YAZARLAR

Savcılığın manevi şahsiyeti olarak araba

Otomobilinin camına son derece nazik bir not bırakan yurttaşı gözaltına aldıran savcıya işlem yapıyormuş Adalet Bakanlığı. Şart zaten. Ama böyle savcı, vali ve polisler niye bu kadar çok sorusuna da cevap verebilir mi bakanlık? Hayır, çünkü onları cesaretlendiren hukuksuzluğun bakanlığı o, engelleyen değil.

Otomobiliyle yolu tıkamış birinin camına hangi notu iliştirirsiniz? Şöyle yazar mısınız mesela: “Arabayı bıraktığınız alan yol girişidir, bilgilerinize.” Bahse girerim, bu kadar nazik ve üsluplu not yazacak kişi sayısı çok çok azdır. Elbette en doğru not da budur çünkü edep erkan sahipleri için utandırıcı bir nottur bu. Çünkü yol tıkamak, yol kesmek, yol kapatmak ayıp şeylerdir; mecburiyetten olmamışsa utandırır insanı, mecburiyet halinde bile mahcup eder.
Gel gelelim bu notu yazan yurttaş nezaketinden ötürü ödül almadı, tam aksine bir tür kabusun içine düştü. Gözaltına alındı. Suçlama? “Mala zarar verme.” Silecekler incinmiştir kesin. Kağıt cama deyince arabanın ruhu muazzep olmuştur. Ama bu kadar değil bir de “tehdit” var. “İsimsiz mektupla tehdit.” Yola park edip gitmiş arabanın sahibine not yazacaksanız, adınızı, soyadınızı, iyi hal kağıdınızı filan ihmal etmeyin. Tehdit peki? Nottaki nezaket düzeyi tehdit olarak mı algılanmış? Öyle olmalı, yoksa devletin koskoca polisi niye gidip notu yazan yurttaşı alıp götürsün? “Gözaltı” deniliyor işlemin adına; adam kaldırma diyemeyiz çünkü savcı talimatıyla oluyor işler, mazallah.

SINIRSIZ GÜCÜN SONUÇLARI

İzninizle, muhtemelen birçok kişinin aklına gelen bir meseli tekraren anlatacağım. Mesellerin yaşama kabiliyeti müthiştir, yüzlerce, binlerce yıl yaşayabilirler. Tuhaf bir şekilde, çok az öğe ile ifade edilmiş bilgiler içerirler. Bu yüzden olsa gerek kutsal kitaplar mesel formunu çok sever.
Meşhur mesellerdendir, işte efendim Hızır Paşa Sivas’a vali olunca iki kişiyi yollatıp Pir Sultan Abdal’ı (bir versiyona göre babasını) derdest ettirip makamına getirtmiş. Demiş ki sen bana adam olamazsın derdin hep, bak gördün mü vali bile oldum. Baba demiş, “Ben sana vali olamazsın demedim ki adam olamazsın dedim.”

Mesel, devlet kaftanını giyince kavuştuğu gücü babasına göstermek isteyen evlat (veya hocaya karşı öğrenci) öyküsü olarak paternalist çerçeve içinde kan hukuku-kamu hukuku karşıtlığını içeriyor ama etkisi o çağlarla sınırlı olmadığı gibi anlam ufku da üretildiği zamanla kısıtlı değil. Hem o çağların bir bakıma hiç bitmediğini gösteriyor hem de kamu gücünün kullananı içten içe değiştirmesini, sosyal (meselde aynı zamanda ailevi) bağa yabancılaşmasını resmediyor.
Elinde devlet gücü olanı ne sınırlandırır? Mesel, ailevi-sosyal bağı öneriyor üretildiği dönemin anlayışına uygun olarak. Bugün için bu sınır değil daha çok sonucu gösteren bir boyut, bugün için sınır aslında belli: Hukuk. Eğer kamu gücünü kullanan hukuk ile bağlı değilse hukukun korumayı ve ihlali halinde yeniden tecellisini hedeflediği adalet sınırlayıcı bir bağ olarak kabul edilmemişse kamu gücü hiçbir sınır taşımaz. Kamu gücü sınır tanımadığında “kamu”nun devlet bölümü bir tür mafyaya toplum bölümü de ölçüsüzlükler topluluğuna dönüşür.

MÜNFERİT VAKA DEĞİL SERİ ÜRETİM

Park etmiş aracın sileceklerine basit, anlaşılır, hiçbir kabalık içermeyen notu bırakan yurttaşın kendisini gözaltında bulması, “vali olmuş ama adam olamamış” kamu görevlisi tipinin canlı, kanlı, etkili ve güçlü biçimde aramızda olduğunu bir kere daha gösterdi. Üstelik, bu hiç de yeni bir olay değil, avukatlık yaptığım yıllarda çok örneğini duydum gördüm, gazetecilik yaptığım uzun yıllar boyu sayısız haber gördüm; basit bir liste:

Öğretim görevlisi, 'hakimle tartıştı' diye tutuklandı

Trafikte savcıyla tartışan profesöre 12 saat gözaltı

Halı saha için tartıştığı öğretmenleri gözaltına aldıran savcıya inceleme

Valiyle tartışan gazeteci gözaltına alınmak istendi

Savcıyla tartışan polise adli kontrol cezası

Savcının ‘tuvalet sırası kavgası’ adliyelik oldu

Polisle tartışan avukat, savcının talimatıyla gözaltına alındı

Savcıyla tartışan polis, tayin oldu

Pir Sultan ölümsüzdür malum, ama Hızır Paşa da ölmemiş, klonlanıp klonlanıp topluma salınmış, anlaşılan.

