'Saygın' bir şeyh ve 'komünist' gazetecinin sıra dışı dostluğu

Cumhuriyet tarihine dair egemen söylem, tarikat şeyhlerine dair olumsuz temsilleri içerir. Dahası “dindar” ve “laik” elitlerin karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Oysa cumhuriyetin nice ezber bozan mirası var. Konya Mevlânâ Dergâhı’nın son şeyhinin oğlu Mehmed Bâkır Çelebi ve gazeteci Vâlâ Nûreddin’in dostluğu buna çarpıcı bir örnek oluşturuyor.

Google Haberlere Abone ol

Gökçen Beyinli* [email protected]

Galatasaray Lisesi’nde birlikte okumuş iki arkadaşın yolları, 1941’de Konya’da çok farklı siyasi sebepler sonucunda kesişmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın şiddetini artırdığı yıllar… Türkiye bir yandan denge oyunu ile savaşın dışında kalmaya çalışıyor, diğer yandan kendini her ihtimale karşı korumaya gayret ediyor. Bu amaçla iki yıl önce İngiltere’ye dört denizaltı ve dört muhrip gemisi siparişi verilmiş, fakat İngiltere gemilerin yapımı tamamlanmış olsa da savaşı bahane ederek teslimi geciktirmekte. 1941’de Türkiye Almanya ile “Saldırmazlık Paktı” imzalayarak yakınlaşınca İngiltere politikasını değiştirir ve gemileri almak için askeri bir heyet gönderilmesini ister. 200 personelden oluşan Refah Şilebi bu amaçla Mersin’den yola çıkar, fakat şehrin 40 mil açıklarında kaynağı hâlâ bilinmeyen bir torpil tarafından batırılır ve 168 kişi hayatını kaybeder. “Refah Faciası” olarak bilinen olay basında büyük yankı bulur. Yazılarıyla İnönü hükümetini eleştiren gazetecilerden biri, erken cumhuriyetin önde gelen gazeteci-yazarlarından Vâlâ Nureddin, yaygın ismiyle Vâ-Nû’dur. (1901-1967). Milli Mücadele’ye katılmış, yurtdışında okumuş, Moskova’da bulunmuş, Şevket Süreyya Aydemir’in ve Nazım Hikmet’in yakın dostu, “Bu Dünyadan Nazım Geçti” kitabının yazarı “komünist” gazeteci-yazar Vâ-Nû, hükümeti eleştirmesinin cezası olarak 40 yaşında er olarak askere alınır ve dönemin “sürgün diyarı” Konya’ya gönderilir.

'OLAĞANÜSTÜ BİR İNSANDI'

Şehre gittiğinde dost olarak karşısına ilk çıkan M. Bâkır Çelebi’dir. Bu sıra dışı dostluğu anılarından öğrendiğimiz, Vâ-Nû’nun eşi, Nihal Karamağaralı müstearıyla çeviriler yapmış, roman ve hikayeler yazmış MüzehherVâ-Nû, kitabında Bâkır Çelebi’yi şöyle anlatmaya başlıyor: “Mevlana’nın torunuydu. Has be has, öz be öz torunu. Tekke açık olsaydı postnişindi. Yani Şeyhlik mevkiine oturacaktı. O yıllar Atatürk ilkeleri yürürlükte bulunuyordu: Tekkeler kapalı, tarikatlar yasaktı. Ama işin garibi, Bâkır Çelebi’nin postta falan asla gözü yoktu. Batılı ile Doğuluyu nefsinde birleştirmiş olağanüstü bir insandı. O tür bir kişi ki, yarattığı hava ile on kişinin yerini tutar. Kara saçlı, iri kara gözlü, orta boylu tıknazdı. Son derece açık fikirli, ileri görüşlüydü. Okuldan Nazım Hikmet’i de tanırdı. Sözünü ettiğimizde (şaşılır) Nazım da onu hatırlamıştı. Çelebi, şiirlerini okurdu Nazım’ın. Vâlâ’ya da okutur ezberlerdi. Halep’te bıraktığı ailesinden söz eder, oğlu Celâleddin’in hasretini çekerdi. Bize Halep’i, Halep’teki yaşamı ayrıntılarıyla anlatır, bizi başka bir dünyaya götürürdü. Baktığı her şeyi, her insanı derinlemesine görüvermek gibi bir özelliği vardı. Çevresinde sayılan bir kişi.”

