YAZARLAR

Sarkisyan: Azerbaycan şaka yaptığımızı sanıyordu

Çatışmaya sebep olan konuları anlama çabası içermeyen, çözüme dair gerçekçi öneriler getirmeyen savaş karşıtlığının, gerçekten savaş karşıtlığı olamayacağını düşünüyorum. İktidarıyla, muhalefetiyle hem Azerbaycan’ın hem Türkiye’nin diplomasi yoluyla işgal altındaki Azeri topraklarının Ermenistan tarafından boşaltılması için daha fazla çaba harcaması gerekiyor.

Azerbaycan ve Ermenistan arasında 1994 yılında Rusya öncülüğünde imzalanan ama barışa evrilememiş ateşkesin, Temmuz ayında bozulmasından sonra son iki günde savaşa dönüşmesi vahim olaylardan. Çevremizdeki ateş çemberini tamamlayan bu sıcak çatışma, çok büyük insani dramların yaşandığı Hocalı Katliamı'ndan günümüze miras olarak görülmeli. 28 yıl önceki Hocalı Katliamı'na dünya geneli gibi ülkemiz aydınlarının da duyarsız kalışı, yok sayışı, bugünkü savaş halinde büyük pay sahibi. BM Güvenlik Konseyi'nce verilmiş, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ’dan çekilmesi yönündeki dört ayrı kararı da Ermenistan, sadece diasporasının diplomatik gücüne güvenerek değil aynı zamanda entelijansiyanın Hocalı Katliamı'na duyarsızlığından aldığı cesaretle uygulamadı. Boşuna değil Ermenistan’ın önceki Cumhurbaşkanı Serj Serkisyan’ın, başlığa taşıdığım sözleri: Hocalı'dan önce Azerbaycan bizim şaka yaptığımızı sanıyordu. Ermeniler, sivil halka el kaldırmaz sanıyorlardı. Hocalı’da Azerbaycan’ın bu güvenini kırdık” sözleri bu açıdan hatırda tutulmalı.

Öncelikle Hocalı Katliamı'nı görüntüleyerek Türkiye ve dünyaya duyuran ve o dönem Hürriyet savaş muhabiri olan İrfan Sapmaz’ın tanıklığıyla 1992 yılı 26 Şubat sabahını izleyebileceğiniz bağlantıyı buraya bırakayım. Beş altı yıl Afganistan’da bulunduğunu da belirtiyor Sapmaz ve orada dahi bir günde 613 kişinin öldürüldüğü bir katliam görmediğini söylüyor. Ayrıca Coşkun Aral da cesetlerdeki işkence izleri dahil kıyımın dehşetini çok farklı mecralarda anlattı yılar boyu. Ancak o gün görmeyenler bugün de hâlâ görmemekte. Hiçbir yargılama gerçekleşmedi yirmi sekiz yıldır. 83 çocuk, 106 kadın toplamda 613 kişi katledilirken 1200 insan rehin alındı. 150 kişinin akıbeti hâlâ meçhul. 700 çocuk öksüz yetim kaldı o gün. Sovyetlerin 366’ncı piyade alayı desteğindeki Ermeni güçlerince zaten aralık ayından itibaren kuşatma altında tutulan Hocalı kasabası Dağlık Karabağ’daki tek hava alanına sahipti. Kuşatma altındaki kasabaya hava yoluyla ulaştırılan insani yardımlar da helikopter düşürülerek önlenmişti. Sabaha karşı üç yönden başlayan ateşten kaçmak isteyen halka bilinçli olarak tek yön bırakılmış ve o yönde kaçarken katledilmişlerdi.

Her insani acıyı yerli yerince anmadan hiçbir şekilde insani yorumlar yapmak mümkün değil. Tehcirin yol açtığı büyük acı, Hocalı’nın acısını örtmez. Güç sahibi olduğunda her insanın, her devletin insanlık dışı uygulamalar yapma potansiyeline sahip olduğunu gösterir. Askeri ve siyasi güç savaşlarının yarattığı yıkımların tekrarını önlemek için öncelikle görünür kılmak gerekir. Nitekim yirmi sekiz yıl önce Azeriler neler yapılabileceğini gördükleri için bugünlerde Ermenistan tarafından açılan ateşe şiddetli karşılık vererek ilerleyip işgal altındaki köylerin bir kısmını kurtarmakta tereddüt etmedi. Bunu anlamak lazım ve tabii Ermenistan BM kararlarını uygulayarak işgal ettiği topraklardan çekilmek yerine niçin ateşkesi bozuyor onu da anlamaya çalışmak gerekiyor.

