, modern ve rahat döşenmiş odaları direkt okyanusa bakıyor.

ADA AMA DENİZE GİRMEK YASAK

Sri Lanka bir ada ülkesi olmasına rağmen, kirlilikten ve tehlikeli olduğundan dolayı denize girmek yasak. Adanın bulabildiğiniz tüm fotoğraflarına bir göz atın; okyanusun sakin olduğu bir fotoğraf bulamazsınız. Okyanus her mevsim ve günün her saati daima çalkantılı ve sert dalgalı olduğu için sörfçüler için ideal bir yer... Bu sayede Sri Lanka dünyanın en popüler Kite Surfing destinasyonlarından biri…

Eğer buraya sadece kafa dinlemeye ya da sörf yapmaya gelmediyseniz, Colombo’da sadece bir gün geçirmeniz yeterli; ertesi gün trenle 1,5 saatlik mesafede bulunan ve Colombo’dan daha eski bir şehir olan Kandy’ye geçebilirsiniz. Kandy doğasıyla nefesinizi kesecek kadar muhteşem bir şehir. Colombo’nun o metropol görüntüsünden kesinlikle çok farklı… Vahşi, dokunulmamış ve bu yüzden hala bozulmamış… Baharat bahçelerinden oluşan pek çok doğal parkı var ve sadece bir gününüzü bu parkları dolaşarak geçirebilirsiniz.

FİL YETİMHANESİ

Parkları gezmek ve birbirinden ilginç bitkilerle tanışmak gerçekten muazzam deneyim ama benim önerim şehrin en enteresan yerlerden biri olan fil yetimhanesine gitmeniz… Sri Lankalılar dünyada belki de fillerle en yakın ilişkiyi kuran halk. Tarihinin her sayfasında filler başrolde. 20’inci yüzyılın başında adada 12 bin tane fil varken, günümüzde bu sayı maalesef 2.500 civarında… Burası gerçek anlamda bir yetimhane. Benim gittiğim zaman orada öksüz, yetim, avcılardan kurtulabilmiş, yolunu kaybetmiş, hastalanmış ve tedavi edilmiş 60 küsur fil vardı.

fil Fil yetimhanesi, gerçek anlamda bir yetimhane.

Yetimhane, finansmanı hükümetten gelen yardımlar ve turistlerin bıraktığı paralarla sağlıyor. Eğer buraya yolunuz düşerse fillerin banyo vakitlerini ve yemek saatlerini kesinlikle kaçırmamanızı tavsiye ederim. Bir fil yavrusuna dokunmak ve onu biberonla beslemek inanılmaz bir duygu... O kadar masumlar ki! Yalnız kafalarına dokunduğunuzda adeta bir kayaya dokunduğunuzu düşünüyorsunuz. Ama yavru her yerde yavru işte… Hele biberonu bittiğinde -ki bu 10 saniyeden uzun sürmüyor- ağzından zor alıyorsunuz; aynı gerçek bebekler gibi.

Yemek yemek için sabırsızlanmaları, zincirlerini çekiştirmeleri, yanınıza gelmek istemeleri biraz da bizim çok aç olduğumuzdaki halimizi hatırlatıyor. Filler ifadeleri, duruşları, bakışları ve masum halleriyle gerçekten de çocuk gibiler. Yine de tüm bu hallerine aldanmamak lazım tabii, çünkü aynı zamanda son derece tehlikeli yaratıklar. İplerle belirlenmiş sınırlardan ileri gitmeniz hayatınız açısından çok tehlikeli.. Banyo zamanı ise suyla ve birbirleriyle oynamalarını, şakalaşmalarını görmeniz lazım; orada sadece bunu seyrederek saatler geçirebilirsiniz.

KUTSAL DİŞ TAPINAĞI

Kandy aynı zamanda Budistlerin en kutsal saydıkları ve hac için ziyaret ettikleri ‘Kutsal Diş (yani The Sacred Tooth Relic) Tapınağı’nın bulunduğu şehir. Bu tapınağın bu kadar kutsal olmasının sebebi, Budizm’in yaratıcısı Buddha’nın dişinin burada saklanıyor olması... Bu tapınak çeşitli zamanlarda atılan bombalardan dolayı çok yara almasına rağmen, her defasında yenilenmiş ve daha da görkemli bir hale getirilmiş.

kutsal-dis Kutsal Diş Tapınağı'nda dişi görmek için uzun süre sıra beklemek gerekiyor.