 

SURİYE’DE İSTENMEYEN KİŞİ İLAN EDİLİR

MüzehherVâ-Nû Bâkır Çelebi’nin savaş sırasında ailesini Halep’te bırakıp Konya’ya neden geldiğini hatırlamadığını yazıyor. Bâkır Çelebi, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın son postnişini Abdülhalim Çelebi’nin (1874-1925) oğludur. Tekke ve tarikatlar 677 sayılı kanunla 30 Kasım 1925’te kapatılınca, babası öldükten sonra şeyhlik makamına oturamaz. Mustafa Kemal tarafından o devirde en büyük Mevlevî âsitânesinin bulunduğu Suriye’nin Halep şehrine tayin edilir ve Mevlevî tekkelerinin merkezi olan Konya’nın bu vasfı Halep şehrine geçer. M. Bâkır Çelebi Halep’te hem şeyh olarak tasavvufi görevlerini yerine getirir hem de Türkiye devleti için çalışır; Hatay’ın ilhak edilmesinde önemli hizmetlerde bulunur. Torunu Esin Çelebi Bayru, babası Celâleddin Çelebi’yi anlattığı yazısında dedesi Bâkır Çelebi’nin 1939’da İstanbul’a bir ziyaret için geldikten sonra Suriye’ye dönemediğini aktarıyor, çünkü Mandater Fransız Devleti, Suriye’ye dönüşüne mani olmuş ve onu istenmeyen kişi ilan etmiştir. Bunun üzerine Bâkır Çelebi kardeşi Şems-ül Vâhid Çelebi’yi kendi yerine vekil tayin eder ve Konya’ya gider. Eşi İzzet Hanım ve Celâleddin ve Fatma isimli iki çocuğunu Halep’te bırakmak zorunda kalan Bâkır Çelebi, Konya’da “tek başına, üç oda ve sofası olan bir evcikte” yaşamaktadır, ancak Vâlâ’yı bulunca arkadaşını “otel köşelerinde” bırakmaz ve evine getirir: “Yalnızlıktan bunalıp gökte arkadaş ararken yerde bulmuş, sevinmez mi?” diye yorumluyor MüzehherVânû. Mevlana torununun Konya’da yalnızlık çekmesi, mütevazi bir evde tek başına yaşaması, kuşkusuz İsmail Kara’nın tekkelerin kapatılması hakkındaki tespiti bağlamında görülebilir: “Her şeyden önce tarikat çevrelerinin aleyhine işleyen büyük bir sosyal statü kaybı meydana gelmiş/getirilmiştir.”

'BERABERİNİZDEKİ KONYA HAYATIMIZI HEP ARIYORUM'

İki dost kısa arayla, Bâkır Çelebi Müzehher’in arkeoloji asistanı arkadaşı Münire Hanım’la, Vâlâ ile Müzehher ise 1942’nin başında evlenirler ve başlarda aynı evde yaşarlar. Bu arada Konya dedikodularla çalkalanmaktadır: “Mevlâna torunu Mevlevi Çelebi ile komünist Vâlâ Nureddin…” Bâkır Çelebi’nin Ankara Emniyet’te görevli arkadaşı İhsan Sabri Bey onları Konya’da ziyaret ettikten sonra rahatlarlar, sanki gerekli makamlar uyarılmıştır. Bu arada Vâlâ ve Müzehher küçük bir eve taşınırlar, günleri “sobanın karşısındaki divana bağdaş kurup ciltler dolusu konuşmak ya da kitap devirmekle” geçmektedir. 1942 kışı çetindir, o yıl mı ertesi yıl mı anılarda net değil, kış basmadan “Çelebiler İstanbul’a döndü” diye yazıyor MüzehherVânû. Münire Hanım’ın Nişantaşı’ndaki apartmanına yerleşirler. Arada bir mektuplaşırlar, fakat “mektuplar pek iç açıcı” değildir. Örneğin tam tarih atmadığı bir mektupta şöyle yazar Bâkır Çelebi:

“Birlikte geçirdiğimiz günlerimizi unutmak ve aramamak imkansız. İtimad ediniz ki bütün detaylarıyla gözümün önünde, tahassürlerinizi duymaktayım. Münire’nin mektubundaki tafsilat buradaki hayatımızı size anlatmış. Kendimize henüz ne candan bir arkadaş, ne de bir muhit bulabildik. Beraberinizdeki Konya hayatımızı hep arıyorum. Yahu ne vakit geleceksiniz? Bu ne bitmez tükenmez hizmetmiş. Bu daha ne kadar uzun sürecek? Bir an evvel gelseniz de şu yeknesak hayatımızda bir tat olsa. … İkinizi de Allah’a emanet eder, çok derin hasret ve iştiyaklarla ayrı ayrı gözlerinizden ve yanaklarınızdan öperim canım kardeşlerim.”

