Selim Kuneralp yazdı: Din ve dış siyaset

Din ve dış politika arasındaki ilişkiyi tarihsel açıdan değerlendiren Selim Kuneralp "Dini referanslar içeride arttıkça dış ilişkilerde de gittikçe önemli bir yer almaya başlamıştır" tespitini yaptı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Emekli büyükelçi Selim Kuneralp, Finans ve Ticaret'teki son yazısında din ve dış politika ilişkilerini kaleme aldı. 1000'li yıllardan bugüne bu coğrafyadaki din-dış politika ilişkisinin özetini geçen Kuneralp, "Modern çağlarda Batı dünyasında din dış ilişkilerde bir faktör olmaktan çıkmıştır. [...] Aslında Osmanlı İmparatorluğu da İstanbul’un fethinden sonra dış ilişkilerinde din faktörüne pek ağırlık vermemiştir" ifadelerini kullandı.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da din eksenli dış politikaya soğuk bakıldığını belirten Kuneralp, "Bugünkü yönetimin ise konuya çok farklı bir şekilde baktığı malumdur" değerlendirmesini yaptı. Türkiye'nin din-dış politika ilişkisine olan mesafesinin AK Parti döneminde değiştiğini aktaran Kuneralp'in yazısından bir bölüm şöyle:

"Bu mesafeli politika AKP iktidarı kurulduktan ve özellikle yönetimi tamamen ele geçirdikten sonra hızla değişmiştir.  Dini referanslar içeride arttıkça dış ilişkilerde de gittikçe önemli bir yer almaya başlamıştır.  İktidar Müslümanların ve özellikle Sünnilerin liderliğine soyunmaya başlamış, dış politikaya gitgide dinci bir hüviyet vermiş, Batı değerlerinden hızla uzaklaşmaya başlamıştır. Tabii bu siyasetin istisnaları da yok değildi. Örneğin, Çin Uygurlarına yapılan eziyeti 2009 yılında soykırım olarak niteleyen iktidar, daha sonraki yıllarda Çin’i kızdırma endişesiyle Uygur sorunundan uzaklaşmıştır.

Çeşitli nedenlerle Batı ülkeleriyle bozulan ilişkilerin Müslüman dünya ile telafi edileceğini düşünen iktidar kısa zamanda hüsrana uğramıştır. Başta Arap ülkeleri olmak üzere Orta Asya ve Güney Doğu Asya’daki Müslüman ülkeler Türkiye’nin bu önder rolüne soyunmasına karşı çıkmıştır. Ayrıca Müslüman ülkeler arasındaki ihtilaflar ve iç kargaşalıklar neticesinde 21 inci yüzyılda en büyük katliamların Müslümanlar arasında meydana geldiği ve din uğruna yapıldığı gerçeği karşısında iktidarın hevesi kursağında kalmıştır.  İktidarın siyasal İslamcı Müslüman kardeşlere verdiği açık destek, onları tehlikeli hasım olarak gören Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerle uzun süreden beri devam eden soğukluklara yol açmıştır.  Bu soğukluklar hem Doğu Akdeniz’de, hem Orta Doğu’da zemin kaybına hem de iktidarın ağzından düşürmediği dini söylemden rahatsız olan Batı ülkeleriyle ilişkilerinin bozulmasında önemli katkıda bulunmuştur.

Bunun son örneğini Afganistan’da gördük. İktidar büyük bir safdillikle ülkemizin nüfusunun nerede ise tamamının Müslüman olmasının Taliban idaresinin kapılarını açacağına inanmış ve bu yolda her zaman çok önem verdiği mümkün olduğu kadar çok ülkede  ciddi askeri bir mevcudiyet muhafaza politikasını Afganistan’da sürdürebileceğini sanmıştı.  Oysa Taliban için Türkiye Müslüman olabilir ancak NATO üyesidir ve 20 yıl boyunca orada konuşlanan küçük çaptaki Türk birliği NATO bayrağı altında görev yapmıştır.  Muharebelere karışmamış olması Talibanın gözünde Türk birliğine özel bir konum verilmesi için yeterli sebep olmamış ve diğer yabancı kuvvetlerle birlikte ülkeden ayrılması istenmiştir. Talibanın İslam anlayışının bizdekinden farklı olmadığı yolundaki ve Türkiye’deki birçok insanı ciddi bir şekilde rahatsız eden söylem ortada kalmıştır. Afganistan fiyaskosundan sonra dış politikada daha önce de izleri görülen virajın keskinleşmeye başladığı izlenimi doğmaya başlamıştır.  İktidarın Afganistan’da aradığını bulamamış olması, Müslüman Kardeş sevdasından dolayı arasının açıldığı Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı zamana rastlamıştır.  Gerek Mısır, gerek BAE ile son günlerde görülen diyalog arayışlarının amacı buydu.  İstanbul’da yerleşik Müslüman Kardeş yayın organlarının dizginlendiği, hatta örgütün Türkiye’ye sığınan bazı mensuplarının ülkeyi terk etmeye mecbur edildiği anlaşılmaktadır. Ancak yılların hatalarının çok kısa zamanda telafi edileceğini sanmak yanlış olur.  Ayrıca alışılmış olan yanlış söylemin kolaylıkla düzeltilmesi de mümkün değildir."

YAZININ TAMAMI