Adanın ve Budizm’in en kutsal tapınaklarından biri sayıldığı için özellikle rahipler ve hükümet tapınağa çok özen gösteriyor. Günde şafakta, öğlen ve akşam olmak üzere üç kez ayin yapıyorlar. Bu arada tapınak o kadar kalabalık ki Kutsal Diş’i görmek için minimum 45 dakika beklemeyi göze alacaksınız. Mücevher ve incilerle süslü bir yumurtanın içinde saklandığı ve bulunduğu yere sadece minik bir pencereden bir kaç saniye bakmanıza izin verdikleri için dişi kesinlikle göremiyorsunuz. Yine de tapınağın atmosferini yaşamak, rahiplerin ayinleri ve inananların ritüellerine şahit olmak bile herkes için olağanüstü bir deneyim…

DİŞ EFSANELERİ

Sri Lanka aynı zamanda hikaye ve efsaneleriyle meşhur…

Bir rivayete göre ‘Kutsal Diş’in Sri Lanka’ya nasıl geldiği şöyle anlatılır: Buda öldüğü zaman vücudu Hindistan’da Kusinara’da yakılmış ve cenazede Buda’nın sol köpek dişi ‘Khema’ tarafından alınmış. Khema daha sonra hürmetini göstermek adına dişi, Kral Brahmadatte’e vermiş ve böylelikle diş kraliyetin mülkü haline gelmiş.

Başka bir efsaneye göre, Udeni Şehri’nin Prensi Dantha, bir Budist olarak bir gün ‘Kutsal Diş’e tapınmaya şehre gelmiş. Kral Guhaseeva buna çok memnun olarak kızı Hemamala’yı Prens Dantha’ya vermiş. Kutsal diş yüzünden şehre saldırılar artmaya başlayınca, diş Prens ve karısına emanet edilmiş. Hemamala dişi kendi saçlarından yaptığı bir ziynet eşyasının içine gizlemiş. Kendilerini de kimliklerini gizlemek için Brahman olarak tanıtmışlar. Ganj nehri üzerinden yola çıkıp, sonunda Sri Lanka’ya ulaşmışlar. Böylelikle Sri Lanka kutsal dişin yeni evi olmuş. çünkü Buda ölmeden evvel Budizm’in en güvenli olacağı yerin Sri Lanka olacağını beyan etmişmiş.

SARAYIN İÇİNE SARAY

Sri Lanka kralı prens ve prensesten dinlediği hikayelerden o kadar hoşnut olmuş ve kutsal dişten o kadar etkilenmiş ki krallık sarayının içine kutsal emanetin konulması için bir saray daha yaptırmış. Zamanla ülkeye olan yabancı tehditler gittikçe arttığı için, krallık ve kutsal emanet bir şehirden diğerine taşınarak şimdiki yeri olan Kandy’e ulaşmış. O zamandan beri Kutsal Diş Tapınağı, Buda’nın ritüel, ayin ve dualarının temsil edildiği bir sembol olmuş. Bu yüzden de burası Budistler için son derece kutsal bir yer haline gelmiş.

Bir başka inanışa göre; kutsal dişi kim ele geçirirse aynı zamanda krallığı yönetme hakkına da sahip olacaktır. Bu yüzden Sri Lanka ile Hindistan arasında pek çok savaş olmuş. Buda öldükten 800 yıl sonra -yani dördüncü yüzyılda- kutsal diş, Kalinga Kralı Guhaseeva’ya geçmiş. Kralın kendisi de Budist olduğu için, bu dişi kutsal saymaya ve dişe tapmaya başlamış. Bu durum toplum içinde neredeyse bir paniğe sebep olmuş ve halk Kral Paandu’ya giderek, Kral Guhaseeva’nın tanrıya inanmayı bıraktığını ve bir dişe tapınmaya başladıklarını söylemiş.

Kral Paandu’da bu kutsal emaneti yok etmeye karar vererek, dişi şehre getirmelerini emretmiş. İnanışa göre diş şehre geldiğinde bir mucize meydana gelmiş ve Kral Paandu Budizm’e geçerek Budist olmuş.

Başka bir efsanede de başka ülkelerin kralları şehre saldırdığında, daha askerler şehre ulaşmadan başlarında bulunan kralların hayatını kaybettiğinden bahsedilir.