ESKİ GÜNLERİN GERİDE KALDIĞINI AKLI ALMIYORDU

Kısalttığım bölümde Bâkır Çelebi İstanbul’un pahalılığından, geçim zorluğundan şikayet ediyor. Aynı dertten Vâ-nûlar da muzdariptir. Vâlâ’nın eski dostu Muhsin Ertuğrul imdada yetişir ve çevirmesi için bir piyes verir. Bir de “Peri Kızıyla Kel Oğlan” başlıklı “masalımsı bir skeç” yazar. Piyes radyoda oynanır, Nazım Hikmet’in Salkım Söğüt şiirini dost meclisinde okuduğu 1943 yılbaşı gecesinden birkaç gün sonra askerler Vâlâ’yı apar topar alır ve cezaevine koyarlar. Suçu “1-Nazım’ın şiirini alenen okuması; 2- Asker adamın radyoda skecinin oynaması.” Arkadaşları ve Şevki Yazman sayesinde bir hafta sonra hapishaneden kurtarılır, askerliğini de bir buçuk ay fazla yaptığı ortaya çıkınca Vâlâ ve Müzehhertrenle İstanbul’a yola koyulurlar. Bâkır Çelebiler onları Haydarpaşa’da karşılar. Evlerinde bir iki günlük misafirlikten sonra Vâ-nûlar bir ay Beyoğlu’nda bir pansiyonda kalır, sonra Kalamış’a taşınırlar. Anılar Bâkır Çelebi’nin sağlığına dair şu kelimelerle devam ediyor:

“Çelebi’nin sağlığı bozulmuş gibiydi. Konya’dan ayrılmak pek yaramamıştı ona. Daha şişmanlamış, kalınlaşmıştı. Konya’da sokağa pek çıkmazdı, gezmesini de pek sevmezdi. İstanbul’da da öyle eve kapanmıştı sanıyorum. Araya büyük şehrin mesafeleri, türlü gaileleri ile birlikte girince onları pek sık arayamıyorduk. Biz yerleştikten sonra Kalamış’a bir kez gelmişler ve birkaç gece kalmışlardı; ama Vâlâ o sıralarda aman vermeden çalışmaktaydı. Oysa Çelebi’nin hiç çalışma alışkanlığı yoktu. Galatasaray faslından sonra çalışmadığını söylüyordu. Biz de Konya’da çalıştığını görmemiştik. Hiç iş yapmazdı. Halep’te de mevkii gereği çalışmadan geliriyle yaşadığını anlatırdı. Daha neler anlatırdı ince şakalarıyla kendisini de alaya alarak… Zaten olanla yetinen sade bir insandı. Gösterişe, lükse hiç meraklı değildi. Bu nedenlerle de Vâlâ’nın çalışma temposunu aklı almıyordu. Bir şeyi daha aklı almıyordu. Eski günlerin geride kaldığını. Hayat koşullarına uyum sağlayabilmek için insanın ve adetlerinin değişebileceğini, bugünün düne benzemeyebileceğini düşünemiyordu.”

'YILDIZLAR ÜLKESİNDEN GELEN BÜYÜK ÇELEBİ KANLAR ARASINDA CAN ÇEKİŞİYORDU'

