Selim Kuneralp yazdı: Kıbrıs: Şimdi nereye?

Emekli büyükelçi Selim Kuneralp, Kıbrıs'ın kısa tarihini ve adada süregelen iktidar mücadelelerini inceledi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Eski AB Büyükelçisi Selim Kuneralp, Finans ve Ticaret sitesinde kaleme aldığı son yazısında Kıbrıs sorununda son duruma değindi. Kuneralp yazısında Kıbrıs'ın kısa bir tarihini yazdı ve mevcut durumu değerlendirdi. 

Kıbrıs konusunda hamasete ve duygusallığa düşmeden bir şey yazmanın kolay olmadığını dile getiren Kuneralp, adanın İngiliz yönetiminde huzurlu olduğunu ve bunun 1947'de Hindistan’ın bağımsızlık kazanmasıyla sona erdiğini belirtti. "Bundan 40 yıl önce orada genç bir memur olarak görev yaptığımda İngiliz yönetimini özlemle hatırlayanlar az değildi" diyen Kuneralp, kalıcı barışın 'toplumların birbirlerinden coğrafi anlamda ayrılması sayesinde' bir şekilde yerleştiğini ifade etti. Bu durumun sorunsuz devam etme şansının Kıbrıs adasının 2004 yılında Avrupa Birliği’ne girmesiyle yitirildiği belirten Kuneralp'in yazısından bir bölüm şöyle:

"Kıbrıs adası 2004 yılında Avrupa Birliği’ne girmemiş olsaydı, bu durum sorunsuz bir şekilde devam edebilirdi. Ancak, o sıralarda Türkiye’de mevcut olan siyasi istikrarsızlık ve belirsizlik, Yunanistan’ın kağıtlarını iyi kullanması gibi sebeplerden dolayı, Kıbrıs sorunu çözülmeden Ada AB’ne alınmış ve onu temsil eden Rumlar da AB üyeliklerini her fırsatta Türkiye’ye karşı kullanmışlardır.

Tabii AB üyeliğini elde ettikten sonra Rumların çözümden kazanacağı pek bir şey olmadığı açıktır.  Tersine tek başlarına ellerinde tuttukları yönetimi paylaşma mecburiyetinde kalacaklar.  Bu da haliyle işlerine gelmeyen bir durum olacaktır.

Türkiye ise AB ile ilişkilerinin karşısındaki bu engeli aşmak için başlangıçta geç kalınmış bir şekilde gayret harcamış, ancak bu gayretler netice vermeyince konuya ilgisi azalmıştır.  Kamuoyunun konuyla pek fazla ilgilendiği söylenemez.

Nafile turların bir özelliği, tarafların hiçbirinin masadan kalkma hatasını işlemek veya başarısızlığın sorumluluğunu üstlenmek durumunda kalmak istememesidir. Nitekim 2017 yılında yapılan bir önceki tur görüşmelerde Rum tarafının adanın güneyinde yapılacak seçimlerin etkisiyle masadan kalkması baskıların ona yönelmesine yol açmıştır.

Ancak 27-29 Nisan bu defa Cenevre’de yapılan görüşmelerde Türk tarafı nafile turların zamanında taraflarca tespit edilmiş ve BM tarafından benimsenmiş çerçevesinin tamamen dışına çıkarak KKTC’nin “egemen” devlet olarak kabul edilmesiyle başlayacak yeni bir süreç üzerinde ısrar ederek, Rum tarafı ile Yunanistan’a önemli bir hediye yapmış ve onlara Haziran ayında yapılacak AB zirvesinde aleyhimizde kullanılacak çok büyük bir koz vermiştir.  Nitekim bu önerinin kabule şayan olmadığını hem BM Genel Sekreteri, hem de ABD ve Rusya aynı gün ilan etmiştir.

1983 yılında bağımsızlığını ilan eden ancak hemen sonra BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 550 sayılı kararla yasadışı sayılan KKTC’nin ansızın egemen devlet olarak tanınmasını istemek ve bu tanımayı müzakere masasına oturmak için bir şart koşmaktan neyin hedeflendiği anlaşılamamıştır. Bu yolla Doğu Akdeniz sorununun öngörülür bir zaman içinde çözülmesi de imkânsız hale gelmiştir. Türkiye bu bölgede en ufak tek taraflı bir adım attığı takdirde yaptırımlara maruz kalma tehlikesiyle burun buruna gelebilecektir.

Kimisine göre, asıl hedef 2023 seçimleri öncesinde Kuzey Kıbrıs’ın oradaki nüfusunun çoğunluğunun arzusu hilafına ilhak edilmesidir.  Böyle bir hareketin Türkiye’de iktidara kısa vadede büyük puan getireceğine şüphe yoktur. 

Ancak bedeli de çok yüksek olacaktır. Rusya’nın Türkiye tarafından dahi tanınmayan Kırım’ı ilhakından sonra çok büyük yaptırımlarla karşılaştığı hatırlanmalıdır. Üstelik ülkemiz Rusya’dan farklı olarak petrol ve gaz zengini değildir. Rusya’ya yapıldığı şekilde batı finans piyasalarından tecrit edilmesi, Türk ekonomisini yıkar, iktidar da bunun altından kalkamaz.

Dolayısıyla, “egemen devlet” iddiasının sadece bir manevradan ibaret olduğunu, esas amacın Rumlar üzerinde baskı yaratarak ara yol arayışlarına ve statükoya geri dönüleceğini ümit etmekten başka elden bir şey gelmiyor."

YAZININ TAMAMI