SAVCIYA İŞLEM YAPILMASI GÜZEL DE DEVAMI?

Adalet Bakanlığı, savcıya işlem başlatmış. Hukuk var buralarda savcı efendi bir dakka der gibilerinden. Peki inanalım mı? İnanmak için önce yukarıdaki tekrarın sırrını çözmek gerekir. Niye hakim, savcı, vali filan yurttaşa bu kadar kaba, gaddar, adaletsiz davranmakta hiçbir beis görmüyor? Nasıl oluyor da kanunlar açıkken, edep erkan kuralları açıkken, bu devletlu kabadayılığı hiç bitmiyor?

Birbirine bağlı iki sebep önereceğim: Birincisi, zaman zaman (son örnekteki gibi) kamuoyu tepkisi nedeniyle sanki böyle şeyler kabul edilmiyormuş gibi yapılıyorsa da aslında bu tarz bizzat devletin ve yöneticilerinin talep ettiği, önerdiği ve onayladığı bir tarzdır. Devletten ve görevlilerinden kaynaklanan fiillerin hukukla sınırlı olması kabul edilmiyor, bu da kendisini en alt düzeyden başlayarak devletin zirvesine kadar tüm kamu görevlilerinin bir tür dokunulmazlık zırhıyla korunması anlamına geliyor. Bu korumanın zirvesi, bugün için cumhurbaşkanına hakaret suçu, Türklüğe hakaret, devletin-adliyenin vs. manevi şahsiyetine hakaret, milli-dini değerlere hakaret filan da aynı çerçevedeki kapitone maddeler; hepsinin hedefi soyut devlet ile somut görevlilerini dokunulmaz kılmak, korumak. Korunma neye karşı? Hukuka karşı, adabı muaşeret kurallarına karşı, siyasal, sosyal haklara karşı, son örnekte nezakete karşı.

'KÜLTÜR'E TESLİM OLMAK SİYASET Mİ?

Bu adaletsizlik sadece soyut olarak otoriter yönetim anlayışının sıradan bir sonucu değil, pratikte aynı anlayışı sürdürmenin bir yolu da. Tartıştığımız örnek, çok tepki çektiği için adalet bakanlığı devreye girdi ama mesela son bir yıl içinde güvenlik görevlilerinin HDP’li milletvekillerinden başlayarak her kademedeki politikacılarıyla her karşılaştığında gösterdiği adaletsiz, haksız, hukuksuz saldırganlık, hak arayan işçi ya da köylü eylemcilere uygulanan orantısız şiddet ve en son Boğaziçili öğrencilere koro halinde gösterilen fiziki-adli ama hukuksuz şiddet hep bu çerçevede yer alır.
Esasen aynı görüntünün varlığının ve sürdürülmesinin ikinci sebebi de buradan çıkar: Devlet yönetimini elde tutanların güçlerini koruyan sistemleştirilmiş hukuksuzluk, yine devlet imkanlarının da etkisiyle belli bir etkiye sahip siyasal-toplumsal kültüre de dönüşüyor, başka ifadeyle “kamuoyu desteği” alıyor. Bu “kültür”e teslim olanın yapacağı siyaset, iktidarın parçası olmaktan başka anlama gelmez. CHP ve Saadet Partili yetkililerin, Boğaziçi meselesinde iktidarın harekete geçirdiği adaletsizlik çarkına destek çıkmaları, bu kamuoyu desteğinden yani “kültürel ortamın gereklerinden” pay almayı hayal eden hamlelerdi. Oysa bu adaletsiz temelli tarzın esasen iktidarı korumayı öncelediğini ve onu değiştirmeden, onunla hesaplaşmadan, onu dönüştürmeden iktidara ulaşmanın pek de mümkün olmadığı sır değil. Yolu kapatan savcının arabası ile siyaseti imkanları tekeline alan iktidar arabası aynı şey, hukukları aynı hukuk. İkisiyle birden mücadele etmeden siyaset yapıldığına sadece kendinizi inandırabilirsiniz. Boğaziçili öğrencilerin düşürülmek istendiği komploya sahip çıkıp, en fazla HDP’ye yapılanlara yarım ağızla laf söylemeye çalışıp, işçinin, memurun mücadelesine uzaktan gaz dolu mesajlar saçıp yapılabilecek siyasi hamle yok; yolu kesen Hızır Paşaların arabasının sileceklerini parlatmaktan başka.