YAZARLAR

Serbest ezen kavuk!

Bütün otoriter sistemler ve uygulamalar, ezilenin kendini ezen yerine, ezen yanına, ezen peşine koyması sayesinde beslenir. Sen kendini öyle saydıkça ve sandıkça da “Serbest ezen kavuk” piramidi insanîleşmez bir türlü.

Anlatacağım olayın üç temel aktörü var.
Aslında yerli ve yabancı daha çok, hatta siz bile aktörsünüz ama burada faktör değilsiniz!

İlki, CİMER. Halka açık Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi.
İkincisi, bazı komutanlar, ki mutlaka mesleklerinde yetkinlerdir!
Üçüncüsü, bazı alttaki askerler ki, şehit olduklarında iyi bilirsiniz!

CİMER’in “dilekçe ve bilgi edinme hakkı”na dayalı sistemini Fahrettin Altun imzalı “50 soruda” kitapçığından ayrıntılı öğrenebilirsiniz tabii…
Ama özü, vaadi ve teminatı şudur:
İlişkili veya mağduru olduğun bir kamu kurumu veya otoritesi hakkında, gerçeğe dayalı şikâyette bulunabilmek…
Kamu hizmetlerinde eşitlik ve adalet tesis edebilmek…
Demokratik denetim mekanizmasını çalıştırabilmek…
Şikâyeti dikkate almak ve edenin kimlik güvenliğini sağlamak!

Komutanların görevi elbette askeri sevk ve idaredir. Ellerinde çeşitli disiplin araçları ve zaten omuzlarında rütbe hiyerarşisi ve otoritesi bulunur.
Ama bu görevler arasında, fizikî veya manevî şiddet, hakaret, aşağılama hakkı yoktur.
Tabii kâğıt üstünde.

Böyle resmî resmî anlatıyorum ama özenimden! Bir de şahsî tecrübelerimden ötürü.

Alttaki askerlere gelince…
Çeşit çeşittir ve zaten sistem her alttakinin altında da bir başkası bulunmasına ya da öyle sanmasına göre inşa edilmiştir.
Buradaki aktörler, uzman çavuşlar. Sözleşmeli, yaş sınırlı, en ön safta ölüme gidebilenler. Elbet onların da hepsi hayata sadece ezilen noktasından bakmaz; kimi ezme silsilesinin içinde de kendine yer ve hedef bulur. Çoğumuz gibi, ezilen ve ezen olabilir pekâlâ.

Şimdi bu üç aktörü Libya’da birleştirelim.
Muhtemelen ayrıntısız veya nadiren ayrıntılı okuduğunuz haber, Libya’da görevli 56 uzman çavuşun askerlikten atılması!

Gerekçe kısaca, “Aynı metni kullanarak CİMER’e şikâyette bulunmak, amirlerini sindirmeye yönelik tutum ve davranışlar sergilemek, birlik içerisinde disiplini bozmak, askerî atmosferin oluşmasını engellemek.
Astlık üstlük münasebetlerini zedelemek.
Amir ve komutanlara karşı güven hissini yok etmeye mutaf olarak alenen tahkir ve tezyif edici fiil ve harekette bulunmak.
TSK’da istihdamında yararı bulunmamak.
Devlet ve TSK’nın itibarına zarar vermek…”

CİMER’e şikâyette bulunan uzman çavuşlar ise, hakarete, mobbinge, tehdide, aşağılamaya, “Caretta Caretta gibi süründürme” beyanına maruz kaldıklarını yazmışlar CİMER’e.

Yazmışlar çünkü CİMER’in gururu şu: “Halkımızın duyduğu ilgi ve güven.”

Normalde sıralı amirlerine şikâyet etmeleri gereken ama zaten sıralı amirlerden şikayetçi olan askerlerin CİMER’e ilgisi de o güven vaadi yüzünden olmalı. Ama güven sistemi şöyle işlemiş. Yıllardır da öyle. Askerî Yargı kalktığı halde değişmemiş:

Alttaki asker CİMER’e gidiyor şikayetiyle. CİMER bu şikâyeti alttaki askerin şikayetçi olduğu üstteki askere iletiyor.
Askerî Yargı yok ama sivil savcı da soruşturma görevini, alttaki askerin şikayetçi olduğu üstteki askere veriyor. Atılmakla kalmayıp bir de yargılanacaklar ki, piramitlerde yukarıya çıktıkça, biliyorsunuz buna pek rastlanmaz. Ama piramit budur Hamit!

Şikâyet edilen komutanın, haklı ve deneyimli olarak, alttaki askerlere söylediği de buymuş: İstediğiniz kadar CİMER’e gidin. Beni kaç defa şikâyet ettiler. 5 dakikada attırırım sizi ordudan.

Dakikası bilinmiyor, ama maç uzun sürmüyor ve kazanan hep…
Sivilde de askerde de biliyorsunuz kazananı.
Kim üstteyse, kim otoriteyse, kim otoriterse genellikle o!

O zaman Anayasa’nın da CİMER’in de eşitlik, adalet, güven iddiaları, kaç kupon oynarsan oyna, kazanamayacağın İddaa’dan ibaret!

Buradan bize ne düşer:
Düşen düşmüştür zaten ama “şehit tabutu” başında sivil ve askerî erkân tarafından atılan nutukların çoğunun, ancak ölüyken söylenebildiğini, diriyken binlerce askerin de zerre kıymetinin bulunmadığını gösterir.
Maalesef bizim, kimimizin kimi milliyetçi duygularının arkasında da genellikle insanî bir şeyin yoksun olduğunu, çünkü bu “Sıvasız hane çocukları”nı hayatın içinde, canlı iken pek sevemediğimizi, ancak ölüsünü kutsadığımızı gösterir.
Hatta hatta, bizzat onların dahi kendilerini, milliyetçi-militarist illüzyonlarla, ezilen değil, ezmesi gereken olarak görebildiklerini.

Tarihin en acı insanî şaşırtmalarından ve aşırtmalarından biri budur zaten:
Bütün otoriter sistemler ve uygulamalar, ezilenin kendini ezen yerine, ezen yanına, ezen peşine koyması sayesinde beslenir.
Sen kendini öyle saydıkça ve sandıkça da “Serbest ezen kavuk” piramidi insanîleşmez bir türlü.

Askerî disiplin ve hiyerarşi başkadır; bunu bir insan, hukuk ve hak hiyerarşisi, ayrımcılık, imtiyaz ve imtiyazsızlık, tahakküm, maddi-manevî şiddet, işsizlik tehdidi haline getirmek başka bir şeydir.
Belki de ikisi başka başka değildir, onu o kadar bilmiyorum!
Çünkü sivil hayatın, iş hayatının, en modern işletmelerin, ailelerin, okulların, siyasetin, çalışanlar üzerindeki, kadınlar üzerindeki tahakkümün de beslendiği; her yerimize ve içimize sinmiş militarizmin özü budur.

Oysa insan hakları, hukuk, hakkaniyet, güven, hatta inanç sistemi dahi şu basit şeyi söyler lafta:
Bir şikâyet varsa, iki tarafı da dinle…
Eşit ve adil davran, hakkı teslim et!
Çok mu zor?
Çok zor!
Herkesin farkındalığı da, anca başına gelince.
Bir ötekinin başına geleni o güne kadar zerre umursamadan!

 


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.