YAZARLAR

Seçmece darbeler ülkesi iflah olur mu?

Toplumun kılcal damarlarına kadar ilerleyen bir büyük ağabey gözetlemesiydi 28 Şubat darbesi ve yıllarca yaşanan bir süreçti. Ve bunlar kesinlikle yasal değildi. Hukuku toplumun bir kesimi için askıya alarak yapılan işlerdi. Hukuk darp edildi. Darbe demeniz için hukukun darp edilmesi yetmiyorsa…

Hukuk tanımazlık, hukukun darp edilmesi, hukukun askıya alınması ve hukukun keyfi uygulanmasıyla muktedirlere bağımlı kılınması darbedir. Şekli, yöntemi, kimden geldiği, kime yöneldiği, kimlerin zarar gördüğü, kimlerin çıkar sağladığı ayrımı yapılmadan ilkesel yaklaşabilmek gerek darbelere. Mihenk taşı hukuk olmalı. Aksi takdirde demokrasi ve demokratik toplumsal düzen, insan hakları kavramı geniş kitleler tarafından özümsenemiyor. Defalarca yaşadık darbeleri ve hala yaşıyoruz. Çoğulculuğun yerleşik ve yaygın anlayışa dönüşmeyişinde darbelerden çok darbelerin her birine yönelik farklı kesimlerden reddiye veya hüsnü kabul gelmesi oldu.

Tezgahtan karpuz seçer gibi basitçe şuna iyi buna kötü ayrımıyla darbeler konuşulmaya devam ettikçe işimiz gerçekten zor. Birlikte yaşamayı böyle yaklaşımlar nedeniyle öğrenemedik. Bizler ayrı kamplarda tutsak insanlarız. Bir kamptakiler falanca darbenin mağduru olarak tanımlar kendisini. Karşı kamptakiler ise filanca darbenin mağduru. Her darbeden çıkar elde edenler de oldu bu ülkede her darbeden zarar görenler de. İşin esası darbelerle darp edilmemiş kesim kalmadı bu ülkede. Yine de hala örneğin 28 Şubat için ‘darbe değil’ diyebilen entelektüellerin bulunması, giderek sayılarının artıp ve seslerin yükselmesi, kabul edilebilir cinsten bir hukuk tanımazlık değil.

“Kan dökülmedi, kimse asılmadı, böyle darbe mi olur?” sorusuyla 28 Şubat darbesini aklamak akıl kârı değil ama onca aklı başında insan giderek daha çok bu ve benzeri cümleleri dile getirir oldu. Yüreğimi karartmak istemediğim için bu ifadelere karşı ağır, sert cümleler kurmuyorum. Sadece hukuk ölçütünü hatırlatmakla yetineyim. Örneğin “hep zinde kuvvetler mi yapacak bu defa da sivil kuvvetler devreye girsin” sözlerini unutanlara hatırlatalım. Hak ihlallerinin medya eliyle, anlı şanlı gazetelerin manşetleri ve büyük isimli yazarlarıyla iş tutulmuştu bu darbede. Kan dökülmedi ama kin kusuldu gazete haberlerinde, köşelerinde, başlıklarında. Kırk civarında kadın öğretmen isimleri ve resimleriyle bir gazetenin ilk sayfasında, manşetten afişe edildi örneğin. Haklarında hiçbir soruşturma, suç isnadı vesaire yoktu, haber çıktığında. Sadece brifing almışlardı gazete yazarları, muhabirleri, patronları. Nasıl bir endoktrinasyona tabi tutuldularsa çalışan kadın genelinden tek farkları başörtüleriyle öğretmenlik yapmak olan kadınlar manşetten suçlu ilan edildi. Öldürülmediler, kanları dökülmedi ama işlerinden edildiler. Ve arkası çorap söküğü gibi geldi. Her biri manşetlerden suçlanmış olmasa da ülkenin her yerinde binlerce kadın kamu görevinden ihraç edildi. Hukuk darp edildi. Darbe demeniz için hukukun darp edilmesi yetmiyorsa…

Yargı mensupları da cübbeleriyle katıldıkları brifinglerde yeterince “eğitim” almış olmalı ki açılan hak ihlali davalarını kazananların sayısı ancak bir elin parmakları kadardı. Hukuk demiştik ya normlar hiyerarşisinin en altında yer alan Kıyafet Yönetmeliği'nde ‘başörtülü çalışma” fiilinin cezası sadece sözlü uyarı idi. Ve pek çoğuna kurum içi soruşturma dahi açılmadığı için uyarı cezası filan almadan öğretmenlikten, hemşirelikten, doktorluktan, memurluktan atıldılar. Soruşturma geçirenlerde ise başörtüsünün ‘b’si hatta türbanın ‘t’si bile yoktu. Çoğunluğu ‘kurumun uyumunu bozmak’ ve benzeri soyut, karşı delil sunulması imkansız suçlamalardı. Bu davaları kazanan olmadı. Sıkı bir Batı Çalışma Grubu eğitiminden geçirilen yargı peşin hükümlüydü çünkü. Şimdi iktidarın Fethullahçılarla ilişkisini tartışıyoruz ama o günlerde de kurumlarda aynı durumlarda olan Fethullahçılardan atılanlar pek azdı ve az sayıda dava kazananlar da onlardı. 28 Şubatçıların Fethullah Gülen ve cemaatinin kirli işleriyle arasındaki karanlık ilişki hâlâ konuşulmuyor bile.