Çeşitli ülkelerin itidal tavsiye eden diplomatik mesajlarındaki iki tarafı eşit kusurlu gören tını gibi ülkemizdeki pek çok dış politika uzmanı da “çatışmayı kimin başlattığı önemsiz” yorumuyla savaş karşıtı duruyormuş gibi görünmekte. Ancak barışseverlik, savaş karşıtlığı, sorunların çözümüne yönelik adımların atılması yönünde teşvik edici olmayı gerektirir. Çözümü teşvik için de sorunun kabulü, nasıl ve niçin başladığı, kimin başlattığı önemli. Aksi takdirde ya taraflardan birinin desteklendiğini ya da romantik gerçekçi olmayan beklentilerden öteye geçilmediğini gösterir. Nitekim Bakü Büyükelçiliği de yapmış olan Faruk Loğoğlu seferberlik ilanlarına uzanan son çatışmaya yönelik değerlendirmelerinde, Ermenistan’ın çatışmayı başlatma sebeplerini de anlamaya anlatmaya çalışarak çözüm önerisi için diplomasiyi işaret eden hayli gerçekçi tespitlerde bulunuyor:

“Ermenistan fakir bir ülke, Türkiye’de bile elli binden fazla işçisi var. Bu süreçte vatandaşımız olan Ermeniler gibi işçi olarak gelenlerin huzurunu gözetmek de önemli. Fakat Ermenistan’ın zayıf ve terör örgütlerine mahkum bir ülke olduğunu bilmek önemli. Peki, ne amaç güdüyor dersek Türkiye’yi zayıf anında yakaladığını düşünüp, Azerbaycan’a kuvvetli destek verme ihtimalinin olmadığına kanaat getirmiş olabilir. Bu şekilde fırsatçılık yapmış olabilir. Ermenistan, Azerbaycan-Türkiye ilişkisi üzerinden ülkemizi tuzağa çekmek istiyor olabilir. Türkiye bu tuzağa düşmemeli. Ermenistan sınırları Rusya tarafından korunuyor. Bu hesapça Türkiye’nin Rusya ile arasını açabildiği takdirde Azerbaycan’a karşı üstünlük elde edeceğini düşünüyor. Ayrıca dünya kamuoyunda kendisi için Ermenistan bir mağduriyet yaratmak istiyor. Kendisi saldırı başlattı fakat ciddi kayıp verdiği için bu durumu Azerbaycan ve Türkiye aleyhine başta ABD ve Fransa nezdinde olmak üzere diplomaside de bunu kullanacaktır. Bizim de kamu diplomasisini kullanmamız lazım.” 

Işın Eliçin’in Medyascope yayınında emekli büyükelçi Loğoğlu son sözleriyle, herkese ciddi bir ders verdi bence: "Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ilişki sadece tek millet anlayışıyla sınırlı duygusal bir bağ değildir. Ulusal çıkarlar ve güvenlik mülahazaları gibi somut ortak çıkarları vardır iki ülkenin. Birincisi komşumuz. Ermenistan da komşumuz, Azerbaycan da Nahçıvan üzerinden sınır komşumuz. İkincisi Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı'yla bağlanan enerji kaynakları nedeniyle stratejik öneme sahip bu ilişki. Üçüncüsü Kafkasya üzerinden Orta Asya ülkelerine uzanan ulaşım bakımından çok önemlidir. İki ülkenin somut ortak çıkarlarının önemi, bu çatışma sürecinden çıkıp diplomatik çözüm aranması için dünyaya çok iyi anlatılmalı.”

Çatışmaya sebep olan konuları anlama çabası içermeyen, çözüme dair gerçekçi öneriler getirmeyen savaş karşıtlığının, gerçekten savaş karşıtlığı olamayacağını düşünüyorum. İktidarıyla, muhalefetiyle hem Azerbaycan’ın hem Türkiye’nin diplomasi yoluyla işgal altındaki Azeri topraklarının Ermenistan tarafından boşaltılması için daha fazla çaba harcaması gerekiyor.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.