MüzehherVâ-Nû’nun Bâkır Çelebi ve çalışmak hususundaki kelimelerini nasıl yorumlamalıyız? Bir yanda mütevazılığı ile övüyor, öte yandan çalışmak konusunda yeriyor. Vâlâ’nın yazı dünyasının çok farklı alanlarında aktif olmasının geçim derdiyle iç içe olduğunu belirtmek gerekir. Esin Çelebi Bayru dedesinin gelirine dair şu yorumu yapıyor: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti başardığı milli görevler dolayısıyla örtülü ödenekten (tahsisat-ı mahsusa) mebus maaşının iki misli tutarında bir maaş bağlamıştır. Kanımca bu miktar onun ne denli önemli bir görevi yerine getirmiş olduğunun delilidir.” Bu doğruysa Bâkır Çelebi neden mektubunda İstanbul’un pahalılığından şikayet ediyordu? Bu ve benzeri cevabını bilemediğimiz sorulardan öte kanımca Bâkır Çelebi’nin “çalışmamasını” tekke ve tarikatların kapanmasının yarattığı kopukluk çerçevesinde görmek gerekir. Tüm dünyanın Mevlevilerinin liderliği şüphesiz yazı yazmak veya ticaret yapmak gibi normatif “çalışma” usullerinden farklı bir faaliyet alanına tekabül ediyordu. Değişen dünyada ve memlekette “saygın” şeyhler sadece “sosyal statü”lerini değil hayatlarının yegane dayanaklarını da kaybetmişlerdi. Bâkır Çelebi’nin babası Abdülhalim Çelebi’nin ölümüne dair farklı söylemler var: Şeker hastası olması dolayısıyla baş dönmesinden düşerek öldüğü veya siyasî sebeplerle suikasta uğradığı söyleniyor. Ailesine göre hırsızlık için işlenmiş bir cinayete kurban gitmiş. 1922-28 arasında Temps gazetesinin Türkiye temsilcisi olan Paul Gentizon’a göre tekkeler kapatıldıktan sonra Konya’yı terk etti, İstanbul’da “sakalını kestirdi. Giysisini değiştirdi, redingot giydi”; Beyoğlu’nda kaldığı otelde “aniden avlunun beton tabanına bir insan vücudunun sertçe düştüğü görüldü. Yemek salonunda bulunan turistler koştular. Yıldızlar ülkesinden gelen Büyük Çelebi kanlar arasında can çekişiyordu.” Mutasavvıf Hüseyin Vassaf Efendi’ye göre de tekkelerin ve tarikatların kapatılması sonucunda Abdülhalim Çelebi’nin “şuurları bozuldu. Sakal ve bıyıklarını, Sultan-ı Divanî gibi tıraş ettiler. İstanbul’da sakin bulundukları otelin penceresinden kendilerini attılar. Hastanede vefat ettiler.”

Oğlu Bâkır Çelebi ise muhtemelen hayata küserek kendini eve kapattı ve hastalığının ilerlemesini bilerek engellemedi. MüzehherVâ-Nû son hasta ziyaretlerinde Bâkır Çelebi’nin onları gülerek karşıladığını, ayrılacakları sırada kucaklayarak gözlerinin dolduğunu, “bu sefer arayı pek açmayın!” deyişini not ediyor. Esin Çelebi Bayru, 23 Nisan 1944’te, henüz 43 yaşında iken kalp krizinden vefat ettiğini yazıyor. Vasiyeti üzerine gazeteler öldüğünü “katiyen” yazmamıştı. Dostu Vâlâ Nureddin ise 23 yıl daha yazmaya, mücadeleye devam edecekti. Üç yıl kanser ile savaşan Vâ-Nû, 9 Mart 1967’de Müzehher Hanım’ın ve Şevket Süreyya Aydemir’in yanında hayatını kaybetti. Bugün Vâ-Nû’yu çok az insan hatırlıyor, hatta bazı gazeteciler bile tanımıyor. Mevlevilik geleneği elbette devam ediyor ama bilenler sustuğu için kamuoyu daha çok “sahte”, “istismarcı” şeyh ve “çıkarcı” tarikatları tanıyor. İsmail Kara’nın şu yorumu ise kanımca hepimizi ilgilendiriyor: “Tekkelerin kapatılması, tasavvuf ve tarikat kültürünün -kendine mahsus kanallarla devam etmekle beraber- yasaklar dolayısıyla alt seviyelere doğru seyretmesi sadece dindar çevreleri değil herkesi daha sınırlı ve katı kültürel, estetik ve dinî çerçevelere hatta imkânları daha az bir dile ve iletişim imkânlarına; daha dar bir dünyaya mahkum etmiş görünüyor.”


Kaynaklar:

Celaleddin Çelebi, “Abdülhalim Çelebi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

Esin Çelebi Bayru, “Babam Celâleddin Bakır Çelebi”, X. Milli Mevlana Kongresi, 22 Ağustos 2019

Hasan Pulur, "Va - Nu kim?", Milliyet, 25 Nisan 1997

İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm, İstanbul: Dergâh, 2010.

MüzehherVâ-Nû, Bir Dönemin Tanıklığı, Cem Yayınevi, tarihsiz.

Rahmi Akbaş, İkinci Dünya Savaşı'nda Batırılan Bir Türk Gemisi Refah Şilebi, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2014.

Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü Projesi (TEİS): http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/vanu-vala-nurettin ve http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/muzehher-vanu.

 

 *Dr., Tarihçi