28 Şubatçı generallerden birisinin eşi konuştu bugünlerde. “28 Şubatta yapılan her şey yasaldı” demiş bulundu. Kendisi 28 Şubat mağdurlarına saygısızlık etmiş olsa da acılı eş olmasına saygıyla isim vermiyorum. Bir de bu tonda konuşmalar giderek yaygınlaştığı için tek kişiye odaklanmak yanıltıcı olacağından isim vermek yerinde olmaz. Fakat şunun bilinmesi gerekir ki kesinlikle ‘her şey yasal’ değildi. Örneğin küçük kentlerde, kasabalarda, köylerde çeperlerde yaşayan insanların evlerine garnizonlardan subayların kontrole gitmesi, yasal değildi. Gayri resim ve gayri kanuni bir oluşum olan Batı Çalışma Grubunun yasa dışı yöntemleriydi. O evlerde astsubay okulu sınavına başvuran çocukların aile yaşamı gözetleniyordu. Evlerin görünür yerlerinde seccade, tespih, dini tablolar ve benzerleri varsa çocuk, kara listeye alınıyordu. Ayrıca sınava girecek çocuktan boydan çekilmiş aile fotoğrafı isteniyordu. Çocuğunun astsubay olması çeperlerde yaşayanlar açısından ‘başına devlet kuşu konmak’ anlamına geldiği için kadınlar sıkıntılıydı. Çünkü o fotoğraflarda gözetlenenin anneler olduğunu herkes biliyordu. Ailenin ve çocuğun geleceği yine kadının sırtına yük olmuştu. Pürtelaş peruk, döpiyes eli yüzü düzgün bir ayakkabı -konu komşudan- tedarikle aile fotoğrafı çektirilir olmuştu. Öyle ki pek çok küçük yerdeki tek fotoğrafçı, sınav dönemlerinde stüdyosunda bu giysileri hazır eder hale geldi. Toplumun kılcal damarlarına kadar ilerleyen bir büyük ağabey gözetlemesiydi 28 Şubat darbesi ve yıllarca yaşanan bir süreçti. Ve bunlar kesinlikle yasal değildi. Hukuku toplumun bir kesimi için askıya alarak yapılan işlerdi.

Şimdi pek çok kişi AKP iktidarının ülkeyi şeriat çığlıklarına boğduğu bu günlerde laiklik ve Medeni Kanun tehdit altındayken geçmişe bakıp “e, 28 Şubatçılar haklıymış” diyor. Üstüne 15 Temmuz Fethullah Gülen ve cemaatinin darbe girişimini düşününce darbecilere hak verenler çoğalıyor. Çünkü din veya dindarlık, dindarlar ölçütüyle kurulmuş bir analoji ile karşı karşıyayız. Dindarlara yapılanlar ve dindarların yaptıkları karşılaştırılan iki şey olduğunda ortaya devasa bir yanılgı çıkıyor. Oysa ölçütümüz hukuk olsa 28 Şubat, 15 Temmuz ve sonrasında yapılan OHAL “darbesi” dahil olmak üzer 1960, 71, 80 darbelerinin hiçbirinin diğerinden farklı olmadığını görürüz. Yazık ki hâlâ böylesi kapsayıcı yaklaşımla darbeleri değerlendirme, geniş açıyla bakma becerisinden uzak haldeyiz. Odak noktamız hukuk olmadığı için. Oysa hukuk odaklı konuşuyor olsak yaygın söyleyiş farklı olurdu. Örneğin Hüda Kaya’nın tutukluluğu, Gültan Kışanak’ın 7 yıl dolduğu halde tahliye edilmeyişi. Gezi ve Kobani davalarının absürtlüğü, Can Atalay’ın seçilmiş milletvekili olma hakkının gaspı ile 28 Şubat'ta yapılanların ne çok benzeştiği konuşulurdu. Görürdük tüm bu hukuksuzlukların iktidar eliyle yapıldığını. Muktedirlerin kimliği farklı, zulüm aynı. Aynı zulüm farklı toplumsal kesimlere yöneldiğinde yine aynı acıları yaşatıyor ötekine. Belki ötekisiz, çoğulcu toplumsal yaşamı konuşmaya ve kurmaya hazır olduğumuz vakit bu döngüyü kırma şansı yakalarız. Umarım çok geç olmadan.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.